Ülkenin kaderi siyasetçilerin bekası ile belirlenemez

Fotoğraf: MA
Genel seçime giderken hangi cephenin neleri savunduğunu ve slogan olarak ileri sürdüğünü kısaca gözden geçirelim. AKP’nin başat olduğu cephe, ekonomiyi geri plana çekip terörü ön plana çıkarırken, dincilik, sözde ulusalcılık ve terör sosu ile vatandaşa yutturmaya çalıştı. Oysa ne şekle büründürülmüş felsefeden soyutlanmış dinciliğin samimi İslam’la bir ilgisi vardı, ne de ülke haraç mezat satılırken sessiz kalan sözde ulusalcılığın samimiyetle bir ilgisi vardı. Bu iki siyasi beka mekanizmaları da halkın algılamalarını köreltirken, emperyalistlere örtülü davetiye işlevi görüyordu. Ne var ki, maalesef, asırlardan beri halkları uyutan sözde ulusalcılık ve felsefesiyle ilgisi olmayan dincilik öne çıkarıldı ve siyasetçilerin beka sorunu ülke kaderinin önüne geçti.
Diğer cepheye bakarsak, onlar da doğrudan ülke kaderini hedeflememiş olmakla beraber, bir ihtimal olarak, ülke kaderini düşünme ve kollama için olanaklı yolları ve yöntemleri zorlamaya çalıştı. Hak temeline dayalı hukuk kuralının oturtulması, tek-adam yönetiminin dışlanarak, hiç değilse burjuva demokrasisine uygun yönetim sisteminin kurulması, kamu kurumları üzerindeki tek-adamın Demokles Kılıcı’nın kaldırılarak ülke yönetiminin şeffaflaştırılması ve bunun çok doğal uzantısı olarak siyasi erkin yüksek mahkeme karşısında hesap verebilir konuma çekilmesi gibi siyasi organın bekası yerine toplumun kaderi konusunda biraz da olsa bazı şeyler söyledi.
İki söylem tarzından her ikisinin de ülkenin sorunlarına uzun vadeli çözüm getirmesi beklenemezdi. Fakat ikincisi 1961 Anayasası’na benzercesine, sorunlara kısa vadede çözüm getirmemekle beraber, uzun vadeli düşünme ve tartışma ortamı yaratması bakımından, doğal olarak, birinciye tercihli idi. Halkımız, adeta “baba imajı” sarhoşluğu içinde, tüm yaşadığı sıkıntılara karşın, babamızdır, ne yaparsa kabulümüzdür psikolojik uyuşukluğu içinde, parti programlarını dahi dinlemeden tercihini kullandı. Tabii, bu tercihte 15-16 milyon dolayında kişiye sosyal destek adı altında politik besleme ve sair benzeri demokrasiye uymayan ve halka saygısız politik manevralar da rol oynadı.
Kısacası, her iki cephede de ülke selameti düşünülmedi. Nitekim dünyanın sayılı akademisyenlerini(?) bir araya toplayan CHP’nin İkinci Yüzyıl Programı da tutarlı bütünlükten uzak, eklektik bir kompozisyon olmanın dahi ötesine geçemedi. CHP’nin planı 1978 yılında Türkiye İşçi Partisi tarafından hazırlanmış “Demokratikleşme İçin Plan: 1978-1982” başlıklı muazzam çalışmanın yanına dahi yaklaşıcı niteliği haiz değildi. Gerçi geniş halk yığınları böyle bir analiz yapma durumunda olamazdı, ama siyasi partilerin sözde de olsa plan ya da programları onların ‘siyasi beka mı, yoksa ülke yararı mı’ konusundaki bilinçaltı düşüncelerini gösterir. Freud’un ‘Babayı öldürme’ analiz yöntemi aile içinde olduğu kadar henüz cemiyet olma aşamasına ulaşamamış toplumsal yapılarda da çok önemlidir.
