15 Temmuz 2023 04:30

Popülist sol, Berlin’i neden alamadı?

Aleksis Çipras, 20 Eylül 2015 seçimleri için Heraklion'da yaptığı kampanya konuşması sırasında.

Fotoğraf: C messier/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)

Paylaş

“İlk Manhattan’ı alacağız, sonra Berlin’i”

Geçtiğimiz günlerde Nâzım Hikmet’ten bir dizeyle liderliğe veda eden Alexis Tsipras, iktidar yolculuğuna Leonard Cohen’den aldığı bu dizeyle başlamıştı. Daha doğrusu, hem Yunanistan’da, hem İspanya’da popülist sol, Cohen üzerine bir sürü çeşitleme üretmişti. Bunun bir örneği, 2015 seçim zaferinden sonra Tsipras’ın tweeti: “İlk Atina’yı alacağız, sonra Madrid’i.”

Ne var ki Tsipras’ın partisi Syriza, iktidara geldikten birkaç ay sonra eleştirdiği “serbest piyasacı” politikaları uygulamaya başladı ve sonraki senelerde de aynı yolda devam etti. Manhattan’ı ve Berlin’i ele geçirmeye yeminli görünen bir hareket, nasıl bu kadar kolay teslim olmuştu? Bunu anlamak için, partinin geçmişine ve küresel güç dengelerine bir göz atalım.

Syriza, 2000’li yıllarda Yunan Komünist Partisinden ayrılarak ve diğer radikal sol güçleri birleştirerek oluştu. Komünist Partinin aksine, sendikalar ve geleneksel işçi sınıfından ziyade, öğrencilere, yeni toplumsal hareketlere ve işsizlere dayanıyordu. Ülkenin yerleşik sosyal demokrat partisi PASOK, Avrupa elitlerinin dayattığı korkunç ekonomik paketleri hayata geçirince, solda bir boşluk doğdu. PASOK 2010’ların başlarında hızlı bir çöküşe geçti. 2000’lerde oyu ancak yüzde 5’e yaklaşabilen Syriza, öğrenci ve işsiz omurgasının çok ötesinde bir oy alarak 2015’te iktidar oldu.

Ancak parti, daha iktidarın ilk günlerinden itibaren ülkenin yükünü taşıyamadı. Tsipras, küresel iktidar sahipleriyle utanç verici bir anlaşmaya imza attı. Üstelik bir de halkın, bu anlaşmanın daha hafif bir versiyonunu referandum ile reddetmesine rağmen. Syriza aynı yıl bir erken seçim kazandı ve 2019’a kadar iktidarda kaldı. Bu erken seçimden sonra Tsipras, partinin sol kanadını tasfiye etti. 2019’da ise seçmen Syriza’yı iktidardan indirdi ama, çok sert de cezalandırmadı. Parti oyların yüzde 31’ini aldı.

Hükümet Yunanistan’ın dertlerine çare olamadığı halde, nasıl oldu da “radikal sol” görünen bir partinin oyları bu kadar yüksek kaldı? Bunun bir nedeni, Syriza’nın “Yeni PASOK” haline gelmesi, yani sosyal demokrat partinin kadrolarıyla birlikte, patronaj ağlarını da tevarüs etmesiydi. Bu kısa vadede bir “zafer” getirdi. Ancak PASOK, 1980’lerin başında Keynesyen politikalarla büyümüş, patronaj ağlarını da genişleyen devlet harcamalarına dayandırmıştı. Benzer bir Keynesyenizmi tekrarlayamayan Syriza, eninde sonunda mağlubiyete mahkumdu. Nihai yenilgi de 2023’te gelmiş gibi görünüyor.

Syriza ancak birkaç ülkede daha benzer bir sol popülist başkaldırı olsaydı başarıya bir parça daha yaklaşabilirdi. Fakat, bölgede en çok umut veren örnek olan İspanya’da dahi, sol popülist başkaldırı aynı kuvvete sahip değildi. Podemos en fazla koalisyon ortağı olabildi. Yani, Yunanistan devlerle baş başa kaldı ve ezildi.

Burada devlerin niteliği de önemli. Syriza, aşağıdan beklediği basınç Avrupa’nın hiçbir yerinde vücuda gelmeyince, bu sefer elitlerin insafına sığındı. Avrupa Birliği’nin Yunanistan’a dayattığı paketlerin şiddetini bir parça olsun aşındırmaya çalıştı. Ancak devlerle masaya her oturduğunda, karşısında ekonomik ortodoksinin (ve tabii ki büyük devlet çıkarlarının) en fanatik temsilcilerinden başka kimseyi bulamadı.

Bu yenilgiden ne ders çıkarmalı? Reel siyasetin çoğu hâlâ ulusal. Fakat en belirleyici süreçler (ve birçok “siyaset-dışı” karar alma mekanizmaları) küresel. Henüz elimizde Yunanistan’da ya da Türkiye’de iktidarı aldıktan sonra, (bırakın daha genel süreçleri) Berlin ya da Manhattan’daki karar mekanizmalarını dönüştürmenin reçetesi yok. Dürüst bir siyasete, ancak bu zorluğu teslim ederek, ona rağmen kadroları ve taban örgütlenmelerini örerek başlanabilir. Syriza’nın yaşadığı zorlukların benzerini her sol iktidar yaşayacaktır. Kilit nokta, bu zorluklara rağmen devlerle nasıl çarpışılacağı.

Syriza’nın yenilgisini, “Parti zaten popülistti, Marksist değildi” gibi kolaycı formüllerle açıklamak yanıltıcı. Halk ve oligarşi arasında bir çizgi çekmek, siyasetin olmazsa olmazı. Syriza’nın yanlışı popülizm değil, popülizmini bir sınıf örgütlenmesine oturtmamasıydı.

Syriza, yer yer birbiriyle çelişen sloganlarla, çıkarları kısmen zıt sosyal kesimlere seslenerek, siyaset oyununu oynadı. Ama sorun burada değil. Gündelik siyasette kaçınılmaz olan bocalamalardan ve çelişkilerden sonra, partiyi “sermayeye karşı, ezilenlerin yanında” rotasında tutacak bir çekirdek kurmamış olmasında.

Tsipras şiirle geldi, şiirle veda etti. Şiirsiz toplumsal dönüşüm düşünülemez. Ancak Berlin ve Manhattan’ı almaya doğru atılımların sabun köpüğü olmaması için, şiir ve popülizm kadar sağlam kadrolara, sağlam sınıf örgütlenmesine de ihtiyaç var. Atina’dan Pekin’e, İstanbul’dan Sao Paulo’ya tartışılması gereken, aşırı politik fakat bir o kadar da dağınık çağımızda, kadroların ve sınıf hareketinin nasıl oluşturulacağı. Ve elbette bunların şiirle ve halkın demokratik mücadeleleriyle nasıl bütünleşeceği.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa