15 Temmuz 2023 05:01

Yedinci yılında 15 Temmuz’un siyasal mirası

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Paylaş

15 Temmuz darbe girişiminin yedinci yılına, o gün ve gece yaşanan deneyimin karanlık yanları gün ışığına kavuşmadan ulaştık. Darbeler tarihinden süzülen genel kalıplara sığmayan tuhaflıklar, mantık sınırlarını zorlayan olay örgüsü, ikna edici olmayan açıklamalar eşliğinde orta yerde duruyor. Öte yandan, darbeye direndiği iddia edilen her düzeyden kamu görevlisinin Türkiye’nin devlet geleneğine uymayan tutumları ve müzakere biçimleri de bunca yılın ardından anlaşılmayı bekliyor.

Geçen yedi yılda muhalif partilerin ve hatta MHP’nin kalkışmaya ilişkin “15 Temmuz’un karanlık noktaları aydınlatılmamıştır” saptaması içeren şerh ve itirazları kalın toz bulutunu dağıtmaya yetmedi. Araştırmacı gazetecilerin darbe girişimi ve bastırılışının detaylarında işaret ettiği tutarsızlıklar, darbenin “resmi” kronolojisindeki boşluklar şaibeli bir sürecin varlığını ve pek çok kritik sorunun hâlâ yanıt beklediğini ortaya koyuyor.

Darbe ile ilgili TBMM Araştırma Komisyonunun hazırladığı raporun ortadan kaybolduğu, darbenin siyasi ayağının ortaya çıkarılmadığı ve çıkarılmasına ilişkin umudun zayıf olduğu bir dönemde, 2016 yılının 15 Temmuz gününde ve öncesinde olanları anlayabilmek için yapılabilecekler sınırlı. Girişimin karanlıkta kalan boyutlarını, “Ne istediler de vermedik” cümlesinin arka planına bakarak ve o günden bugüne ürettiği siyasal sonuçların mimarisi üzerinden değerlendirmek şimdilik eldeki tek çare gibi görünüyor.  

* * *

Darbe girişimi öncesinde ordunun siyasete müdahalesine uygun bir ortamdan geçildiği yorumları sıkça duyulmaktaydı. Parlamentoda çoğunluğu yitiren Erdoğan, bir yandan milliyetçi yükseliş politikasını tercih ederken, diğer yandan Gülen Cemaati ile temposu giderek artan bir mücadeleye girişmişti. İktidar içindeki bu mücadele ‘çözüm süreci’nin sonlanışını beraberinde getirdi. Bu çok boyutlu istikrarsızlık döneminde ordunun siyasete müdahil olacağı yönündeki tahminleri doğrularcasına yapılan askeri müdahale, bugün içinde yaşadığımız cenderenin sadece sinyalini vermekle kalmadı, yolunu da açtı. ‘15 Temmuz süreci’, içinde bulunduğumuz koşul ve dinamiklerin en temel belirleyicilerinden biri oldu. Ak Parti iktidarı darbe girişimi ardından demokrasiyi geliştirecek, siyasal katılımın kalitesini yükseltecek önlemler almak yerine, dozu giderek artan bir otoriterliği kalıcılaştırdı. Olağanüstü hal uygulamaları sıradan hale geldi.

Siyasal yelpazeye yayılmış partilerin tamamı darbe girişimine açık bir biçimde karşı tavır almıştı, ancak bu durum muhalefeti “darbe destekçiliği” suçlamasından kurtarmaya yetmedi. İktidar kurmaylığının cevaplayamadığı onca soruya ve gölgede kalan onca ayrıntıya rağmen muhalif politikacıların ne yapmadığı, nerede bulunmadığı üzerinden bir yıpratma faaliyeti yürütüldü. Bürokraside, yargıda ve akademide ciddi bir “temizlik” yapıldı. Ülke siyaseti kelimenin tam anlamıyla yeniden ‘dizayn edildi’.

Son derece hassas pozisyonlarda, en üst düzeylerde görev yapan çok sayıda askeri personel darbeye katılmıştı. Bu kişilerin nasıl olup da TSK’nin, askeri ve sivil istihbaratın sıkı eleklerinden geçtiği sorusu cevapsız kaldı. Olup bitenin şeffaf bir biçimde tartışılmasının önüne kullanışlı bir ‘terör’ ve ‘ihanet’ kilidi ile geçilmiş oldu. Gülen Cemaatinin “Türkiye’yi demokratikleştirmek için faaliyette bulunan bir hizmet hareketi” olarak sunulduğu günlerden, “İktidarı ele geçirmek için harekete geçen ve bu yolda cinayet işlemekten çekinmeyen gizli bir yapı”ya evrilişinin aşamaları bir sis perdesi ardına gizlendi.

Erdoğan siyasete başladığı yıllardan bugüne pragmatik esnemelere kapı aralamaktan ve eski hasımlarla ittifak kurmaktan çekinmedi. Ak Parti’de bürokrasi için yeterli/yetişmiş kadro yoktu. Milli Görüş Hareketi ile Fethullah Gülen arasındaki tarihsel uzlaşmazlık unutuldu; Gülen Cemaatinin kadroları bürokraside etkili, önemli pozisyonlara getirildi. Bu durum, bahsi geçen ittifak bozulduktan sonra da etkisini sürdüren bir tecrübeyi geride bıraktı. 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde Balyoz/Ergenekon mağdurlarıyla ateş hattında kurulan dayanışma, sonraki dönemin ittifak politikalarına yön veren esnek bir modelin önünü açtı. “Yerli-milli” algı çerçevesinin temelinin atıldığı bu dönemden itibaren İslamcı, ulusalcı ve Avrasyacı çizgiler arasında bir yakınlaşma dönemi başladı. Darbe girişimi cemaatlerin siyasal kapasitesinin yüksekliğini gözler önüne sermişti. Gülen Cemaati etkisini, gücünü kaybetmiş olsa da diğer cemaatlerin siyasal güç biriktirme ve seferber olma kapasitesi, iktidar tarafından siyasal sistem içinde kullanılmaya devam etti.

Darbe girişimin en önemli sonuçlarından biri, o tarihe kadar her siyasal krizde akla gelen ordu müdahalesi seçeneğinin yapısal olarak ortadan kaldırılması ve eskiden askeri darbe sürecinde atılan adımların sivil alana terk edilişi oldu. Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin, sadece askeri yönetimlerce kısıtlanmadığı 15 Temmuz sonrasında bir kez daha ortaya çıktı. Kanun hükmünde kararnamelerin ve eleştiriyi ihanet sayan bir söylemin yaygınlaştırılmasıyla siyasal alanın meşruiyet sınırları yok sayıldı. Erdoğan 15 Temmuz 2016 gecesi halkı sokaklara, meydanlara çıkmaya davet etmişti. “Darbe henüz tam bastırılmadı” gerekçesiyle günlerce meydanlarda nöbet tutulmuştu. Bu ‘sokağa inme’ alışkanlığı, İBB’nin Artİstanbul Feshane’de açtığı sergiye geçen hafta yapılan müdahaleye benzer örneklerde devam etti.

* * *

Sürece bir bütün olarak bakıldığında, 15 Temmuz darbe girişimi kitleler indinde Erdoğan rejiminin arzu ettiği gibi bir tarihsel dönüm noktası olarak tescillenmedi. Özellikle 2017 başından itibaren alınan birbiri ile uyum halindeki siyasal kararlar dikkate alındığında, 15 Temmuz’dan geriye kalanın Türkiye’nin devlet geleneğinin temel koordinatlarına, yeni yorumlar eklenerek yapılmış otoriter bir dönüş ve yeniden uyarlanma olduğu görülüyor. Her ne kadar süreci yöneten akıl bunu bir krizden çıkış olarak sunmuş ve yeni siyasal dizaynı bu düşünce doğrultusunda iç ve dış düşman tanımlarını tazeleyerek dolaşıma sokmuş olsa da, bu tarihten itibaren inşa edilen yapının statükoyu sürdürmeyi ihmal etmediği görülüyor.   

15 Temmuzlar, 2017’den bu yana ‘Demokrasi ve Milli Birlik Bayramı’ olarak kutlanıyor. Bayramın ‘milli bayramlar listesi’ndeki yerini koruması ya da ‘23-24 Temmuz Lozan Sulh Günleri’ (Lozan Barış Bayramı) ve ‘27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı’ gibi tedavülden kalkması olasılığı üzerine yorum yapmak için henüz erken. Bayramın geleceği ve kolektif hafızadaki muhtemel yeri üzerine yapılacak yorumun, bayrama uygun görülen ‘demokrasi’ kavramının gerektirdiği genişlik ile ‘milli birlik’ kavramının dayattığı sıkılık arasındaki çelişki üzerinden tartışılması mümkün. Ama asıl heyecan verici çözümlemeler, 15 Temmuz’u izleyen yıllarda el değiştiren sermayenin ve paylaşım kavgasının izini sürenlerce üretilecek gibi duruyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa