23 Haziran 2023 04:20

Kürt solu-Türk solu tartışması ve ittifak sorunu-2

eylem

Fotoğraf: Yüksel Fırat/ Evrensel

Paylaş

Bu yazının ilk bölümünde Kürt solu-Türk solu tartışmasının tarihsel arka planı üzerinden bu tanımlamanın problemli olduğuna değinilmiş ve sorunun Kürt özgürlük (kurtuluş) hareketi ile Türkiye sol-sosyalist hareketi arasındaki ilişki zemininde tartışılmasının gerekliliğine dikkat çekilmişti.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) hem Türk solu-Kürt solu tartışması ve hem de ittifak sorunu bakımından açıklayıcı bir deneyim oldu. Emek Partisini temsilen DTK çalışmalarına katıldığım dönemde zaman zaman “Aramızda Türk solundan arkadaşlar da var” söylemine muhatap olmamın tartışmamızın ve ittifak sorununun doğru anlaşılması bakımından öğretici olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bu söyleme muhatap kaldığımda “DTK çalışmalarına EMEP’in Kürt illerindeki örgütlenmesini temsilen katıldığımı (Ki o dönem ESP ve Halkevlerinden arkadaşlar da bu çalışmalara katılmıştı) ve eğer Türk solu isem Kürdi/Kürdistani bir yapılanma olan DTK içinde yer almamam gerektiğini” söylediğimde ise genellikle “Kusura bakma hewal, ağız alışkanlığı” cevabını alıyordum. Nihayetinde DTK çalışmalarına Kürt illerinde HDP/DBP’yi dışta tutarsak “Kürdistani ittifak” içinde yer alan parti ve örgütlerin hepsinden daha fazla örgütlü olan sosyalist bir partinin temsilcisi olarak katılıyordum-ki zamanında AKP temsilcilerinin de çalışmalarına katıldığı DTK’yi “bir terör yapılanması” ilan edip bizlere ceza veren mahkemeler de bizleri Kürt solu-Türk solu olarak ayırmıyordu. Dolayısıyla tartışma sadece ülkenin batısında değil, Kürt coğrafyasında da Kürt ulusal hareketi/hareketleri ve Türkiye sosyalist hareketini oluşturan partiler/örgütler arasındaki ilişki ve ittifak sorunu olarak karşımıza çıkıyordu.

Şimdi artık Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye sol-sosyalist hareketi arasında yakın dönemdeki ittifak sorununu tartışmaya geçebiliriz.

Kürt sorunu bağlamında ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının savunulup savunulmaması ya da nasıl savunulduğu Türkiye sol-sosyalist hareketi içinde önemli ayrım noktalarından birini oluşturuyor. Bu ayrımı Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesini Türkiye işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesinin müttefiki olarak görüp görmeme biçiminde de tanımlayabiliriz.

Geçtiğimiz dönem ittifak sorunu, en gerici güçlerin ittifakı olan Cumhur İttifakı ve onun karşısında sistemin restorasyonundan öteye gitmeyen (Ve bu nedenle yenilgiye uğrayan) Millet İttifakının dışında işçi sınıfı ve halk güçlerinin çıkarlarını temel alan ve onların en geniş birliğini hedefleyen bir seçenek yaratma biçiminde ortaya çıkmıştı. Elbette bu ittifak seçimlerle sınırlı olmayan ve seçimleri kim/hangi ittifak kazanırsa kazansın işçi sınıfı ve halklarımızın insanca yaşayacağı eşit, özgür, laik ve demokratik bir ülke kurulması mücadelesini sürdürecek olan bir ittifak olmalıydı.

Sol Parti, daha en başından ittifakın temel taleplerini/çerçevesini tartışmadan bu ittifak çalışmalarının içinde Kürt özgürlük hareketinin olması nedeniyle çalışmalara katılmayı reddetmişti. TKP ise bu çalışmalardan çekilirken Kürt hareketinin antiemperyalist olmadığı ve laikliği savunmadığı gerekçelerini öne sürmüştü. Rojava’daki durum üzerinden Kürt hareketinin toptan “emperyalizm iş birlikçisi” olarak damgalanması ve laisizm gerekçesi, Ş. Hüsnü TKP’sinin Kürt sorunu karşısındaki sosyal şoven tutumunu hatırlatıyordu. Üstelik ülke tarihinin son 30 yılında sekülerleşme mücadelesine en büyük katkıyı yapan hareketten uzak durmayı “Laikliği yeterince savunmadığı” gerekçesine dayandırmak da fazlasıyla manidardı! Öte yandan emperyalistlerin Kürt sorununu istismar etmesinin önüne geçebilmenin yolu da Kürt hareketini emperyalizm iş birlikçisi ilan etmekten değil, ulusal hak eşitliğini en ileriden savunup birlikte mücadele etmekten geçiyordu.

TKP ve Sol Partinin ayrışıp Sosyalist Güç Birliğini oluşturmalarının aksine böylesi bir mücadele birliği temelinde EHP, EMEP, HDP, SMF, TİP ve TÖP’ün Emek ve Özgürlük İttifakını kurmaları Kürt solu-Türk solu ayrışmasının değil; Kürt özgürlük hareketi karşısında Türkiye sol-sosyalist güçleri arasındaki ayrışmanın bir ifadesi olarak anlam kazanmıştı.

