“Sınıf Mücadelesi” ve sınırları - I

Senatör John Fetterman | Fotoğraf: ABD Senatosu
Bizde muhalefetin ekseriyetinin henüz yeni yeni idrakına varmaya başladığı bir sorun, Amerika’da ana akımın bir süredir gündeminde. İki ülkede de işçi sınıfı, 1980ler’den itibaren peyderpey soldan sağa kaydı. Sorun çok boyutlu, birkaç haftadır Türkiye’deki sebeplerinin sadece bir kısmını tartışıyoruz. Şimdilik o tartışmaya bir ara verip, Amerika’daki durumun yalnız bir boyutunu ele alacağım: sola önderlik eden çevrenin olaya bakışını. Buradan çıkaracağım Türkiye dersleri başka bir yazıya...
Jacobin dergisi, daha çok anarşistlerin ve otonomistlerin etkisi altında gelişen “Wall Street’i işgal et” eylemlerinin dağılmasından sonra vücut buldu. Sağ-sosyal demokrat denilebilecek DSA (Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri) adlı teşkilatı sola çekti. Teşkilat bu esnada birkaç bin üyeden neredeyse 100,000 üyeye tırmandı. Şu anda ilericilerin, sosyal demokratların ve sosyalistlerin en geniş ve örgütlü gücü DSA. DSA içinde birçok akımı barındıran bir teşkilat. Buna rağmen, ulusal çizgiyi belirleyen grup, Jacobin çevresi.
Dergi, onun ideolojik etki alanındaki bir araştırma merkezi, ve bir anket kuruluşu yüz sayfayı aşan bir rapor yayınladılar bu hafta. İlerici siyasetçilerin işçi oylarını nasıl kazanabileceğini tartışan rapor, kilit öneme sahip. Ana akımın en güçlü sesi New York Times bile ayrıntılı ve olumlu bir haber yayınladı rapor hakkında. Araştırma sağlam bir ankete dayanıyor. Hipotetik adaylar oluşturulmuş ve 1650 kişiye sorulmuş, bu adaylar hakkında ne düşünürsünüz, hangisini tercih edersiniz diye. Bu kurmaca adayların demografik özellikleri, gündemdeki konular hakkında görüşleri, kampanyalarında kullandıkları cümleler anlatılmış katılımcılara.
Çıkan sonuç (yanıltıcı derecede) basit: eğer ilerici adaylar, sol-popülist bir mesajla seçmenin önüne çıkarlarsa, işçilerin her kesiminden oy alıyorlar. Burada sol-popülizminden kasıt, ekonomik elitleri hedef alan ve yeniden bölüşüm vaat eden bir dil. (Gayet kimlik körü bir sol-popülizm tanımı bu ama, o meseleye başka bir zaman gireceğim). Bu zaferi (yine hipotetik olarak) başarılı sağ-popülist bir karşı-kampanya yürütülmesi bile değiştirmiyor anketin sonuçlarına göre.
2020’de Pensilvanya’dan senatoya giren John Fetterman’ın yürüttüğü seçim kampanyası, raporda ayrıntılı anlatılmasa dahi, araştırmaya tarihsel bir dayanak sağlıyor. Hızla sağa kaymakta olan bu eyalette, işçi kökenli Fetterman zehir zemberek bir popülist söylemle etkileyici bir zafere imza atmıştı.
Bu araştırmanın yapılması, raporun yazılması, ve New York Times’ın bile (bir günlüğüne de olsa) Demokratlar’ı buradan sıkıştırması elbette olumlu gelişmeler. Ancak raporun genel çerçevesinin, Jacobin dergisinin gayet sınırlayıcı sınıf mücadelesi anlayışından kaynaklandığını da unutmamak lazım. Nedir bu anlayış? Dergi, ekonomik indirgemecilikten muzdarip. İşçi sınıfı siyasetini, aslolarak seçim ve (bir tarz) sendikalaşma ile özdeş kabul ediyor. Halk ayaklanmaları, anti-emperyalizm, ırkçılığa karşı mücadele gibi bahisler hep ikincil görülüyor. Bu yönelim de, “Ekonomi mi, kimlik mi” tartışmasını yıllar önce yapmış, ve “Tabii ki ekonomi” sonucuna varmış dar bir Marksizm anlayışından kaynaklanıyor. Bizdeki 2023 seçimleri hakkındaki tartışmalarda vurguladığım gibi, “ekonomi mi, kimlik mi” sorusunun kendisi yanlış. Verilen her cevap da yanlış olmak zorunda. (Niye böyle olduğunu bir dahaki yazıda birazcık daha açacağım).
Jacobin dergisi, kendi durduğu yeri iki kelimeyle özetlemekte: sınıf mücadelesi. Bu ifade, Kautsky’nin Lenin üzerinde de büyük etkisi olan Sınıf Mücadelesi kitabına gönderme. (Lenin’in Kautsky’yi “dönek” ilan etmesi, bu kitaptan çok sonra gerçekleşti). Sorun sadece kitabın içeriğinde değil, tarihsel ve coğrafi bağlamından koparılarak, amentü haline getirilmesinde.
Çoğunluğu 19. Yüzyıl sonu kapitalizminin ayrıntılı bir sınıf haritasından müteşekkil olan Sınıf Mücadelesi, sendikalar ve partiye dayanan bir mücadele hattı çizerek bitiyor. Yazıldığı yıl (1892) ve Avrupa sosyalist ve işçi hareketlerine seslenmesinden dolayı, emperyalizme karşı mücadele, ırkçılık, feminist hareket ve ekolojik yıkım gibi konulara odaklanmıyor. Bunlardan birincisi hemen on yıl sonra, diğerleri de elli ila yetmiş yıl sonra sosyalizmin temel meseleleri haline gelecekti. Kitabı bunları öngöremediği için suçlayabilir miyiz, o ayrı bir tartışma. Sorun, böyle bir bakış açısının 21. Yüzyıl sosyalizminin çıkış noktası olarak görülmesi, bunun sonucu olarak da dar anlamıyla “ekonomik” olmayan sorunların ikincil olarak algılanması.
Bir sonraki yazımda, bu sınıf mücadelesi anlayışının, söz konusu rapora kaynak olan araştırmayı, ve raporu yazanların bu araştırmadan çıkardığı stratejik sonuçları nasıl şekillendirdiğini anlatacağım.
Evrensel'i Takip Et