Demem o ki, aralarında önemli nitel farklar olmakla beraber, her iki cephede de durum aynı idi; siyasi örgütlerin hedefi iktidara gelmek ve/veya siyasi bekalarını sağlamaktır. Oysa Türkiye’nin sorunu ne siyasi örgütün bekası, ne de şu anda Mehmet Şimşek ya da Hafize Gaye Hanım’ın yapacakları ile ilgilidir. Mehmet Şimşek’in üstten ve alttan denetime alınarak vitrine koyulması da Türkiye’nin sorununa çare olmayıp, durumu iki yıl falan gibi bir süre idare edip, yüzeysel makyajla bu kez de halkın karşısına işleyen ekonomi aldatmacası ile çıkarak, ‘Yaparsa, AKP yapar’ uyutması ile yeni bir seçimle, soy değişmeden farklı kişilerle iktidar süresinin uzatılmasını sağlamak olabilir. Halkımızın idrak etmesi gerekir ki, Türkiye’nin sorunları günlük çözümlerle götürülemez, şuradan buradan sağlanacak paralarla görüntünün hafifletilmesi ülkenin derin sorunlarına çözüm olamaz.
İHA-SİHA meselesinin de ciddi olarak masaya yatırılması gerekmektedir. Doğal olarak ülkemizde yapılan her akademik, teknik ya da sair alanlardaki ilerlemeler hepimizi mutlu eder. Ancak, her alandaki yüzeysel ilerleme görüntüsünün içsel donanımı ile de ilerleme olması gerekir. Emperyalist ülke ile sömürülen ülke arasındaki en temel fark, üretim sürecinde teknoloji uygulama farkıdır. Siyasilerin halkın karşısına çıkıp da, bu tür silahları yaptığımızı söylemesi ilk anda gurur vericidir. Aynı şekilde siyasilerin halkın karşısına çıkıp da ihracatımızın ne denli yüksek olduğunu söylemesi de gurur vericidir. Fakat her iki olayda da mesele paket değil, içindeki bileşimdir; eskilerin ifadesi ile önemli olan zarf değil, mazruftur. Önce ihracattan başlayalım. Dürüst siyasetçi halkına ihracat seferberliğinden söz ederken salt ihracat değerlerini değil, ihracat değerinden o ihracat için yapılmış ithalat değerlerini çıkardıktan sonra elde edilen net değeri, yani toplam ihracat değerinden ülke ekonomisine ne kadar değer kaldığını söylemesi gerekir. Örneğin, en büyük ihracat kalemimiz otomotivdir de, markasına göre değişmek üzere, ihraç ettiğimiz her bir arabada ne kadar ithalat payının, ne kadarının iç üretim olduğunun söylenmesi asgari etik kuraldır.
Aynı durum İHA ve SİHA’lar için de geçerlidir. Söz konusu araçların içinde özellikle elektronik girdiler olarak ne kadar ne vardır? Kısacası, Türkiye teknoloji-yoğun gerekli girdileri alıp, belki modelini tasarlayarak montaj mı yapıyor, yoksa gerçek anlamı ile üretim mi? Halka uçak gemisi diye tanıtılan gemi için de durum aynıdır.
Benim önerim şudur. Türkiye’nin gerçek teknolojik gelişme düzeyinin anlaşılabilmesi için, ürünler içindeki ithal teknoloji girdi oranlarının bilinmesi gerekir. Teknoloji Bakanlığı bu konuda halka bilgi vermelidir.
Yoğun teknoloji girdi kullanarak montaj ile işleri götürmeye çalışmak, ülkeyi teknoloji alanında da, ekonomik kalkınmada da geri bırakarak, sömürü altında olmaktan çıkmasını engeller. Aynı şekilde salt finansal “al takke-ver külah” oyunları ile ülkede geçici parıltılar oluşturulabilir, AKP ya da iktidara gelebilecek başka bir burjuva partisi bir müddet gününü gün, kendisini ve çevresini hümapaye kılabilir, ama ülke elden gider.
Kapitalist ekonomi bilgisi beynimizi öylesine dondurup, esir alır ki, olaylar arkasındaki gerçeği görmemiz olanaksızlaşır.
Evrensel'i Takip Et