24 Haziran 2023 04:05

Kaplan ve ejderha

Satranç tahtası ve hamle yapan oyuncu

Fotoğraf: Evrensel Bilgin

Paylaş

Hayatında hiç satranç turnuvasında oynamamış yüzlerce belki de binlerce satranç antrenörcüğü var ülkemizde. Elbette bu durumun baş sorumlusu, yeni spor bakanı daha henüz atanmadan tebrik etme konusunda herkesi geride bırakan Satranç Federasyonu Başkanı Gülkız Tulay’dır. Kendisi AKP iktidarı ile inanılmaz bir iş birliği içinde çalışma konusunda çok mahir. Son 10 yılda neredeyse bütün spor federasyon başkanları değişmişken Gülkız Tulay’ın on yıldır koltuğundan kalkmaması bu açıdan takdire şayandır. Tabii bu sürecin yani siyasete tam biat etmenin doğal sonucu olarak, özerk bir federasyon olan Satranç Federasyonunun özerkliği de, satrançla ve satranççılarla olan bağı da tamamen yok edilerek ortada sadece bürokratik bir kurum bırakıldı.

Federasyon, satranç eğitiminin dolayısıyla satranç başarılarımızın en önemli yapı taşı olan antrenörlük mesleğinin şartlarını da yine siyasetin emrine itaat ederek yakın zamanda Milli Eğitim Bakanlığına devretti. Mesela ‘97 yılında antrenörlük eğitimini ve sınavını Eski Dünya Şampiyonu Karpov’un sekundantı olan Büyük Usta Evgeni Vasiukov yaparken, şimdi TSF ve Milli Eğitimin iş birliği ile yapılan online sınavla antrenör olabiliyorsunuz. Dolayısıyla yüz binlerce niteliksiz antrenörcükleriniz oluyor. Bu antenörcük ifadesinin uzun olduğunu düşünüyorsanız kısaca cücük de diyebilirsiniz ama cücüğün daha faydalı olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Geçmiş dönem elbette kusursuz değildi, okullarda satranç dersi vermesi planlanan özellikle sporcu kökenli antrenörlerin pedagojik formasyon alması ile ilgili bir protokol yapılmaması günümüz sorunlarının başlangıç noktası sayılabilir. O günlerde gerçek manada satranç bilmeyen kimse antrenör olamıyordu ancak birçoğunun pedagojik formasyonu yoktu, bugünlerde okullarda satranç dersi verilmesi için pedagojik formasyon zorunlu ama nitelikli antrenör yok denecek kadar az. Yani un varsa şeker, şeker varsa yağ yok ama ısrarla kurabiye yapmaya çalışıyoruz.

Şimdi gelelim madalyonun diğer yüzüne; Türkiye Satranç Federasyonu hatta Uluslararası Satranç Federasyonu onaylı antrenörlerin okullarda satranç dersi verebilmesi için haklı olarak pedagojik formasyon isteyen Milli Eğitim Bakanlığı ÇEDES protokolü adı altında okullarda dini değerlerin öğretilmesi için pedagojik formasyonu olmayan imamları görevlendirmeye karar veriyor. Bu çelişkiyi mantıkla izah etmek tabii ki mümkün. Bunun iyi niyetli bir karar olmadığı çok açık, çünkü ilköğretim 4’üncü sınıftan itibaren başlayan ve lise son sınıfa kadar devam eden din kültürü ve ahlak bilgisi dersi adı altında sadece AKP Müslümanlığının dayatıldığı bir din anlayışı zaten zorla verilmekte. Üstelik bu zorunlu din dersinden muaf olabilmek için ya Hristiyan ya da Musevi olmak zorunda bırakılıyorsunuz. İnançsız, Budist ya da başka bir dine mensup olmanızı kabul etmiyorlar ki bu zaten açıkça hem Anayasa’mızın “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir” maddesine, hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesinde garanti altına alınan din ve vicdan özgürlüğü kararlarına aykırı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yakın zamanda Hristiyan ve Yahudi çocuklarının din dersinden muaf tutulduğuna bakarak önemli bir tespitte bulundu: “Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi, gerçekten din kültürlerine ait bir ders olsaydı, Hristiyan ve Yahudi çocuklarını muaf tutmak için bir neden kalmazdı. Böyle değil de, derslerin temel amacı sadece İslam dinini öğretmekse, o zaman bu derslerin zorunlu olmaması gerekir.”

İronik olan ise ÇEDES protokolüne göre projenin amacı, “bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlere göre” yetiştirmek. Yani imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kur’an kursu hocaları bilime sevdalı insan yetiştirecekmiş. Manevi danışmanlık adı altında yapılan bu faaliyet sadece özgür düşünceyi ve laikliği tutsak etme çabası olarak görülebilir. Ve bunun benzeri bir din eğitiminin yakın zamanda FETÖ terör örgütü tarafından “abilik”, “ablalık” gibi tanımlarla kullanıldığını ve sonuçlarını ülkece acı çekerek gördük. Gördük ama sanırım ve korkarım, toplum olarak bu ders biz öğrenene kadar devam edecek.

Kaplan ve ejderha her ne kadar mitolojik bir betimleme olsa da aralarındaki savaş bana gerçekle gerçek dışının mücadelesini anımsatır. Ejderha anlatılarına göre özellikleri açısından her ne kadar kaplandan güçlüymüş gibi gözükse de dişiyle, pençesiyle gerçek olan kaplandır, ejderha ise uydurmadır. Dolayısıyla aralarındaki savaşı er ya da geç kaplan kazanacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa