Dünya ve Türkiye’de mülteci sorunu büyürken mülteci düşmanlığı da büyüyor!
Fotoğraf: Costas Baltas/AA
Bugün Dünya Mülteciler Günü. Dünyada “mülteci”, “sığınmacı”, “göçmen” adı altıda doğup büyüdüğü ülkesini terk etmek zorunda kalan 80 milyon dolayındaki insandan söz ediyoruz. Ama “mülteci sorunu” derken bu 80 milyonu ülkesini terk etmek zorunda bırakan, bu insanlara sınırlarını kapatan ya da bu insanları sorun haline getirirken aynı zamanda bunların sorunlarını istismar ederek onları iç ve dış politikasının, ekonomik politikalarının malzemesi yapan emperyalist güçler ve onların her ülkedeki iş birlikçisi yerel gerici güçlerin insanlığa nasıl insanlık dışı bir bugün ve gelecek sunmalarından söz ediyoruz.
Bunu çok söylüyoruz ama bugün vesilesiyle bir kez daha söyleyelim ki hiçbir insan doğup büyüdüğü toprakları, ailesini, yakınlarını, dostlarını, arkadaşlarını, çocukluğunu, gençlik anılarını geride bırakarak çoğu zaman “Ölüm yolcuğuna çıkma” anlamına da gelen başka ülkelerde gelecek aramak için yollara düşmez.
Kısacası mülteciler canları öyle istediği için yola çıkan seyyahlar ya da maceraperestler değildir. Tersine onları yerinden, yurdundan söküp savuracak kadar güçlü nedenler vardır. Ki, sömürgecilikle başlayan ve emperyalizm çağıyla daha da sistemleştirilerek Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın yer altı ve yer üstü servetlerinin yağmalanması amacıyla yürütülen savaşların, iç savaşların, askeri darbelerin, ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların… yol açtığı birbiriyle iç içe geçmiş sayısız neden vardır.
Son yıllarda bunlara küresel ısınma da eklenmiş bulunmaktadır. Bunlar da önümüzdeki yıllarda insanlık tarihinin en büyük göç hareketinin büyüyerek sürmesini kaçınılmaz hale getirecektir.
EN BÜYÜK MÜLTECİ FACİASININ SORUMLUSU KİM?
Mülteci sorununun dünyadaki asli faili ülkeler olan ABD ve AB, mültecilerin kendi ülkelerine gelmelerini engellemek için sadece yasalarla önlem almakla kalmadılar, ilkçağlardaki gibi ülkelerini mültecilerden korumak için; ABD Meksika sınırına, AB ise Türkiye-Yunanistan sınırına duvar ördü, örüyor.
Tabii mülteciliğin baş faili ülkeler mülteciler aralarındaki denizleri de doğal duvar olarak kullandılar. Akdeniz ve Ege Avrupa ile Afrika-Asya arasındaki bir mülteci mezarlığına dönüştü.
Nitekim Dünya Mülteci Günü’nden yaklaşık bir hafta önce, Libya’dan kalkarak İtalya’ya gitmek için yola çıkan ve 750 dolayındaki mülteciyi taşıyan teknenin Yunanistan açıklarında alabora olması ile bugüne kadarki en büyük mülteci faciası yaşandı.
Faciadan günlerce sonra yapılan açıklamada 104 kişinin canlı kurtarıldığı, 78 kişinin cansız bedenine ulaşılırken 568 kişinin de “kayıp” olduğu açıklandı.
Facianın üstünden bir hafta geçmiş olmasına karşın teknenin nereden kalkıp nereye gittiğine, nasıl battığına, hatta batırıldığına dair çelişkili açıklamalar ve belirsizlikler sürüyor. Dahası facia ile ilgili olarak Yunanistan sahil güvenlik güçleriyle Avrupa Birliğinin Sınır Koruma Ajansı Frontex’in yetkilileri birbirini suçluyor.
27 Avrupa Birliği (AB) ülkesinin içişleri bakanları geçtiğimiz perşembe günü Lüksemburg’da yapılan zirvede “iltica reformu” konusunda anlaşmaya vardı. AP tarafından da onaylanması gereken düzenlemeye göre kara ve deniz yoluyla AB’nin sınır ülkelerine gelenler için sığınmacı kampları kurulacak. Yücel Özdemir arkadaşımız AB’nin mültecileri nasıl perişan etmeye hazırlandığını gazetemizin 9 Haziran günlü sayısındaki köşesinde ayrıntılarıyla gösterdi.
MÜLTECİ SORUNUNDA IRKÇILIK VE ŞOVEN MİLLİYETÇİLİK GÜÇLENDİ
Türkiye AB’nin ve ABD’nin de göçmen deposu durumunda.
Erdoğan’ın tek adam rejimi mülteci politikasını bazen ensar-muhacir ilişkisi üstünden yeni Osmanlıcı dış politikasının ve giderek de onları kendi seçmenleri olarak kullanmak üzere projeler dereye sokarak kurarken; AKP’ye yakın sermaye kesimleri ise mültecileri asgari ücret altında sigortasız, hiçbir hak hukuk tanımadan sürdürdüğü ekonomik programının dayanağı olarak kullanmaktadır.
Tek adam rejimi bir yanda AB ile “Geri Kabul Anlaşması” yapıp ülkeyi batılı emperyalist ülkelerin gönüllü mülteci deposu yaparken öte yanda da “Mültecilere 40, 60, 70 milyar dolar harcadık. Gerekirse daha da harcarız” propagandası yapıyor, böylece mültecilerin olduğu kadar mülteci olmaya hazırlanan Müslüman ülke halklarının kalbini kazanmayı amaçlıyor.
Ancak öte yandan ırkçı şoven odaklar mülteci düşmanlığını kışkırtarak hızla güç kazanmaktadır. Nitekim Kılıçdaroğlu, özellikle “ikinci tur”da “İnsan haklarına aykırı olmayan”, “Irkçılığa varmayan” bir göçmen karşıtlığı diye tarif ettikleri çizgiyi terk ederek Ümit Özdağ ile ırkçı, sosyal şoven nitelikli bir protokol imzalamıştır.
Ama mülteci düşmanlığında nereye gelindiğini Hatay’da enkazdan çıkarılan Suriyeli kadının söyledikleri özetlemektedir. Enkazdan çıkarılan Suriyeli kadına gazeteciler, nasıl kurtarıldığını soruyorlar. Kadın yanıtı “Bağırırsam Suriyeli olduğumu anlar beni kurtarmazlar diye düşündüğüm için bağırmadım. Sadece duvarlara vurarak orada olduğumu duyurmaya çalıştım” diyerek veriyor. Ki bu yanıt Türkiye’nin mülteci düşmanlığının boyutunu; mültecilerin bunu nasıl ve ne kadar derinden hissettiğinin geldiği yeri göstermektedir!
MÜLTECİ SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN!
Bugün aslında eleştirilen, daha doğrusu eleştirilmesi gereken mülteciler değil; tek adam yönetiminin mülteci politikasıdır. Ki, bu politikanın en mağduru olanlar da mültecilerdir.
Bu yüzden de bugün öne çıkarılması gereken;
- Elbetteki şoven milliyetçiliğin zirvesine vardırılan ırkçı politikalara karışı tavizsiz mücadele edilmesi,
- Ülkeyi AB’nin mülteci deposu yapan “Geri İade Anlaşması”nın derhal iptal edilmesi,
- Bugün karşılaşılan sorunları çözecek bir mülteci yasasının çıkarılması,
- Geri gönderme gibi ütopik çözümleri bir yana bırakarak, mülteci istiyorsa ülkesine geri dönmesinin koşullarının sağlanması, hangi ülkeye gitmek istiyorsa o ülkeye göndermeyi dikkate alan ama aynı zamanda bir entegrasyon yasası ile Türkiye’de kalmak isteyen mültecilerin entegrasyonunu sağlayan düzenlemelerin yapılması,
- Mülteci işçilerle yerli işçilerin aynı yasal haklara sahip olarak çalışması sağlanarak, mülteci işçi-yerli işçi arasındaki rekabete son veren uygulamaları derveye sokarak mülteci sorununun insan hakları ve işçi sınıfı enternasyonalizmi doğrultusunda çözümü en acil sorun olarak karşımızdadır.
Ama gelişmeler dikkate alındığında tek adam yönetimi ve arkasındaki ittifak mültecileri mülteci sorununu gerçekçi biçimde çözmek yerine iç, dış ve ekonomik politikalarının bir aracı olarak kullanma kararlılığından vazgeçmeyecek görünmektedir.
Dünya Mülteci Günü vesilesiyle bunları bir kez daha hatırlatıyoruz.
- Bakan Tekin ve arkasındakiler laikliğe cepheden savaş açan bir konumdadır! 21 Kasım 2024 04:52
- İktidar 'iç cepheyi güçlendirmek' istiyor, emek ve demokrasi güçleri ise 'birleşik mücadele' diyor 17 Kasım 2024 04:44
- Ülke ve halkın sorunlarını çözmeyen iktidar yeni suç ve cezalar ihdas ediyor 13 Kasım 2024 04:58
- Sermaye ve emek güçleri arasında sert mücadeleler dönemi! 10 Kasım 2024 04:46
- İktidar kayyımı muhalefeti ezmenin koçbaşına dönüştürüyor 06 Kasım 2024 04:58
- Tek gerçekçi seçenek yığınların siyasete doğrudan müdahale ettiği bir mücadeledir! 03 Kasım 2024 04:47
- İnsanca yaşayacakları bir asgari ücret için işçiler kendi ölçütlerini koymalı! 31 Ekim 2024 07:58
- Sermaye tüm güçlerini emekçilere karşı seferber ederken sendikalar ne yapıyor? 27 Ekim 2024 04:45
- Erdoğan-Bahçeli ittifakı: Büyük iddialar küçük hesaplarla nereye kadar? 24 Ekim 2024 12:49
- Emek mücadelesi için son derece önemli bir dönemin eşiğinde! 21 Ekim 2024 05:04
- ‘Kürt sorununun çözümü’ konusunda demokrasi güçlerinin inisiyatif alma zamanı! 17 Ekim 2024 05:14
- İktidarın ‘iç cepheyi güçlendirme’ stratejisi muhalefeti etkisizleştirmekten geçiyor 12 Ekim 2024 05:03