İşçiler sağcı olur mu?
Fotoğraf: Freepik
Seçim sonuçları üzerinden ya da seçimler vesile edilerek yapılan yüzeysel değerlendirmelerin yanı sıra bir kısmı Evrensel’in sayfalarına da yansıyan “teorik irdeleme ve çıkarımlar” kapsamında daha kapsamlı değerlendirmeler de devam ediyor. Gereği ve doğru bir zemine oturması koşuluyla yararı kuşku götürmez olan bu tartışmalarda, birbiriyle tümüyle ayrışan iki unsurun karıştırıldığı örnekler olmakla birlikte, işçi sınıfı ve çalışan halkın diğer kesimlerinin mevcut durumu ve bu durumdan çıkışı için gereksinilenleri öne çıkaran makaleler de bulunuyor.
Bu tartışma burjuva partilerinin içi-dışıyla kapitalistlerin saflarında da devam ediyor. Orada ama daha çok mevcut iktisadi-sosyal koşulların ürünü açmaz ve sorunların sistem çıkarları ve gerekleri kapsamında nasıl aşılacağı tartışılıyor. Büyük sermaye kuruluşlarının yönetici ve sözcüleriyle içinde bulunduğumuz dünya koşullarında, uluslararası alandaki en gerici yönetimlerden biri olan tek adam yönetimi arasındaki ilişkilerin bir “seyrüsefer” iş birliği içinde, batağa kapılmaksızın sürdürülmesinin plan ve formülleri tartışılıyor. Bu yapılırken, sermaye karının tehdit edilmemesi, bunun için de örneğin asgarisi de dahil ücretlerin düşük tutulması, vergilerin işçi ve emekçilerin sırtına yıkılması, teknik olanaklardan yararlanılarak çalışma süresi ve verimliliğinin artırılması için önlemlerin ne olması gerektiği de belirleniyor. Sadece bizde değil uzun süredir yüz binlerce emekçinin sokaklara dökülerek protesto gösterileriyle sermaye ve devlet saldırılarını püskürtmeye çalıştığı Fransa ve diğer kapitalist ülkelerde de sermaye-emek çelişkisi ve “çatışması” kapsamında bu ve daha da kapsamlı saldırı planları yürürlükte.
Bu böyleyken ama Türkiye dahil ve çok sayıdaki Batı ülkesinde yapılan seçimlerde faşizan, yabancı düşmanı, sağ gerici sermaye partileri, aralarında önemli bir emekçi seçmenin de olduğu kitlelerin azımsanamayacak kesimlerinden destek görerek ya hükümet partileri konumuna yükselmekte ya da bu ülkelerin parlamentolarında mevzi edinmektedirler. Daha da çarpıcı olanıysa bu durumun son on yıllarda halk düşmanı politikaların ağır saldırı programlarıyla uygulamaya geçirilmesine karşın tersi yönde sözü edilir bir değişim geçirmemesidir. Mevcuttaki bu “genel manzara”nın, muhalif halk kitleleriyle devrimci ve sosyalist örgüt ya da partilerin safları da dahil olmak üzere moral-manevi olumsuz etkilere yol açtığı ise inkar edenin ancak kendini kandıracağı bir “gerçeklik” durumunda.
Bu da-yani durum buysa eğer- bizim cepheden yapılan ve yapılacak olan irdelemelerde tek yanlılıktan kaçınmayı; olgu ve gelişmeleri uluslararası ve ülkedeki iktisadi-sosyal koşullar ve sınıf güç ilişkilerindeki değişimleri göz önünde tutmayı gerekli ve önemli kılıyor. Sosyalizmin somut ve yaşanılan bir toplumsal sistem boyutuyla dünyanın gündeminde olduğu, bunun da tekil ülkelerdeki işçi-emekçi ve komünist hareketin gelişimini moral manevi güç desteğiyle takviye ettiği; Vietnam ve Filistin ulusal kurtuluş hareketleriyle Çin ve Küba devriminin halkların ve onların en mücadeleci kesimlerini motive ettiği koşulların dünyasıyla günümüz dünyası arasındaki farklılıkları görmezden gelen ya da unutan herkes aldanıyor demektir.
Bu ‘genel durum’un sonuçlarından biri de tekil ülkelerde sermaye-emek; burjuvazi-işçi sınıfı ilişkilerinde, sermayeden yana güç konumlanmasının sağlanmasıdır. İşçi ve komünist hareketin yer yer ve kimi zaman önemli hamlelere kalkışmasına ve bu hamleleriyle çalışma ve yaşam koşullarında kimi iyileştirmeleri sağlamasına rağmen, sermayenin uluslararası saldırı programını püskürtmeyi henüz başaramadığı bir dünya durumudur söz konusu olan. Kuşkusuz sözü edilen “değişmez”lik gösteren bir “statüko” değildir. Arap ülkelerindeki kimi başkaldırılardan, Latin ülkelerindeki halkların mücadelesi ve kimi sonuçlarından, Hindistan, ABD, Brezilya, Fransa gibi ülkelerdeki işçi sınıfı ve kent küçük burjuvazisiyle orta kesimlerin kitlesel sokak eylemleriyle bazı ülkelerdeki sendikal hareketteki farklılaşmalardan söz edilebilir. Mücadele ve çatışma olmaksızın gelişme olmaz ve bunlar da gelişmenin sancılı süreçlerinde ortaya çıkan tutumların göstergeleridir.
Bizdeki seçim sonuçları-kuşkusuz öncesindeki haller de dikkate alınarak-üzerinden ve fakat kaçınılmaz şekilde dünyadaki durumlarla da bağlantısı gözetilerek yapılan irdelemelerde (Bunu devrimci cenahımız açısından belirtiyoruz) dikkat çekici olan bir diğer unsur-bu elbette ilkiyle bağlantılıdır- işçi sınıfı ve emekçilerin “sağa kayıp kaymadığı” konusudur. Gelişmelerin ve bu kapsam dahilinde seçimler aracıyla “gösterilmiş olunan tutumlar”ın sınıf bazlı-sınıf mücadeleleri temel alınarak yapılmasında ısrar etmek elbette önemlidir. Ancak onca yaşanılanlardan sonra bunu reddedecek bir sosyalistin olmayacağı varsayılabilir. Buna rağmen ama işçinin mutlak şekilde solda, burjuva ve kapitalistin mutlak olarak sağda yer alacağı şeklinde bir belirleme de yapılmamalıdır. Sınıf mücadelesi klişeleştirilmiş yüzeysel formüllere sığdırılmaya çalışılmadıkça, ekonomik çıkar farklılığının, siyaset ve ideolojik etkinin, kültürel-ruhi unsurların hep ve her biri olarak insan-ve sınıf davranışı tutumunda etkili olduğu reddedilemez. Hal böyle olduğunda da işçi sınıfı başta olmak üzere emekçilerin siyasal tutum ve seçişlerinin illa da üretim sürecindeki ve sosyal hayattaki konumlarıyla uygunluk göstereceği; onların sömürülen ve ezilenler olarak yanılmayacakları ileri sürülemez. Aksi, mücadeleyi salt iktisadi koşul ve alanla sınırlı görme gibi bir darlığın yanı sıra, sömüren-sömürülen ilişkisinin işçi sınıfını -ve kent-kır yoksullarını-siyasal-ideolojik ve kültürel alandaki burjuva etkiden kendiliğinden sıyrılarak, sağa-sola da sapmadan, iktidar için de savaşmaya iteceği varsayımına götürür ki bu sınıfın devrimci siyasal parti olarak örgütlenip iktidar mücadelesine atılması gerekliliği ve kaçınılmazlığını reddetmek olur. Sömürülen sınıf elbette eninde sonunda kendisi için dövüşmeyi öğrenecek ve kavgasını sınıf kavgası boyutlarında zafere ulaştırmak üzere hareket edecektir. Ancak bunu, düzen partileri ve kurumlarının, burjuva devlet iktidarının etkisinden (Bu etki sömürü ifadesi olarak tutucu ve gerici karakterdedir) sıyrıldığı, kurtulduğu oranda başarabilecektir. İşçi ve emekçiler burjuva partilerinin politikasından “geçerek”, onun çirkefi, riyakarlığı ve alçaklığını görerek ve kapitalistlerin çıkarlarının ifadesi olduğunu kavrayarak devrimci- sosyalist politika ve partilerle birleşmeye ya da bu partiler olarak örgütlenmeye yönelirler. Sosyalist örgüt ve partilerin sorunu ve sorumluluğu bu süreci deyiş yerindeyse kısaltmak; bunun için açlık, yoksulluk ve işsizliğin olduğunu söylemekle yetinmeksizin-onu halk kitleleri zaten yaşayarak görürler-bu koşullardan kurtuluşun gücünü oluşturma çabasında yoğunlaşmaktır. İşçiler sağcı mı solcu mu tartışması da ancak bu durumda gereksizleşir. İşçi, sınıf kimliğiyle hareket etmeyi kolektif bir tutum olarak benimsediğinde, sınıfının karşıtı olan etkileri de defetmiş olur.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40