Kürt siyasetinde sınıf tavrı

Fotoğraf:Şerif Karataş/ Evrensel
Mayıs ayında yapılan genel seçimlerde Emek ve Özgürlük İttifakının beklenenden az oy alması, bu ittifaka karşı çıkan ve Kürt halkının mücadelesini kendi çıkarlarına yedeklemeye çalışan Kürt burjuva çevrelerini yeniden harekete geçirdi.
Yeniden harekete geçirdi diyoruz, çünkü seçimlerden önce Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya’dan eski HDP’li Altan Tan’a ve bu ittifaka “Faydasız ittifak” diyen akademisyen Vahap Coşkun’a kadar Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin birikimlerinin “Bedavaya gitmemesi” için soldan uzak durulması ve Kürt burjuvazisinin çıkarları temelinde Türk burjuva siyasi bloklarıyla pazarlıklar yapılması gerektiği yönlü değerlendirmeler yapılmıştı.
Bu değerlendirmelerin en dikkat çekici yanlarından biri, HDP’nin “Türkiyelileşme” siyasetinin Kürt ve Türk burjuvazisinin çıkar birliği temeline oturtulmasını savunmalarıydı.
Geçtiğimiz günlerde Rudaw’ın yaptığı bir haber, Kürt burjuva çevrelerinin seçim sonrasında HDP içindeki tartışmaları nasıl fırsata çevirmeye çalıştıklarını çarpıcı biçimde ortaya koyuyordu. Rudaw’ın 29 Haziran tarihli bu haberinde gelecek yıl yapılacak yerel seçimlerde şimdiden Diyarbakır, Van ve Batman için adaylıklarını açıklayan sermaye temsilcilerinin görüşlerine yer veriliyordu. Bu görüşler, Kürt siyasetindeki değişim beklentisinin Kürt burjuvazisinin çıkarları temelinde gerçekleşmesini ve yerel seçimlerin bunun bir aracı olarak kullanılmasını amaçlıyor.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi için adaylığını açıklayan Müteahhit Yılmaz Üzeyiroğlu, “Allah izin verirse, Diyarbakır’ı Münih ve Milano’nun kardeş şehri yaparız. Çok sayıda çalışmamız var. Yeşil Sol Parti adaylığımız konusunda yanlış yapmamalı” derken Van Büyükşehir Belediyesi için adaylığını açıklayan Van Organize Sanayicileri İş İnsanları Derneği (VOSİAD) Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Şemsettin Bozkurt da “Belediye başkanlarının belirlenmesi sürecinde HDP ve YSP’nin dikkatli olması gerektiğini ve kayyumların atanmaması için devlete bir sebep sunulmaması gerektiğini” söylüyor. Bozkurt’un devamında kayyumlarla ilgili yaptığı değerlendirmeler Kürt burjuvazisinin ulusal özgürlük mücadelesine yaklaşımının ve bu mücadeleden beklentisinin tipik bir örneğini oluşturuyor: “HDP, kayyumların atanması konusunda halen de toplumu tatmin edebilecek bir yanıt veremedi ayrıca. Sivil, mahkemelerde davası olmayan ve sanık konumunda olmayan kişilerin aday olmasını istiyoruz. Böyle kişilerin seçilmesi durumunda, devlet de zor durumda kalacaktır ve belediyelere kayyum atamayacaktır.”
Yine inşaat sektöründen gelen Muazzez Baktaş da Batman Belediyesi için ‘bağımsız aday’ olmasını “Ne yazık ki belediyeye kayyum atıyorlar. Kayyumlar da iş yapmayıp Batman sahipsiz kalıyor. Biz Batman için çok iyi işler yapıp halkımıza hizmet edeceğiz. Amacımız, kentimizi Avrupai bir şehir kimliğine kavuşturmak” biçiminde açıklıyor.
Bu açıklamalar üzerinden iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor:
Birinci olarak, Erdoğan iktidarının kayyum uygulamasının nedeni adaylar değil, Kürt siyasetinin temsil ettiği ulusal-demokratik değerler ve bu temelde savunduğu politikalardır. Yoksa bugün cezaevlerinde olan ya da yargılanan ama Kürt ve demokrasi güçlerini temsilen aday olurken hakkında açılmış hiçbir dava bulunmayan yüzlerce siyasetçiden söz etmek mümkün. Daha önemlisi, bu davaları öne sürmek, devletin Kürt ve demokrasi güçlerine yönelik hukuk dışı siyasi davalarının haklılığını kabul etmek anlamına geliyor. Dolayısıyla bu sermaye temsilcilerinin “Kayyuma gerekçe sunmamak” adına adaylıklarını açıklamaları, aslında yoksul halkın onlarca yıldır ağır bedeller ödeyerek yarattığı bu demokratik değerlerden uzaklaşmanın teorisini yapmaktan başka bir anlam taşımıyor. Bunun da ötesinde böylesi yaklaşımlar, Kürt siyasetinin Türk burjuvazisi ve özelde Erdoğan rejimi ile iş birliği yapabilecek bir eksene oturtulması beklentisini ifade ediyor.
İkinci olarak, Kürt kentlerini “Avrupai bir görünüme kavuşturmak” vaadinin arka planında belediyeler üzerinden ihaleler alma ve dağıtma, başka bir deyişle kazanılacak belediyeleri Kürt sermayesine yeni birikim/rant alanı yapma hesabı yer alıyor. Mesele Kürt kentlerine Avrupai bir görünüm kazandırmaksa Diyarbakır başta bu kentlerde böylesi bir görünüm kazanmış birçok cadde bulunuyor. Ancak bu yeni yapılar, büyük alışveriş merkezleri ve süslü caddeler sınıfsal bölünmenin mekansal dışa vurumu olmanın ötesine geçmiyor. Bir yandan ihalelerden beslenen Kürt burjuvazisi güçlenirken Kürt işçi-emekçilerinin yoksulluğu daha da artıyor; sınıfsal ayrışma derinleşiyor.
Bu sınıfsal ayrışma, siyasetin nasıl yenileneceği sorusunun/sorununun yanıtını vermek bakımından da büyük önem taşıyor. Çünkü Kürt sorununun çözümünde hangi sınıfın, toplumsal kesimlerin çıkarlarının öncelendiği, çözümün de biçim ve içeriğini belirleyecektir. Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezinin son dönemlerdeki bütün saha araştırmalarında ekonomik kriz ve işsizliğin Kürt halkı için giderek daha yakıcı bir sorun haline geldiği ortadayken eşit haklara dayalı, demokratik çözümün aynı zamanda Kürt işçi ve emekçilerinin insanca çalışma ve yaşam taleplerini kapsayacak halkçı bir karakter kazanması kaçınılmaz talep ve ihtiyaç haline de geliyor.
Sonuç olarak, siyasetin seçimlere ve Türk burjuvazisiyle pazarlıklara endekslenmesini, Kürt burjuvazisinin bir sınıf tavrı olarak okumak gerekiyor. Oysa Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin geleceği kazanmasını sağlayacak bir siyasi yenilenme ancak yoksul halkın ulusal-demokratik taleplerinin yanı sıra kendi sınıfsal/sosyal taleplerini de kapsayacak bir biçimde örgütlenip mücadele etmesinden geçiyor.
Evrensel'i Takip Et