Fiat işçileri, Lula, Vassaf ve Mahir ile tek neticeye…
Fiat işçileri, grevleriyle İtalya'yı sallamıştı.
Bir seçimden muhalefetin Meclis çoğunluğunu ve başkanlığı kaybetmesinden daha ağır bir fatura ile çıkıyoruz. Siyasi muhalefet dağınık bir görünümde, toplumun umudu öfkesine yenik.
Seçimin somut çıktılarından biri;
Ülkenin yarısı aydınlanma ve iktidar değişikliği talep ediyor.
Öte yandan bu iktidar, yargıya hakimiyeti, devletin tüm olanaklarına erişimi, her köşeyi tutan kadroları, kitle iletişim araçları, etik ve hukuk gözetmezliği, hesap vermezliği, cezalandırma yetkisiyle karşıtlarının oranından bağımsız bir yenilmezlikte.
Genel seçimden çıkıp yerel seçim konuşmaya başladığımız zemini bir satranç tahtası gibi düşünelim. Muhalefet atı oynamak istese, tahtaya vidalanmış, kaleyi sürmek istese dokununca renk değiştiriyor, file el atsan yerinde kül oluyor. Piyonlar tahtada eşit değil. Bu oyun içerisinde konuşulan her şey ise normal bir satranç oyunu gibi değerlendiriliyor.
Mümkün mü?
Toplum; şahsi ikbal, parti ajandası peşinde gidenler yüzünden kaybedilmiş bir seçimden dolayı öfkeliyken, İyi Parti yerel seçimde ana muhalefeti desteklemek için hangi şehirlerin belediyelerini isteyecek, bunca sene seçilmiş belediye başkanları tutuklanırken sessiz kalan muhalefete HDP yine destek verecek mi, Demirtaş’ın aktif siyaseti bırakmasının etkisi ne olacak, İmamoğlu belediyeye aday olursa hakkında ceza çıkabilir, Genel başkanlığa aday olursa siyaset yasağı gelebilir, Kılıçdaroğlu bir seçime daha genel başkan olarak girerse toplumun öfkesinin üstesinden nasıl gelecek, Kılıçdaroğlu genel başkanlığı bırakırsa yeni lider dokuz ayda ana muhalefeti toparlayıp zafere götürebilecek mi, seçim güvenliği bu sefer nasıl sağlanacak gibi sorularla hâlâ kutunun içinden tartışıyoruz. Kutuyu da kapatıp üzerimize bantladılar. Bu şekilde boğuluruz.
Sosyalistler devrimcidir, devrimci adımlar atabilmelerini bekleriz. CHP demokratik sol ilerici ve Atatürkçü olarak geçer kayıtlarda. Alfabesi, giyim kuşamı bile devrim adıyla anılan bu memlekette ezberden yapılan siyaseti akıl almıyor.
AKP iktidarı 21 yılda kendini devletle eşleştirmekte ve tüm kurumları ele geçirmekle kalmadı, kendi seçmen profilini de yarattı. 21 yılda 16 kere seçim sandığı kuruldu. Ana muhalefet hatta Millet İttifakı tüm bileşenleri diyelim, sürekli seçim hedefine odaklanırken kendi muhalif kitlesini yaratma çabasına girmediler. Muhalifleri birleştirme çabası seçimler takviminde, masalarda kurulan ittifaklarla, parti örgütlerinin iş birliğiyle, kampanya kurgularıyla sınırlı kaldı.
Söylemde muhaliflik eylemde muhalifliğe dönüştürülmedi.
Hâlâ genel başkan değişikliği konuşuyoruz. Yeni kahramanlar arıyor herkes.
Bakın Gündüz Vassaf ne diyordu Cehenneme Övgü’de;
“Kahramanlar, insanın tüm özgürlüğünü elinden alırlar. Nasıl yaşayacağımızı bize dayatırlar. Tüm kahramanlar totaliterdir. Sonsuz yaratıcılık potansiyelimizi hadım ederler. Özgür bir insanın kahramanları olamaz, çünkü kahraman statükoyu simgeler. Taklit edilmesi gereken bir modeli simgeler. Kahraman yaratma özlemi, hepimizin içindeki totaliter eğilimi, güçlü bir kişiye gönüllü olarak boyun eğme ihtiyacını gösterir. Kahramana duyduğumuz gereksinim, kendi içimizdeki güvensizlikten doğar”
Kahraman aramak yerine; yapılması gereken, her hareketinin izansızlığı ile bizi hayrete düşürmekte ivmesi hep yükselen iktidarı, şaşkınlığa sevk edebilecek ve hazırlıksız yakalayabilecek adımları atabilmek.
Toplumun muhalif kesiminin, memleket aşkına her şeyi bir kenara bırakabilenleri görmesi gerek zira halk bu memlekette yaşamaya devam edebilmek için bunu her gün yeniden gerçekleştiriyor. Profesyonel siyasetçilerin, kariyerlerinde sürekli yükselen bir ivme beklentisine girmeden, doğru oyun hamlesi öyle gerektirdiği için bambaşka pozisyonlarda oyuna girebildiğini göstermesi gerek. Bu iktidar Binali Yıldırım’ı ulaştırma bakanı yaptı, sonra başbakan danışmanı, İzmir belediye başkan adayı, AKP genel başkanı, Meclis başkanı, İstanbul belediye başkan adayı, şimdilerde Türk Devletleri Teşkilatı Aksakallılar Heyeti Başkanı. Joker adam, ne vazife versen oraya gidiyor. İnişe çıkışa bakmadan.
Muhalefette ise herkesin bir planı var, kimse geriye doğru milim oynamıyor. Satrançta kale, at, fil, vezir, şah, piyon dışında hepsi geriye hamle yapabilir. Geriye hamle yapamadığı için satrancın en zayıf taşıdır piyon. Ancak karşı tarafın son karesine ulaşabildiğinde anlam kazanır. O da küçük adımlarla büyük salvoları savuşturarak ve dikkati diğerleri üzerine çekerek mümkündür.
Mevzu memleketse, artık ana muhalefetin kurucu parti olduğunu anımsayarak, seçim odaklı varoluştan çıkması, yalnızca iktidara geldiğinde icraata geçebilecek parti konumundan kurtulması gerek.
Seçmenin oyunu almaya yönelik kısa vadeli iletişim kampanyaları ve hamleler ile böyle bir iktidarı yenmek mümkün değil, kendi muhalif tabanını, sahadaki etkileşimi, örgütlenmeyi, eylemliği yeniden yaratması gerek.
Sözün muhatabı yok, hesap vermezlik almış gitmiş, adalet yok, hukuk yok. Basın açıklamaları ancak içimizde kalmasın hissine hitap ediyor. Sözle bir kenara sıkışmaz bu iktidar. Duyurabildiğin yer bile kısıtlı.
Feyzalınması gereken; hâlâ cezaevinde olan, Meclisin yemin ettirilmemiş Milletvekili Can Atalay’ın tavrıdır. 2014’ün mayıs ayında Soma maden kazası yaşandı. Dönemin Bakanı Taner Yıldız “3 gündür aynı gömleği giyiyorum” cümlesi ile hafızalara kazındı. 2015 kasım seçimlerinde AKP oranı yüzde 49.65. Can Atalay maden kazasından beri Somalı madencilerin avukatıdır. 2018 genel seçimlerde Cumhur İttifakının yüzde 76 oy aldığı Sakarya Hendek ilçesinde 2020 yılında havai fişek fabrikasındaki patlamada 7 işçi öldü, 127 kişi yaralandı. İş cinayetinde ölenlerin cenazesi kalkmadan, MÜSİAD, fabrikanın patronuna moral yemeği verdi. Hendek patlamasında İşçilerin Avukatıdır Can Atalay. Aladağ’da tarikat yurdunda 11 kız çocuğu yanarak can verdi. Birileri “Çocuğu tarikata vermeselerdi” diyebildi. Oysa onlar kapatılan köy okullarının, MEB yurtlarının kurbanıydılar. Avukatları Can Atalay’dı. Can; insana, hakları üzerinden yaklaşır, oyların rengi üzerinden değil. Mücadele sözle değil, elini taşın altına koyarak, yollar arşınlayarak, zor günlerin yoldaşlığıyla verilir.
