Kürt solu-Türk solu tartışması ve ittifak sorunu-1
Fotoğraf: Yüksel Fırat/Evrensel
Kürt özgürlük hareketi ile sol-sosyalist güçler arasında ittifakların kurulması sürecinde başlayan tartışmalar, seçim sonuçlarıyla ilgili değerlendirmeler üzerinden devam ediyor. Tarihsel arka planı da olan bu tartışmaların yakın dönemde üç önemli dönemeçten geçtiğini söylemek mümkün: Birincisi; ‘Cumhur’ ve ‘Millet’ İttifakları karşısında halk güçlerinin devrimci-demokratik seçeneğini oluşturma arayışları bağlamında yapılan ve TKP, TKH ile Sol Partinin ayrışarak ‘Sosyalist Güç Birliğini oluşturması ve Kürt özgürlük hareketinin en güçlü bileşeni olan HDP ile EMEP ve TİP’in de içinde yer aldığı güçlerin Emek ve Özgürlük İtitfakını kurmasıyla sonuçlanan tartışmalar. İkincisi Emek ve Özgürlük İttifakının seçimlere nasıl gireceği belirlenirken TİP’in Yeşil Sol Parti çatısı dışında kendi listesinden girmesi üzerine sürdürülen tartışmalar. Ve üçüncüsü de Yeşil Sol Partinin HDP’nin daha önceki seçimlerde aldığı oylardan görece düşük oy alması üzerinden hem partilerin kendi içlerinde ve hem de ittifak içinde yürüttükleri tartışmalar.
Seçimleri Erdoğan’ın kazanması ve Cumhur İttifakının Mecliste çoğunluğu sağlaması, kuşkusuz emek ve demokrasi güçlerine karşı saldırganlığın daha da arttırılacağı bir dönemin bizi beklediğini gösteriyor. Erdoğan’ın seçim “zafer”ini ilan ettiği balkon konuşmasında “Selo’ya idam” sloganlarını attırması, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın Anayasa’ya aykırı bir biçimde cezaevinde tutulmaya devam edilmesi ve hazine ve maliyenin başına getirilen Mehmet Şimşek’in ekonomideki kötü gidişatın faturasını işçi sınıfı ve emekçi halka ödettirmek üzere ilan ettiği “Ortodoks ekonomi politikası” -ki, Millet İttifakı bu saldırı programının kendi programı olmasıyla övünüyor- bizi nasıl bir dönemin beklediği konusunda yeterince fikir veriyor. Ancak kamplaştırıcı/kutuplaştırıcı siyasetin de bir sonucu olarak toplumun yarısının itirazının görünür olduğu böylesi bir tabloda iktidarın da işinin kolay olmadığına/olmayacağına işaret etmek gerekiyor. Dolayısıyla emek ve özgürlük güçleri, moral bozukluğuna izin vermeden ve bu dönemin mücadelenin olanaklarını da arttırdığını/arttıracağını görerek tartışmalardan doğru sonuçlar çıkarma ve yeni döneme daha güçlü hazırlanma görev ve sorumluluğuyla karşı karşıya bulunuyor.
Denilebilir ki, bu dönem boyunca yürütülen tartışmalarda en tahrip edici ve mücadele birliği duygusunu en fazla zedeleyici noktalardan biri de ortaya çıkan sorun ve anlaşmazlıkların Kürt solu ve Türk solu arasındaki sorun ve anlaşmazlıklar biçiminde tarif edilmesi oldu -ki, bu tartışmaların böylesi tahrip edici sonuçlara yol açmasında zaman zaman sosyal medya kampanyasına dönüşmeleri etkili bir rol oynadı.
Elbette geçmişten dersler çıkarabilmek ve mücadeleyi ilerletebilmek için tartışma yapmak, eleştiri ve öz eleştiri mekanizmasını çalıştırmak önem kazanıyor. Ancak bunu başarabilmek için her şeyden önce bu tartışma ve eleştirileri doğru bir zemine oturtmak gerekiyor. Bu yazının amacı da yaşanan sorun ve anlaşmazlıkların Kürt solu-Türk solu ayrışması üzerinden ele alınmasının eleştirisi üzerinden bu tartışmaların doğru bir zeminde ilerletilmesine katkı sunmaktır.
Tarihsel arka plandan başlayalım.
Bilindiği gibi cumhuriyet rejiminin kurucu kadroları ‘Misakımilli’yi “Türklerin ve Kürtlerin yurdu” olarak tanımlamış, Kürtlere ‘muhtariyet’ sözü vermiş ancak cumhuriyetin ilanından sonra Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde bir “ulus-devlet” inşasına girişilmiş ve Kürtlere karşı inkar, imha ve asimilasyon politikası uygulamaya konulmuştu. Bu dönem bu politikaya karşı gelişen Şeyh Said’den, Ağrı ve Dersim’e kadar Kürtlerin ulusal hak istemli bütün kalkışmaları “feodal-dinci gericilik”, “aşiretçilik-eşkıyalık”, “Dış güçlerin kışkırtması”, “Ekonomik geri kalmışlık” gibi kendileri (ulusal sorun ve bağlı hak ve taleplerin) dışındaki olgularla açıklanarak kanlı bir şekilde bastırılmıştı.
Mustafa Suphi’nin kurucusu olduğu Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye’de ulusların kaderlerini tayin hakkını kabul eden ve federatif bir cumhuriyeti programına koyan ilk partiydi. Ancak Sovyetler Birliği’nden Anadolu’ya geçen Mustafa Suphi ve yoldaşlarının 1920’de Karadeniz’de katledilmesi sonrasında Şefik Hüsnü’nün TKP’si ulusal soruna dair yaklaşımda sosyal şoven bir çizgiye savruldu. Cumhuriyet rejiminin Kürtlerin ulusal hak istemli kalkışmalarını kanlı biçimde bastırmasında “ilericilik” keşfederek bunu “Feodalizmin, dinci gericiliğin tasfiyesi” vb. adına savundu.
Tartışmamız bağlamında altı çizilmesi gereken ilk nokta, TKP’nin Kemalizmi olumlayan bu revizyonist tutumunun Marksizmin ulusal soruna yaklaşımını çarpıtarak sonraki dönemlere kötü bir miras bıraktığıdır. Ancak burada Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın Kürt sorunu/ulusal sorun karşısında TKP’nin sosyal-şoven çizgisinden farklı bir tutum aldığını da not etmek gerekiyor.
Öte yandan uzun sayılabilecek bir sessizlik döneminden sonra bir yandan Güney Kürdistan’da Barzani hareketinin ve öte yandan ülke içinde yükselişe geçen sol-sosyalist hareketin etkisiyle 1950’lerin sonları-1960’ların başlarında Kürt ulusal mücadelesi de yeniden canlanmaya başlamıştı. Bu döneme Güney’de (Irak’ta) Kürt hareketinin güçlenmesine tepki olarak 50 genç Kürt aydınının tutuklanması (Tutuklananlardan Ankara Hukuk son sınıf öğrencisi Mehmet Emin Batu, mide kanaması geçirerek yaşamını yitirmişti) ve tarihe ’49’lar Olayı’ olarak geçen dava ve 1967’de o dönem Türkiye İşçi Partisi içinde örgütlü olan Kürt gençliğinin başını çektiği ‘doğu mitingleri’ (Suruç, Silvan, Siverek, Batman, Dersim ve Ağrı mitingleri) damga vurmuştu.
Başka bir deyişle Kürtlerin yeni ulusal kurtuluş hareketi, Türkiye sosyalist hareketi içinde mayalanmıştı -ki, bunu Öcalan da defalarca dile getirmişti. Bu sürecin bir devamı olarak 1969’da DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) kurulmuş ve sol-sosyalist hareket içinde yer alan Kürtler, ulusal kurtuluşu merkezine koyan ayrı örgütlenmeyi savunmaya başlamışlardı. O dönem kendilerini “sosyalist”, “Marksist-Leninist” olarak tanımlayan birçok Kürt örgütünün kurulduğu biliniyor.
Tartışmamız bağlamında altı çizilmesi gereken ikinci nokta şudur: Bu örgütler Kürtlerin ulusal kurtuluşunu hedefliyor ve bu kurtuluşu “sosyalist” ya da “Marksist-Leninist” bir programa bağlıyorlardı. Başka bir deyişle bu hareketler ulusal/ulusal kurtuluşu amaçlayan hareketlerdi ve o dönem gerek Türkiye’de ve gerek dünya genelinde ulusal kurtuluş hareketlerinin sosyalizmden etkilenmelerinin bir devamı olarak “sosyalist bir Kürdistan” kurulmasını hedefliyorlardı.
Demek ki, bu hareketlerin sosyalizmden etkilenerek ulusal kurtuluşa yönelmeleri, ulusal kurtuluş hareketleri/örgütleri olmaları gerçeğini değiştirmiyordu.
Aynı dönemlerde Türkiye sol-sosyalist hareketi içinde de TKP revizyonizminden ve TİP’in parlamenter sosyalizminden kopuşu sağlayan yeni örgütler ortaya çıkmıştı. Denizlerin, Mahirlerin, İboların başını çektiği bu yeni örgütlerin revizyonizm ve reformizmden kopuşunun göstergelerinden biri de Kürt sorunu konusunda ortaya koydukları tutum ve bu temelde ulusların kaderini tayin hakkını savunmalarıydı -ki, Deniz’in darağacında haykırdığı “Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi” ve “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi” sözleri bu kopuşun en somut ifadesiydi.
Marksizm-Leninizm (M-L), kapitalist sistemin temel çelişkisi olan emek-sermaye çelişkisinin işçi sınıfının kurtuluşu ve sömürüsüz bir dünya kurulması temelinde çözümünü savunur. Dolayısıyla uluslararası bir sınıf olan işçi sınıfının ideolojisi olarak M-L, milli değil enternasyonalist bir harekettir. Bu hareketin başarısı için zorunlu olarak tek tek ülkeler düzeyindeki örgütlenmeler, bu hareketin milli değil; enternasyonal bir hareket olduğu gerçeğini değiştirmez.
Burada işaret edilmesi gereken üçüncü nokta şudur: Türkiye’de 1970’lerden itibaren Marksizm-Leninizme yönelen Türkiye sol-sosyalist hareketleri (Bu hareketlerin M-L’yi kavrayışındaki ideolojik çarpıklıklar başka bir tartışma konusudur) “milli” ya da “Türk” olarak tanımlanamaz ve zaten kurucularından başlayarak (H. İnan, Ö. Ayna, H. Cevahir gibi) bu hareketler içinde azımsanmayacak oranda Kürt devrimci-sosyalistleri yer alıyordu.
Tartışmamızın tarihsel arka planına dair işaret edilen bu noktalardan çıkartılması gereken sonuç ise, şudur: Bir yanda kökleri Şefik Hüsnü TKP’sine dayanan Kürt sorunu karşısındaki sosyal şoven tutum ve Kürt ulusal kurtuluş hareketlerinin sol-sosyalist bir gelenek içinde şekillenmesi ilk bakışta Türk solu-Kürt solu tanımlamasının ve sorunların bu ayrım üzerinden tartışılmasının doğru olduğu yanılsamasına yol açabilir. Oysa gerçekte bu ayrım Kürt ulusal hareketi/hareketleri ile Türkiye sol-sosyalist hareketleri arasındaki ayrımdır ve tartışmanın temelinde de Türkiye sol-sosyalist hareketlerinin Kürt sorununa yaklaşımı ve Kürt özgürlük hareketi ile ilişkileri sorunu vardır.
Öyleyse tartışmanın doğru bir zemine oturtulması için öncelikle sorunun Kürt özgürlük (ulusal kurtuluş) hareketi ile Türkiye sol-sosyalist hareketleri arasındaki ilişki biçiminde tanımlanması gerekiyor. Kim ne derse desin, Kürt solu-Türk solu tanımlaması, Ş. Hüsnü TKP’sinin sosyal şoven çizgisini tersten doğrulayan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle bu yaklaşım, Kürt ulusal hareketi ile Türkiye sol-sosyalist hareketi arasındaki sorunu “millilik” üzerine kurarak ortak mücadele zeminini tahrip edici bir rol oynuyor.
Demek ki, yürütülen tartışmaların mücadelenin ilerletilmesine hizmet edebilmesi için yapılması gereken ilk şey, Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye sol-sosyalist hareketi içinden herhangi bir örgüt/parti arasındaki sorunu, Kürt solu-Türk solu ayrımı üzerine oturtma kolaycılığından kaçınmak olmalıdır.
Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye sol-sosyalist güçleri arasında bir mücadele ittifakı olarak kurulan Emek ve Özgürlük İttifakının seçimlerde beklenenden az oy alması üzerinden bu ittifakı hedef alanlara Mustafa Karasu “Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yanında yer alanlar ve bunun bedelini ödeyenler hâlâ da en fazla sosyalistlerdir” sözleriyle yanıt veriyor. Bu değerlendirme ayrıca sorunu Kürt özgürlük hareketi/mücadelesi ile sosyalistler arasındaki ilişki olarak tanımlaması bakımından da önem taşıyor.
Yakın dönemde ittifakların kurulması sürecinden bugüne kadarki tartışmaları yazının ikinci bölümünde ele alacağız.
- Trump, Erdoğan’ı niye övüyor? 10 Ocak 2025 04:40
- Türkiye-İsrail rekabeti ve Kürt sorunu 07 Ocak 2025 05:30
- Suriye’deki gelişmeler ve kapısı aralanan yeni ‘süreç’ 03 Ocak 2025 07:30
- Öcalan'ın mesajı ve yeni sürecin işaretleri 30 Aralık 2024 12:47
- HTŞ yönetimi ve Suriye'nin etnik-dinsel fay hattı 27 Aralık 2024 06:20
- Suriye ve yeni Osmanlıcılık 24 Aralık 2024 05:00
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30
- Yeni Suriye kurtlar sofrasında! 17 Aralık 2024 05:00
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55