18 Haziran 2023

Değişim demek önemli ama ‘niçin ve nasıl bir değişim’in yanıtı çok daha önemli

14-28 Mayıs seçimine gelen süreç ve sonrasında en çok kullanılan kavram tartışmasız “değişim” oldu.

Seçimden önce tek adam rejiminin (mevcut statükonun) değiştirilmesinin ifadesi olarak kullanılan “değişim” kavramı muhalefetin yenilgisinin sonrasında muhalefet partilerinin üst yönetimlerinin hatta yukarıdan aşağı tüm yönetimlerinin değiştirilmesinin ifadesi olarak da kullanılmaya başlandı!

“Değişmeyen tek şey, değişimdir”, “Bir nehirde iki kez yıkanamazsın” gibi insanlığın 2 bin 500 yıldan beri bildiği diyalektik formülasyonlarını yineleyen sermaye partilerinin siyaset erbabı, Heraklitos’tan Marx’a büyük diyalektikçileri de hatırlamaya başladılar.

Elbette ki tarihteki büyük dönüşümlerin arkasında toplumda var olan statükoyu değiştirme isteği, bu isteğin statükoya, kurulu düzene başkaldırıya dönüşmesi vardır. Bu açıdan da değişim talebinin yaygınlaşmasının önemi küçümsenemez. Ama “değişim”i dillerine pelesenk yapanların gerçek bir değişimi ifade edebilmesi için içinden geçilen dönemde, değişimin neyi hedeflediğinden nasıl gerçekleşebileceğine kadar tutumlarını açıkça ortaya koymaları gerekmektedir.

Yoksa IŞİD, el Kaide, Avrupa’nın Neonazi örgütleri de bugünkü dünya düzeninin “değişmesini” istemektedir. Ya da AKP-MHP iktidarı da artık önemli ölçüde kendi egemenliklerine dönüştürdükleri statükoyu daha da geriye götürmek için Anayasa, seküler yaşam ve demokratikleşme mücadelesinin kazanımlarını oradan kaldıracak “değişimler” istemektedir!

SERMAYE MUHALEFETİ ‘DEĞİŞİM’DEN KENDİLERİNİ DEĞİŞTİRMEYİ ANLIYOR!

Demek ki sadece değişim demek yetmez, değişimden neyin kastedildiği ve nasıl yapılacağı çok daha önemlidir.

Bu son seçim kampanyasındaki “değişim” tartışmalarıyla bağlantılı olarak ele alırsak, burada partiler “değişim”i kendi yapılarının değişmesine, hatta yönetici kademelerde kimlerin görev alıp almayacağına kadar indirgemiş bulunmaktadırlar. Bu yüzden de değişim tartışmasının bu yanı bizi çok da ilgilendirmemektedir. Ama sermaye muhalefeti partileri 14 Mayıs öncesinde “değişim”den söz ederken “Tek adam rejiminden kurtulma”, bunun için yığınlardan daha önce tek adam rejimini savunan partilere oy verip iktidara getirdikleri gibi şimdi de kendilerine oy verip iktidara getirmesini istediler. Kısacası, “Bize oy verin iktidara getirin sizi kurtaralım. Gerisine karışmayın” dediler. Tıpkı Erdoğan’ın 2018 seçiminde “Verin bu kardeşinize yetkiyi görün etkiyi” demesi gibi!

Yani bu partiler, “değişim” derken de yığınların değişmesini değil kendilerinin değişmesini, örneğin mevcut durumda da “gerekli” oyu almak için daha çok dinci, daha çok milliyetçi, daha çok sığınmacı düşmanı, daha çok militarizm yanlısı olması gerekiyorsa bundan imtina etmemeyi anladılar!

Nitekim 14 Mayıs seçiminin sonucundan daha çok milliyetçilik daha çok dincilik ve militarizm övgüsü yaparak (Ümit Özdağ ile aynı çizgiye düşmeye vararak) Erdoğan’ı yenecekleri sonucunu çıkaran Millet İttifakının, 14-28 Mayıs arasında, 14 Mayıs öncesindeki demokrasi ve özgürlükleri savunma çizgisini terk ederek Cumhur İttifakıyla milliyetçilik, dincilik, militarizm, sığınmacı düşmanlığı… yarışına girişmesi bu yaklaşımın çok tipik bir ifadesi oldu.

Kısacası CHP başta olmak üzere Millet İttifakı partilerinin değişimden yığınların değişmesi ve değiştirilmesini değil, konjonktüre göre daha çok oy alabilecek biçimde kendilerini “değiştirmeyi” (Daha çok sağa ya da sola, olmadı merkeze çekmeyi) anlamaktadır.

EMEKÇİLER YAŞADIKLARI KOŞULLARI DEĞİŞTİRİRKEN KENDİLERİNİ DE DEĞİŞTİRİRLER

Oysa Marx’tan beri toplumların değişmesinin nedeninin egemen sınıflarla ezilen sınıfların mücadelesi olduğu bilinmektedir. Bu nedenle de günümüzde gerçek bir toplumsal değişimin, işçi sınıfı ve emekçilerin 5 yılda bir seçimlerde oy vermenin ötesine geçerek her gün siyasete müdahale eden bir mücadele hattına geçmesiyle mümkün olabileceği bilinmektedir. Bu müdahalenin de ancak yürüyüşler, gösteriler, grevler, direnişler, genel ve siyasi amaçlı grevlerle… sermaye iktidarlarına karşı bir mücadeleyi esas alan bir anlayışla hareket ettikleri ölçüde mümkün olabileceği sadece sınıf partilerinin değil gerçek siyaset bilimcilerin de artık tartışmadığı bir gerçektir.

Çünkü kendileri işçi sınıfının fertleri olmasına karşın işçi yığınları, geniş emekçi yığınılar; gelenek görenekten resmi eğitime, dinden gündelik yaşamın çeşitli alanlarına egemen burjuva (burjuva-feodal) ideolojiyle eğitilmektedir. Ki işçiler ancak daha iyi yaşama ve çalışma koşulları için özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde aktif bir biçimde yer aldığında kimin dost kimin düşman, kimin sermayeden yana kimin emekten yana, kimin demokrasi ve özgürlüklerden kimin baskı rejiminden yana, seçimde hangi partiye oy verip hangisine vermeyeceğine… taraf olacağı her konuda hangi tarafta olacağına karar verebilecek bir bilince varabilir. Ve tabii bu mücadele içinde de işçiler toplumun ayakta kalmak için olmazsa olmaz olduklarını anlarken, aynı zamanda birleştiklerinde nasıl yenilmez bir güç olduklarını da fark edip kara propaganda yöntemleri karşısında da kafa karışıklığına düşmeyen sosyal-psikolojik bakımından ciddi bir öz güvene sahip olur.

SEÇİM MİTİNGLERİ EMEKÇİLERİN ALANLARA ÇIKMASININ YERİNE GEÇTİ Mİ?

Peki, son yıllarda CHP ve Onun Lideri Kılıçdaroğlu yığınların mücadelesi karşısında hangi tutumu almıştır?

Bu konuda Kılıçdaroğlu, bırakalım işçi ve emekçilerin talepleri etrafında sokaklara çıkmasını teşvik etmeyi sokak eylemlerini “tuzak”, “Erdoğan’ın istediği çizgiye düşmek” olarak suçlayarak, işçi emekçilerin alanlara çıkmasına karşı çıkmıştır. CHP’nin sokak korkusunu fark eden Erdoğan sokağa çıkmaya “darbe girişimi” diyerek korkuyu artırmayı amaçladı. Böylece Erdoğan emekçilere, gençlere, kadınlara sokakları yasaklama girişiminde yığınların önüne CHP ve Kılıçdaroğlu’nu dikmiş oldu.

Yığınların sokaklara çıkma girişimlerinin uç veremeye başladığı bir dönemde CHP Mersin’de yaptığı seçim mitingiyle sokağın önünü kesmeyi amaçladı. Aslında amacına da ulaştı.

Millet İttifakı sonraki günlerde çok görkemli mitingler de yaptı. Ancak seçimler kaybedildikten sonra, bu mitinglerde meydanların partililer tarafından doldurulduğu bu yüzden de beklenen faydanın sağlanmadığı kabul edilmiş görünüyor. Ama CHP’nin yığınların mücadele içinde kendilerini çevreleyen sorunları aşan bir mücadele içinde değişeceklerini fark edip etmediğini henüz bilmiyoruz. Ama bunu da yakında göreceğiz.

Kısacası işçiler, emekçiler birleşip mücadele içinde koşullarını değiştirirken kendilerini de değiştirirler. Ki, gerçek değişimden ancak o zaman söz edebiliriz.

Evrensel'i Takip Et