Şimdi Can Atalay, Hatay’ın Milletvekili. Cezaevinde. Odalar, sivil toplum, il il halk, tüm müvekkilleri, Hataylılar basın açıklaması, eylemdeler, vekili Mecliste görmek istiyorlar. 70 bin oyu hiçe saymaktır, hukuku hiçe saymaktır, Meclisin meşruiyetini sorgulamaktır halen tutuklu kalması. Muhalefet de farklı kanallardan açıklamalar yapıyor, tweetler yazıyor. Meclis Başkanlığına aday gösterildi, AKP’nin adayının seçileceği belli, neden hepsi birden Can Atalay’a oy vermedi? Can lehine adaylarını çekmedi? Neden Mecliste bir oturma eylemi düzenlenmiyor? Neden oturumların yapılmasına mani olarak Can Atalay serbest bırakılana kadar iç tüzükte ne kadar yöntem varsa denenmiyor?
Dünyanın en büyük siber suçlarından biri işlendi. Bu ülkenin her yurttaşı mağdur. Verilerimiz çalındı ve üç kuruşa satılıyor. Seri dolandırıcılık vakaları duyacağız. Zaten batığız iyice batacağız. Her şeyimizle dünyanın karşısında çırılçıplağız ama güya muhafazakarız. CHP’nin 1.4 milyon üyesi var. Genel bir çağrı ile neden dünyanın en kitlesel davası açılmıyor? Çok mu zor örgütlemek? Tazminat istiyoruz, failler hesap versin, verilerimiz ortalıktan kaldırılana kadar mücadele edilsin.
Ankara Elmadağ’da MKE roket fabrikasındaki patlamada 5 işçi öldü. Emek Partisi Milletvekili İskender Bayhan konuyu Meclise taşıdı. Ana muhalefet de başsağlığı ve rahmet mesajı yayımladı. İktidar ölenlere “şehit” dedi. Önlenebilir her sosyal ölüm bir cinayettir, şehit değil maktuldürler. Aynı fabrikada 2013 yılındaki patlamada ölen iki işçinin davasında, ölümlerinden işçiler sorumlu tutuldu. Şimdi davalarına kim bakacak? Bundan önemli gündem olur mu? İşçiler ölüyorsa, İSİG raporuna göre bu iktidar döneminde 31 binden fazla işçi iş cinayetinde hayatını kaybetmişse, muhalefetin helalleşme kavramında yerleri yok mudur?
Bu ülkede grev yasağına rağmen binlerce işçi greve gitti. Motokuryeler kontak kapattı. Madenciler Ankara’ya yürüdü. İşçi Önderleri Ali Faik İnter ve Tahir Çetin günlerce süren uykusuzluğun, yürüyüşün ardından trafik kazasında can verdi. Kamil Kartal’ın “Öyle mi alay komutanı” konuşmasının rüzgarıyla, o cenazeleri Manisa’dan Soma’ya on binlerle uğurlamak da vardı. Ankara’ya yürüyüşlerinde işçileri çevreleyen jandarmanın etrafında insanlardan bir et duvar örmek vardı. Ankara girişinde binlerle, vekillerle karşılamak da vardı. İşte o zaman belki de o cenaze zaten yaşanmayacaktı.
Kayyum atanan belediyelerde halkın gasbedilen oyları mevzuydu. 2019 seçimlerinden 5 ay sonra, yerel seçim zaferi sarhoşluğundan ayılıp en azından Selçuk Mızraklı için tüm belediyelerle birlikte ortak tepki gösterilebilseydi, tüm duruşmalarda şehirlerde hayat durdurulsaydı, bugün İmamoğlu davalarını konuşuyor olmayabilirdik.
Gençlik kollarına sosyal medya videosu hazırlatmak görevi yerine, tüm üniversitelerde Enes Kara için ders boykotu başlatmalarına izin verilseydi belki de Abdülbaki Dakak 12 yaşında canına kıymayacaktı bugün.
21 sene boyunca, sürdürülebilir şekilde her Onur Haftası’nda en önde yürüyebileselerdi kitlesel şekilde, şimdi belki de LGBTİ+ların canı bu kadar tehlikede olmayacak, çay içmeleri bile yasaklanır hale gelmeyecekti. Erdoğan belediye başkanıyken trans haftası etkinliklerine çelenk gönderebilmişti.
Her sene Sivas’a, Madımak anmasına yüzlerce otobüs kaldırılsaydı, o günün bir utanç olduğu katileşecekti. Bizi kaç kere yakabilirler ve bu riskleri almazsak nasıl çıkarız aydınlığa?
21 senelik iktidarda duymaktan en yıldığım devlet açıklamasıdır “Ölenlere rahmet, kalanlara başsağlığı” Depremde kaç kişi öldü tam olarak bilmiyoruz hâlâ.
Devletin asli görevi yurttaşını hayatta tutmaktır, taziye değil. Deprem bölgesini asla terk etmemek gerekirdi, taziyelere malum herkesin karnı tok. Muhalefet daima orada olduğunda ortaya çıkar kimin aslında orada olmadığı.
Örgütlü tavır, yardım değil dayanışma dediğimizde ana muhalefetten alınan yanıt hep “Belediyelerimiz aracılığıyla...” diye başlıyor. Mücadele illa bir erki elinde tutmayı ön koşul saymaz oysa.
İktidarın yarattığı seçmenin oyunu alma olasılığı gibi matematiğin zorlandığı bir orana oynamak yerine, ezilenlerin mücadelesinde yanlarında olunsaydı belki de iktidarın yarattığı seçmen profili diye bir tanım olmayacaktı.
Kabul etmemiz gereken gerçeklik şudur: Ülkenin kurtuluşu artık sözde değil etkin ve sahada bir mücadeleyle mümkündür. Kendini seçmene anlatmakla değil, yurttaşın yoldaşı olarak mümkündür. Değişim partideki isimlerle kısıtlı kaldığı sürece bir dönüşüm olmayacak, dönüşüm toplumu, icraatı, faaliyet şeklini hedeflemeli.
Mussolini ve İtalyan faşizminin sonunu hazırlayan etkenlerden biri olan FİAT işçi grevini hatırlayalım 15-16 Haziran’ın da anısına saygıyla. İkinci Dünya Savaşı’nın ve faşizm boranının ortasında 1939’da kurulan, açılışını Mussolini’nin yaptığı Mirafiori FİAT fabrikasında 20 bin işçi çalışıyordu. 80’i örgütlüydü, sınıf bilincine sahipti. Lancia’da 30, Aeronautica’da 72 ve Viberti’de 60 Komünist Partili işçi vardı. İlk grevin nedeni; patlamada evlerini kaybeden 7 işçinin tazminat haklarıydı. İşçiler savaş boyunca ortalama onar kilo vermiş, günlük öğünleri 1000 kalorinin altına düşmüştü. İlk grevi 80 işçi başlattı, sonra 800 kişilik Rasetti fabrikası işçileri işi bıraktı, Mirafiori, Piedmont, Lombardiya derken grevler Roma’ya ulaştı. Gerisini tarihten biliyorsunuz 1945’te Mussolini devri kapandı. Antifaşist mücadelenin odağı işçi hareketiydi. Ama başlangıcı işte o kadarcık insan sayısıydı. Fitil hep daha az hacimdedir.
2023 seçimlerinde en çok kurulan cümle “Cehennemin kapılarını kapatmak”tı. Sözün sahibi Lula, yüzde 50.83 ile kapattı o kapıları.
1964-1985 arasını askeri darbe dönemi olarak yaşayan Brezilya’da antikomünist rejimin ilk hedeflerinden biri sendikalardı. Doktriner sendikaların önüne engel konurken uzlaşmacı, resmi sendikalar teşvik edilmişti. Bu uzlaşmacı sendikacılığı kıran, ülkede yeni bir sendikacılığın önünü açacak olan Sao Paulo ABC sanayi bölgesindeki 1978-80 arası metal işçileri grevleriydi. Bu grevleri Topraksız Köylüler Hareketi, banka memurları grevi izledi. İşte o metal işçilerinin nam salan grevlerinin bizzat düzenleyicisidir Lula.
Cehennemin Kapılarını itmeye başlaması ’78’lere dayanır, sahaya dayanır.
Sözün özü:
Hiçbir işçi hareketinin örgütleyicisi olmamış, öğrenci hareketinin önderliğini yapmamış, bağımsız sendikalar için çalışmamış siyasilerin, analistlerin, uzmanların; “Boş tencere iktidar götürür”e yaslanmasının, “Bu toplum muhafazakar, başka şeye oy vermez” ezberinin neticesindeyiz.
Popülist sağcı liderlerle, pusulası yobazlığa çevrilmiş muhafazakarlıkla, faşizmin şiddetiyle, yalanla ve yoksullukla mücadele ancak hak mücadelesinde birleşmiş işçi, emekçi, kadın ve tüm ezilenlerle birlikte yürümekle olur.
Sözle güven talep etmenin devri siyasi muhalefet için kapanmış görünüyor. Yerel seçim ancak hedeflerden biri olabilir, asli olan değil.
Asli olan, bugünden kim bilir kaç sene sonraki büyük bir zafer ve toplumsal dönüşüm için (bugünden bile değil) dünden itibaren harekete geçmektir.
Teorik, pratik ve ideolojik en devrimci yönü, adımı, tecrübeyi, hedefi bulup şaşırtan hamleler yapmak gerek. “Out of box” denir İngilizce’de, kutudan çıkmak gerek.
Herkes kadrolarına bir göz atsın, yan yana yürüdüklerine, kimin, ne için çalıştığına dikkatli baksın, söz söylemekteki hevesi ile iş yapmaktaki azmini kantarda (hassas terazi değil) tartsın.
Mahir Çayan’ın “Erleri çekin, rütbeliler gelsin” cümlesini karşısından değil, yanına geçip okuyun, okunuşu: “Rütbelileri çekin, erler gelsin” olacaktır, zira onlar daha bir “vatan evladıdır”
En devrimci duygularla pazarınızı selamlarım.
- Var mıyız yok muyuz? 18 Ocak 2025 04:08
- Uykusuzluk üzerine 11 Ocak 2025 05:00
- Merhaba yeni sene, mutluluk hangi seneye? 04 Ocak 2025 06:30
- Öngörü, strateji ve bir film üzerine 28 Aralık 2024 04:50
- Uyanık tutan sorular 21 Aralık 2024 05:15
- Kara kış 14 Aralık 2024 04:45
- Karar üzerine tartışma 07 Aralık 2024 06:25
- İçimdeki taziye çadırı 30 Kasım 2024 06:10
- Had aşımı 23 Kasım 2024 05:04
- Kitap-defter açık sınav 16 Kasım 2024 04:47
- Soru 09 Kasım 2024 04:19
- Bi'şey 02 Kasım 2024 04:47