Mücadele birlikteliği ve ittifak bakımından tahrip edici bir diğer gelişme de Emek ve Özgürlük İttifakının seçimlere nasıl gireceği sürecinde yaşanan tartışmalardı. Seçimlerde milletvekili çıkarılabileceği beklentisinin olduğu illerde tek partinin çatısından ve diğer illerde seçime girme yeterliliği olan üç partinin (Kapatma tehdidi altındaki HDP’nin seçimlere onun amblemi ile katılma kararı aldığı YSP, TİP ve EMEP) katılması temelinde alan boşaltmaya dayalı bir seçim taktiğinin kabul görmemesi ve sonrasında TİP’in seçimlere kendi listesiyle katılma kararı alması, HDP ve TİP arasında ittifakın geleceğini de zedeleyen bir tartışma yaşanmasına yol açmıştı. Elbette eğer bir ittifaktan söz ediliyorsa ittifak içinde yer alan partilerin de kendi amblemi ile seçimlere katılma hakkı olduğu kabul edilmelidir. Ancak bunu kabul etmek, partilerin kendi örgütsel çıkarlarını ittifakın (halk güçlerinin) genel çıkarlarının önüne çıkarmalarını da doğru kılmaz. Dolayısıyla bu durum, TİP’in kısa vadeli örgütsel çıkarlarını merkeze koyarak ittifakın uzun vadeli çıkarlarını zedeleyici tutumunun eleştirisini de haksız çıkarmaz.

Burada ittifak sorununa biraz daha açıklık getirmek gerekiyor. Her toplumsal sınıf ya da katman kendi (Temsil etme iddiasında bulunduğu sınıf ya da grubun) çıkarları temelinde ittifaklar yapar ya da yapmayı hedefler. İşçi sınıfının devrimci partisi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunup ve bu temelde ezilen ulus hareketiyle ittifak yaparken bir yandan demokrasi mücadelesi bakımından büyük önem taşıyan ulusların tam hak eşitliğinin gerçekleşmesini -ki demokratik hakların kazanılması sosyalizmin olanaklarını büyütür- öte yandan da işçi sınıfının birliğinin ve ortak mücadelesinin önündeki milliyetçi bariyerlerin/ön yargıların kaldırılmasını hedefler.

Tam da bu nedenle Kürt özgürlük hareketi de ittifak yaparken kendi gücü ve ittifak yaptığı sol-sosyalist güçlerin gücü arasındaki orantısızlık nedeniyle zaman zaman ortaya çıkan ya da yaratılan algının aksine birilerine iyilik olsun diye değil, kendi politik hedefleri (radikal demokrasi programı) doğrultusunda ittifak yapmaktadır. Her politik güç gibi Kürt özgürlük hareketinin de ittifak politikasının temelinde yatan gerçeklik budur. Dolayısıyla ittifak hukuku da bu gerçekliğin (İttifakın karşılıklı çıkarlara dayalı bir politika olduğu) üzerine kurulmalıdır.

Son olarak YSP’nin seçimlerde beklenenden az oy alması üzerinden uzun zamandır fırsat kollayan bazı çevrelerin Kürt özgürlük hareketi ile sol-sosyalist güçler arasındaki ittifakın yararsız olduğu propagandasına değinmek gerekiyor. Daha ortaya çıkarken bile kendisini seçimlerle sınırlamayan bir mücadele ittifakı olarak ilan eden bir ittifakın başarısının sadece seçim sonuçları üzerinden değerlendirilmesine cevaben geçmiş bir ittifak deneyimini hatırlatmak yararlı olacaktır. Öcalan’ın uluslararası bir operasyonla Türkiye’ye getirildiği ve mücadeleci güçler üzerinde yenilgi havasının yaratılmak istendiği 2002 seçimlerinde HADEP, EMEP, SDP ve DEHAP ‘Emek, Barış, Demokrasi Bloku’nu kurmuş ve DEHAP çatısında girdikleri seçimlerde yüzde 6.22 oranında oy alarak barajın altında kalmıştı. Ancak o dönem Edirne’den Hakkâri’ye, Diyarbakır’dan Ankara’ya, Samsun’dan Urfa’ya, Dersim’den Çorum’a ve İzmir’den Ordu’ya kadar ülkenin her tarafında yürütülen seçim çalışmaları umutsuzluk ve yenilgi havasının dağıtılmasında önemli bir rol oynamıştı. Blok, seçim sonuçları bakımından isteneni alamamıştı ama mücadelenin uzun vadeli hedefleri bakımından sonuçları daha sonra HDP’de görülecek olan yeni bir sayfanın açılmasını sağlamıştı.

Burada söylenenler son seçimlerde ortaya çıkan tablonun iyi analiz edilmesi, eleştiri ve öz eleştiri mekanizmasının işletilerek mücadelenin geleceği için doğru sonuçlar çıkartılması gerekliliğini ortadan kaldırmıyor. Ancak tartışmayı sadece seçim sonuçlarına odaklayarak da karşı karşıya kalınan saldırganlık karşısında işçi sınıfı ve halk güçlerinin nasıl seferber edilebileceği sorusuna/sorununa yanıt olunamaz.

Bitirirken belirtmekte yarar var: Daha bugünden toplumun yarısının rejime itirazı ortadayken CHP başta yenilgi havasından çıkamayan burjuva muhalefetin umutsuzluğa kapılıp iç tartışmalara sürüklenmesi karşısında demokrasi, barış, insanca çalışma ve yaşam ve laiklik başta olmak üzere acil talepler etrafında halk güçlerinin en geniş mücadele birliğinin sağlanması, bugün dünden de önemli hale gelmiştir. Karşı karşıya kalınan saldırganlık, yeni dönemde işçi sınıfı ve halkların çıkarlarını savunma iddiasındaki bütün güçlere kendi politik tutumlarını bu gerçekliğe göre gözden geçirme görev ve sorumluluğunu yüklüyor. Çünkü rejimin emeği ve demokratik kazanımları hedef alan çok yönlü saldırganlığı karşısında işçi sınıfı ve halk güçleri en geniş birlikteliği sağlayıp mücadele edebildikleri oranda ülkenin kaderini belirleyecek güç/ittifak haline geleceklerdir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa