Yenilgi mi, bozgun mu?

Juliette Green’in Paris’te sergilenen 'Napoleon Rusya’da 533 bin 500 kişi tarafından takip ediliyor' tablosu. | Fotoğraflar: M. Sinan Birdal
Seçim sonrasında muhalefetin bütün unsurlarında tartışmalar su yüzüne çıktı. Seçim yenilgisi sonrasında muhasebe yapılması doğal, hatta gerekli. Ancak gerek muhalif örgütlerin içinde gerek bunların arasındaki tartışma kavga boyutlarına ulaşmış durumda. Psikolojik harp koşullarında bu kavgalar muhalefetin yenilenme ihtiyacına cevap vermekten ziyade bir dağılma sürecini tetikleyebilir. Savaş ve muharebe, strateji ve taktik farkını bilmeyen kurmayların liderliğinde yenilgi bozguna dönüşmekte.
Yenilgi siyasetin kaçınılmaz bir olgusudur. Tarihte yenilgi yaşamamış siyasetçi yoktur. Yenilgiler tüm zorluklarına, acılarına rağmen insanlık için vazgeçilmez öğretmenlerdir. İnsanlık tarihindeki büyük atılımlar ancak büyük yenilgilerin ardından gerçekleşebilmiştir. Bozgun ise yenilgiden çok farklıdır. Yenilgide siyasal aktörler güçlerini bir arada tutarak savunma yapabilme kabiliyetini muhafaza edebilirler. Bozgun da ise güçler dağılır; Örgütsüz bir şekilde kaçışan insanlar ya düşmanın ya doğanın elinde ya da önceden omuz omuza mücadele ettikleri kitlelerin adımları altında can verirler. Bozgun yenilgi değil yok oluştur.
Bu köşede siyaseti yorumlarken sık sık bir uluslararası ilişkiler teorisyeni olarak yıllarca eğitimini aldığım askeri stratejiye ve tarihe başvuruyorum. Ancak siyaset ve savaş arasındaki bu benzerlik sadece benim zihnimdeki kurgudan veya mesleğimin gereklerinden ibaret değil. Nihayetinde savaş siyasi amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilen bir eylem. Strateji, taktik, örgütlenme, planlama ve lojistik savaş ve siyasetin ortak konuları. Bu bağlamda bozgun kavramını açıklamak için yine savaş ve siyaset tarihine yöneleceğim: Napoleon’un Rusya seferine.
2021’de Napoleon’un iki yüzüncü ölüm yıl dönümü vesilesiyle Paris’teki Askeri Müze’de açılan “Napoleon? Yeniden!” (Napoléon? Encore!) sergisini gezerken dikkatimi çeken tablolardan biri Juliette Green’in “Napoleon Rusya’da 533 bin 500 kişi tarafından takip ediliyor” (Napoléon suivi en Russie par 533.500 personnes) adlı eseri olmuştu. Yarım milyondan fazla ufak figürü bir resme sığdıran sanatçı siyaset biliminin temel sorusunu görsel olarak temsil etmekteydi: Nasıl oluyor da bu kadar insan ölmek ve öldürmek uğruna bir kişiyi takip edebiliyor? Soru yeni değil, ancak Rusya seferinin sonucunu hesaba katınca insanın hayal gücü zorlanıyor. Cambridge Üniversitesinin kıdemli Yakın Çağ Tarihçisi Tim Blanning’e göre (2007) Polonya’daki Vistül Nehri’ni geçen 655 bin askerden geriye 93 bin kişi kalmıştı. 370 bin kişi düşman saldırısından, hastalıktan ya da donarak ölmüş, 48 general ve 3 bin subayın da aralarında olduğu 200 bin asker esir alınmıştı. Motorlu araçların olmadığı ve ordunun ancak yürüyerek ya da hayvan gücüyle hareket ettiği bir dönemde 200 bin at (neredeyse Napoleon’un tüm at stoku) helak olmuştu.

Juliette Green’in Paris’te sergilenen 'Napoleon Rusya’da 533 bin 500 kişi tarafından takip ediliyor' tablosu. | Fotoğraflar: M. Sinan Birdal
Napoleon’un Rusya seferi bir yenilgi mi, bir bozgun mu? Tartışılabilir. Yenilginin boyutlarına rağmen atıyla hızlıca ordusunu terk edip yenilgi haberi Paris’e ulaşmadan cephe gerisini tutmaya çalışan imparatorun belirli bir başarı gösterdiği iddia edilebilir. Koca orduyu yok eden bir generalin her şeye rağmen iktidarı elinde tutmayı başarması ve son bir muharebeyi örgütlemesi; hatta bu muharebeyi kaybetmesine rağmen bir darbeyle yeniden iktidara gelmesi bir başarı sayılabilir. Ancak bu başarıların hiçbiri nihai bozgunu engelleyememiştir. Tıpkı Stalingrad’da ölümcül darbe alan Hitler’in nihai bozgunu engelleyemediği gibi. Bu intihar seferlerinin temel özelliği orduların geri çekilmekten ziyade kaçması, kaçarken yok olmasıdır. Planlama ve lojistiğin olmadığı bir geri çekilmenin mutlak bir bozgun, bir dağılma, bir yok olmayla sonlanması kaçınılmazdır. Büyük bir yenilginin ertesinde bir ordu öncelikle kuvvetlerini koruyarak güvenli alana taşımalıdır ve elbette bunun planlaması muharebeden önce yapılmalıdır. Muharebede yenilgi olasılığını hesaba katmayan general maceracı bir aptaldan başka bir şey değildir.
Gelelim muhalefetimizin haline: Rusya seferi gibi bir boyutta olmasa da son seçimlerin bir yenilgi olduğuna kuşku yoktur. Ancak yenilginin bir bozguna dönüşüp dönüşmeyeceğini siyasi kadroların eylemleri belirleyecek. Kadrolara yön verecek olan tartışmaların yenilgiden stratejik, taktik ve lojistik dersler çıkarmak yerine isim tartışmasına saplanması bir hata olacaktır. İsimler elbette tartışılır, nitekim siyaset elde edilen sonuçlar üzerinden ister istemez siyasi sorumluluk meselesi yaratır. Bu sorumluluğun ne olduğu, kişilerin nasıl eleştirileceğine dair kriterleri ise ancak örgütlenme politikası belirler. Yani: Kişisel ve toplu sorumlulukları ayırt edebilmek için her şeyden evvel politik hattın tartışılması gerekir.
Oyunun kuralları gereği öncelikle güçleri yeniden bir araya toplamak, devam eden saldırılara karşı yeni bir savunma hattı kurmak gerekir. Ancak bundan sonra siyasete nasıl devam edileceği, yenilginin sorumluluğunun nasıl paylaşılacağı, muhalefetin nasıl yeniden örgütleneceği konuşulabilir. Yenilenme için kaçınılmaz olarak cephe gerisine odaklanılacaktır. Önümüzdeki bahardaki seçimlerin bu süreçte ayak bağı olmaması, yeniden örgütlenmenin seçim kampanyasına feda edilmemesi büyük önem taşımaktadır.
Blanning, T. 2007. The Pursuit of Glory: Europe 1648-1815. New York: Viking.
Evrensel'i Takip Et