24 Haziran 2023

Futbol hayatsa eğer…

Bir Amerikan futbolu takımı menajerinin İngiltere Premier Ligi’nde mücadele eden bir futbol takımının başına geçmesi fikri üzerine kurulan ve 2020’de seyirciyle buluşan “Ted Lasso”, üçüncü sezonuyla ekranlara veda etti.

İlk başlarda bir “futbol dizisi” gibi görünse ve algılansa da aslında çok daha fazlasıydı. Diziye adını veren Koç Ted Lasso’nun başka koşullarda sinir bozacak kadar ‘iyi’ ve ‘Amerikan’ olması bile batmıyordu üstelik!

Kendisini aldatan zengin kocasından intikam almak için, nafaka olarak aldığı AFK Richmond kulübünü batırmaya karar veren Rebecca’nın bulabildiği en iyi fikir Amerikan futbolu menajerini takımın başına getirmek olur. Yardımcısı Beard ile birlikte Londra’nın yolunu tutan Ted Lasso yalnızca yabancısı olduğu bir kültürün değil, bir oyunun da içine düşer. Çünkü gerçekten ofsaytın ne olduğu konusunda en ufak fikri yoktur. Ama tabii bir Amerikalı olarak ‘takım ruhuna’ güvenmekte ve ‘inanmayı’ önemsemektedir. İlk yaptığı şeylerden birisi soyunma odasının duvarına ‘inan’ yazılı bir döviz asmak olur.

Dizi bir yandan futbol ile hayat arasındaki bağın gücünü gözler önüne seriyor, diğer yandan bir kulüp etrafında kümelenmiş insanların dünyalarına da girerek yan hikayelerle anlatısını zenginleştiriyordu. İlk sezonun sonunda dizi tarihinin en iyi ‘Kendini iyi hisset’ yapımlarından birisi olduğu konusunda bir uzlaşı sağlanmıştı.

İlk başlarda, iki kültür (ABD- İngiltere / Futbol- Soccer) arasındaki çatışmadan beslenen yapım. Giderek futbolun arka planda bir fon olarak kaldığı, insan ilişkilerinin, hayata dair çok başka değerlerin öne çıktığı bir yapıma dönüştü. Hayata dair kaygıların, endişelerin, korkuların, sevinçlerin ve umutların AFC Richmond’un kaderiyle birleştiği, karakterlerin başına her ne gelirse gelsin seyircinin finalde kendini iyi hissettiği iki sezon izlemiştik.

Dizi, futbol dünyasının içine hasbelkader düşmüş, farklı sınıf ve kültürlerden gelen iki kadına da ayrı parantezler açarak ilerledi iki sezon boyunca. Rebecca ve Keeley’nin varlığı erkeklik üzerine inşa edilmiş futbol dünyasına tutulmuş bir ayna gibiydi. Bu iki kadın dizi boyunca futbolla yeniden üretilen erkeklikle yüzleşmemize aracı oldular. Rebecca kibirli zengin erkekler arasında ayakta kalmaya çalışırken, Keeley etrafındaki adamları ‘erkeklikleri’ ile yüzleştirip dönüştürmeyi başarıyordu.

Kimi hayranlarınca çok iyi bulunmayan üçüncü ve son sezon için de söyleyecek sözümüz var tabii ki. Kişisel olarak ‘beğenilmeyen’ şeyin ne olduğunu tam olarak anlayabildiğimi söyleyemeyeceğim. Bir “Ted Lasso” sezonundan beklenen hemen her şey bu sezonda da var. Belki kimi tekrarların artık cezbedici bir tarafı kalmamış olabilir oma onlar olmadan da dizinin ilerlemesi zor görünüyor.

Bu sezonun diğerlerine göre daha ayırt edici olan tarafı futbolun dışına daha fazla çıkıyor olması belki de. Roy ve Keeley’in ilişkisinin bitişi. İkisinin de ayrı yollara gitmesi. Kimi futbolcuların iç dünyalarına daha fazla giriyoruz. Özel hayatlarına, endişelerine… Cinsel yönelimler, ırkçılıkla mücadele etme biçimleri, şöhreti taşıma şekilleri, kıskançlıklar, çekememezlikler… Ted’in eski eşiyle ve oğluyla yeni bir evreye geçişi, Rebecca’nın yalnızlığıyla yüzleşmesi vb.

En nihayetinde benzer anlatıların çoğunda olduğu gibi düzen önce bozuluyor ve yavaş yavaş yeniden kuruluyor. Ta ki tekrar bozuluncaya kadar. “Ted Lasso”nun ilk iki sezonunu izleyenler söylentileri boş verip izlesinler bence bu sezonu da. Diziyi hiç izlemeyenler için sıcak yaz günlerinde keyifle izlenecek iyi bir “Kendini iyi hisset” seçeneği…

Evrensel'i Takip Et