05 Temmuz 2023 05:15

Bu yangın hepimizi yakar! Fransa’da banliyöler, polis ve şiddet

Fransa'da 17 yaşındaki gencin öldürülmesini protesto eylemi

Fotoğraf: AA

Paylaş

Fransa’nın en yakıcı meselelerinden biri kentsel yarılmalarsa, diğeri de polisin militerleşmesi ve buna bağlı olarak artan polis şiddeti. Her iki mesele de gündelik yaşamda birbiriyle son derece ilişkili. Üstelik de izlenen politikalar ve siyasetin dili sürekli olarak bu iki meseleyi karşı karşıya getiriyor.

Kentsel yarılmalarla kastım, kentsel mekanların/yaşam alanlarının etnik, hatta ırksal ve sınıfsal olarak ayrışması, söz konusu yaşam alanların birbiriyle kesişmez hale gelmesi. Yoksullarla üst sınıfların, yoksul göçmenlerle “yerlilerin” bir arada yaşamaması, yaşam alanlarını tamamen ayrıştırmaları. Kent ve göç üzerine çalışmalar yapanlar sürekli bu tür kentsel yarılmaların yarattığı tehlikelere dikkat çekerler. 27 Haziran tarihinde Fransa’da (Nanterre) Nahel adlı Cezayir kökenli on yedi yaşındaki gencin polis tarafından öldürülmesinin ardından yaşananlarda bu tür yarılmaların ve gettolaşmanın etkisi büyük. Gettolaşma dediğimde sadece yoksul ve göçmen gettolaşmalarını değil, aynı zamanda zengin ve “beyaz” gettolarını da kastediyorum. İlki toplumsal yaşam açısından ne kadar sorunluysa, diğeri de aynı ölçüde sorun yaratır. Özellikle son yıllarda aşırı sağın yükselişe geçmesiyle birlikte, siyasetin dili de bu toplumsal kesimleri karşı karşıya getirmekten geri durmuyor. Göçmen karşıtı söylemler ve yasal düzenlemeler yoksul göçmenleri toplumun üzerinde ekonomik yük olarak hedef tahtasına yerleştiriyor. Kaldı ki bununla da yetinmeyip bu toplumsal kesimleri güvenlik meselesi haline getiriyor. “Polisin bile girmeye korktuğu mahalleler”, “Çocuklarımız güven içinde sokağa çıkamıyor” gibi söylemler toplumun bazı kesimlerinin göçmenleri, özellikle de yoksul göçmenleri giderek öteki, hatta düşman olarak görmesini kolaylaştırıyor.

Bu düşmanlaştırmada polis de önemli bir role sahip. Çok sayıda polisin daimi varlığı, sık sık yapılan kimlik kontrolleri adeta bu bölgelerde olağanüstü halin yürürlükte olduğunun düşünülmesine neden oluyor. Bu mahallelerde polis fiziki görünüme, ten rengine, kılık kıyafete, göre muamele yapıyor ve çoğu durumda keyfi bir biçimde durdurup kimlik soruyor. Sürekli bir küçük düşürme ve potansiyel suçlu görme hali söz konusu. Hükümet ırkçılık yok dese de uzmanlar gündelik yaşamda gençlerin maruz kaldıkları aşağılanmaya dikkatimizi çekiyor.

Böyle bir toplumsal yapının ve politikanın sonuçları neler? Yıldan yıla artan radikalleşme. Şiddetin olağanlaşması. Le Monde gazetesinin haberine göre, Nahel’in katledilmesi karşısında yapılan şiddet eylemlerinin bilançosu beş günde, 2005’te yaşanan ve üç hafta süren isyanların neden olduğu zararın önüne geçmiş durumda. Bu tespit bize aynı zamanda şiddetin ve öfkenin yaklaşık yirmi yılda ulaştığı boyutu da gösteriyor. Ayrımcılık karşısında öfke her geçen gün daha da yıkıcı hale gelirken, gençlerin geleceğe dair umutsuzluğunun toplumsal sonuçlarının neler olabileceğine dair de bize fikir veriyor.

Polisin militerleşmesi, özel kuvvetlerin sayısının her geçen gün artması, polisin protesto hareketlerinin denetiminde protestoculara adeta savaş alanında düşmanı yok eder gibi davranması, polisin protestocuları, protestocuların da polisi düşman olarak görmesi, kentlerde çatışmaların ve şiddetin artmasının önemli nedenleri arasında. Politik dil, protesto eylemlerinin iki tarafını (protestocular ve polis) birbirine düşman etmekte beis görmüyor. Siyasetin göçmen karşıtı söylemleri bir an önce son bulmazsa, Fransa başta olmak üzere, pek çok ülkede iç savaşa varan çatışmaların ve şiddet eylemlerinin önünü almak çok zor olabilir. Siyasetçilerin itidal çağrısını önce kendilerine yapmaları gerektiği dönemlerden geçiyoruz. Onlar bunu idrak edemiyorsa, o halde çağrıyı biz yapalım: Ayrışmayı, çatışmayı ve düşmanlığı körüklemeyin! Bu yangın hepimizi yakar!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa