Yaratan hangisi, üzerine çöken hangisidir?

Fotoğraf: DHA
Bir bayram günü ne yazmalı diye düşünürken, geçen gün Evrensel’de gördüğüm bir haber beni mutlu etti, çünkü konu bulmuştum. Hem de bulduğum konu her açıdan çok ilginçti. Habere göre, IMF yükselen fiyatları ücretlere değil, yükselen kârlara bağlıyormuş! Habere nereden baksan ‘faiz sebep, enflasyon sonuç’ gibi yeni bir teori görüntüsündedir. Bu habere dayanarak, toplumun belini büken enflasyonun sebebi gibi gösterilen emekçilere yaraşır bir hayır duası yaptıktan sonra, konumuza daha yakından bakalım.
Hiçbir ileri analize gerek kalmadan, bizim üniversitelerin neden dünyada ilk yüz ya da beş yüz üniversite arasına giremediğine değil de, nasıl oluyor da böylesi haberlerin yapılabildiği ileri toplum(!) üniversitelerinin ilk sıraları aldığına bakılmalıdır. Yazılan makalelerin çöp olmasına rağmen, her dönem için asgari şu kadar makale çıkartılacak ve bunlar uluslararası dergilerde basılacak diye kayıt koyulur ve bu kayda uyanlar haramiler kulübüne ‘hulus-u kalp’ ile kabul edilirse yapacak bir şey yok demektir. Tabiatıyla bu ifadelerimle üniversitelerimizi aklamış ve tüm Batı üniversitelerini zemmetmiş olmak değil amacım, ama eğer üniversite toplumun başat ideolojisinin bir tür yansıması ise, durumun incelemeye değer olduğu da ortadadır.
IMF ki, çok ünlü dünya üniversitelerinde onlarca yüzlerce elemanı ince elemelerden geçirdikten sonra bünyesine alıp da, bu muazzam topluluğun kanaati olarak böylesi bir sonuç ortaya atabiliyorsa, durum biraz vahim demektir. Durumun vahameti, ileri sürülen kanaatin yanlışlığından çok öte, zaten sistemin bekçilerinden olan IMF’nin çok açık bir şekilde sistemin antidemokratikleşmesinde rol alıyor olmasından ileri gelmektedir. Denecek ki, IMF zaten sistemin bekçisi değil mi? Evet, bu sav doğru da, burada kastettiğim IMF’nin salt sistem bekçiliği yapması değil, bu görevini alenileştirecek şekilde yapması, yani açıkça ve yanlış şekilde sistemin savunuculuğuna soyunuyor olmasıdır. Zira IMF’nin bu açık davranışının altında artık ideolojilerin sistemi koruyamadığı, sistem savunuculuğunun daha açık yalanlarla yapılmasının kaçınılmaz olduğu gerçeği yatıyor olmalıdır. Bu davranışın arkasında yatan ve daha ürküntü verici gelişme, zaten çokça açıklandığı ve bazı uygulamalarda da görüldüğü üzere, siyasetin giderek sertleşmesi ve despotik havaya bürünüyor olmasıdır. Kısacası, bu durum, sermayenin artık ideoloji ya da din kılıfı altında kendine sağladığı güvenceyi yeterli görmediği ve devleti baskı araçlarının bundan böyle çok daha açık şekilde kendi savunmasında kullanmaya zorlayacağının ön habercisi gibi geliyor bana.
IMF’nin bu savunusu, muhtemelen salt sistemi koruyucu işlevinden önce, bizzat kendini koruma altına alma refleksinden kaynaklanıyor olabilir. Zira bilindiği üzere, IMF’nin paket programı, tarafımızdan da çok net bilindiği üzere, emeği ve tüm toplumu cendereye sokma mantığına dayanmaktadır. 2000 yılında Türkiye’ye de satılan ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın esası da emeğin ve halkın baskı altına alınması ve sermayenin önünün açılması idi. IMF’ye yöneltilen tüm eleştiriler de bu yönde idi. Sıkışan kapitalizmin zora soktuğu çevresel konumlu ekonomilere çare olan IMF(!) devamlı emekçi-düşmanı eleştirisi aldığı içindir ki, kendini savunma ihtiyacı duymuş ve bu süreçte kapitalizmi de kurtarma işlevine soyunma gayretine girmiş diye düşünülebilir.
Biraz da işin esasına girecek olursak, iktisatçı olmayan her kişi IMF’yi haklı görebilir. Zira manzara IMF’yi haklı gösterir gibi bir görüntü sergilemektedir. Şöyle ki, genel manzaraya baktığımızda; enflasyon hemen her ekonomide yükselme eğiliminde, ücretler hemen her ekonomide düşme eğiliminde, enflasyon ise yine hemen her ekonomide yükselme eğilimindendir. Sonuçta, mademki, yükselen enflasyon durumunda tek yükselen faktör payı kârdır, dolayısıyla enflasyonu doğuran olayın kâr olduğunu söylemek de doğru gibi gözükmektedir. Evet, manzara bu da bilim öyle söylemiyor. Üstad Marx’ı bu konuda da yardıma çağırırsak, eğer bir olgu ya da oluşum göründüğü şekliyle doğru ise, bilim denen külfetli çalışmaya ne gerek var ki! Güneş doğuyor dediğimizde görüntüyü tarif ediyoruz. Bu tarifte dünya pasif süje, güneş ise aktif süjedir. Oysa evrende, bildiğimiz kadarıyla, dünya aktif, güneş ise pasif süjedir. Bu durumu IMF’nin dahiyane buluşuna uygularsak, kimin kimi oluşturduğunu sorgulama yoluna gireriz, yani hangi olgu ya da oluşumun hangi sonucu oluşturduğunu sorgularız. Arabayı atın önüne koymadan durumu sorgularsak, IMF’nin bu sınavda başarısız olduğu sonucuna varırız. Hiç eğip-bükmeden söyleyelim ki, mark-up sistemi dediğimiz fiyatlama sistemi dışında, kâr bir sonuçtur. Mutlak ve tek yanlı sebep-sonuç ilişkisi tipinde mekanik bakış açısı ile durum açıklanamaz; süreç bir bütünsellik içinde birlikte oluşum şeklinde gelişir. Konuya böyle yaklaşım yapınca, sistemin işleyişinde alt katmanlardaki karşılıklı ve çelişkili ilişkiler ağına bakmanın gerekliliği ortaya çıkar.
Burada bu karmaşık işe girmeyip, meseleyi şöyle bir soru ile tüm taraflar açısından tatlıya bağlayalım. Eğer IMF’nin savı doğru ve geçerli ise, işverenler emekçiler üzerinde bu denli baskı kurmasa, hem piyasayı genişletmiş, hem de enflasyonu frenlemiş olmaz mı? Eğer manzara bu ise, bu durumda IMF şahane teorilerini bizlere yutturmaya çalışacağına, tüm ekonomilere “Modern IMF Politikası” olarak, aynen bir zamanlar Keynes politikaları ile gündeme sürülmüş olan emek yanlı politikaları tüm ülkelere satsa daha makul olmaz mı? Hayır, olmaz; çünkü IMF sistemin çok önemli bir kalesi ve sistemin savunucusudur.
İçinde bulunduğumuz ahvalde IMF’nin bu savunusu içimize su serpti; zira bu tartışmalar ideoloji ve dincilik oyunlarını yerli yerine oturtmamıza ve siyasi tercihlerimizi ona göre yapmamıza yol açabilir. Umalım!
Her ne kadar bayram geride kaldı ise de, bu konuda da bir çift söz söylemek istiyorum. Bayramların bizi mutlu kılması değil, mutlulukla bayramlara ulaşmamız asıl olmalıdır. Aksi durumda, bayramları mutsuzluklara geçici örtü yaparsak, zulme boyun eğmiş oluruz!
Evrensel'i Takip Et