Bir sendika patronu ve işçilerin tutumu
Fotoğraf: Haluk Karaaslan/DHA
Asgari ücretin son ayarı için Erdoğan yönetiminin devlet ve tekelci kapitalist temsilcileriyle yaptığı anlaşmaya itirazları güya alaya alarak yanıtlayan Türk-İş Genel Başkanı bir işçi temsilcisi midir? Bu soruya olumlu yanıt vermek için ya düpedüz kapitalist kâhya olmak gerekir ya da aldatılmış olmak. Türk-İş gibi sendika ve konfederasyonlar evet yönetici bürokratların söyleminde işçi örgütü olma iddiasını dile getirir, işçi sendikası tabelası taşırlar. Konfederasyon ve bağlı sendikalarda işçiler bir araya gelmiş, üye olmuşlardır. Her ay düzenli olarak yönetici kastı beslemek üzere ücretlerinden aidatlar kesilerek bu sendika ve konfederasyonların hesabına geçirilir. Üye işçilerin önemli bir kısmı asgari ücret düzeyinde, hemen hepsi yoksulluk sınırı altında bir ücretle çalışır, ailelerini geçindirmeye çalışırlar. TÜİK adlı devlet kuruluşunun açıklamasına göre açlık sınırı 10 bin 43; yoksulluk sınırı ise yaklaşık olarak 34 bin TL’dir. Son açıklanan asgari ücret ise 11 bini az biraz geçiyor. Türk-İş Başkanı, “Bu şartlarda” diye gerekçelendirerek bunu yeterli gördüğünü açıklarken sendika üyesi işçilerin değil devlet bakanı ve “işveren temsilcisi” bir kapitalist sözcü gibi davranmakta sakınca görmüyor. Soru soran gazetecileri de aşağılayarak asgari ücretin en az on katı-belki de yirmi katı- maaşını garantilemenin rahatlığıyla davranıyor.
Bu iş işçilerin sorunu olmak zorundadır. Türk-İş üyesi olanlar başta olmak üzere ve asgari ücretle açlık talimi yapanlar değil sadece tüm diğer sendikaların üyeleriyle yüzde doksanı sendikasız ve sosyal güvenceden yoksun olarak kötü çalışma koşullarında çalışan tüm işçiler durumu kendilerinin sorunu olarak görmek ve kendileri yararına değişimi için çaba göstermek zorundadırlar. Evet, sözcüğün açık anlamında zorundadırlar, yoksa durumlarında iyileştirme yönünde değişim sağlayamazlar. Sendika patronlarının, işçilerin talepleri için mücadele etme yerine, bir kapitalistten bile daha zahmetsiz bir keyfiyetle işçi sendikalarının patronları konumunda, devlet asalakları sınıfından bürokratlarla anlaşma içinde sendikal örgütleri düzen örgütü düzeyinde etkisiz kılmaları hiç de yeni değil. Ama içinde bulunduğumuz dönemin onlar açısından en önemli avantajı, işçi kitlelerinin talepleri için bu ‘ağa takımı’nı da koltuklarından atan bir mücadele ve direnme tutumunu gösterememesidir. Bayram Meral gibi bir sendika yöneticisini dahi, ağaca tırmanarak işçilerin tepki selinden kurtulmaya mecbur bırakan işçi baskısını hissetmediğinden olmalı, günümüz Türk-İş ve Hak-İş patronları Erdoğan yönetiminin direktifle hareket eden memuru gibi davranabiliyorlar. Kaybedense on milyonlarca işçi ve emekçi oluyor.
Sadece bu da değil; işçilerin kapitalistlere ve sermaye devletine karşı talepleri için mücadele örgütleri olarak ortaya çıkan sendikaların ve sendika konfederasyonları yöneticilerinin bu uzlaşmacı-teslimiyetçi politikası-bu bir politikadır- halk kitlelerinin diğer kesimlerinin hayatını da karartan devlet politikalarına hizmet ediyor. Sendika patronları işçilerin talepleri için mücadeleci bir tutumu değil mücadeleyi engelleyici barikatı temsil etmektedirler. On milyonlarca işçinin varlığı koşullarında, sendikaları sınıf örgütleri olarak hareket etmesini önleyici barikatlar örmek için açık-gizli çeşitli entrikalar çevirerek işçileri yanıltmak asıl görevleri olmuş durumda. Milyonlarca emekçinin sermaye partileri ve burjuva devlet iktidarı politikalarına yedeklenmesi için çalışıyor, karşılığında da koruma ve avantayla taltif ediliyorlar.
Bu durum değişmeli, sendikalar ve konfederasyonları milyonlarca işçi ve emekçinin mücadele örgütü olarak hareket etmeli, buna uygun davranmayan yönetici bürokratlar bizzat işçilerin iradesiyle yönetimlerden uzaklaştırılmalıdırlar. İşçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarında iyileştirici değişikliklerin yapılmasını sağlamaları, yoksulluk sınırı üzerinde ücret almaları, sağlıklı koşullarda çalışmak üzere iş güvencesine sahip olmaları, grev, genel grev hakkıyla toplu sözleşmelerde asıl söz sahibi güç olmaları ancak bu durumda -bir derece de olsa- mümkün olabilecektir. Kapitalist sömürü koşullarında ve burjuva sınıf hakimiyeti altında yaşamak istemeyen her işçi ve emekçi, kendi sınıf iktidarı için yürüteceği mücadelenin bir yönü olarak sendikal örgütlerin burjuvazinin işçiler içindeki işbirlikçilerinin zulmetinden kurtarılması için de çalışmak durumundadır. Mücadele ve örgütlenmenin en önemli gereklerinden biri de budur.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40