17 Temmuz 2023 04:25

Flaubert’ten bu yana Fransa’da, ABD’de, Türkiye’de…

Fransa'da polis şiddetine karşı sokağa çıkanlar

Fotoğraf: AA

Paylaş

Cezayir asıllı 17 yaşındaki Nahel M’nin 27 Haziran’da Paris’te bir polis tarafından vurularak öldürülmesi, Fransa’nın dört bir yanında isyana yol açarken, ‘uygarlığın’ ırkçılıkla imtihanını günümüz dünyasının çok temel bir sorunu olarak yeniden gündemleştirdi.
Olup bitenlere bir de tarih ve edebiyatın aynasından bakalım.
İnsanlık tarihi açısından ilham kaynağı olan 1789 Fransız Burjuva Devrimi, Paris’te barikatların kurulduğu 1848 Devrimi, ardından da sosyalist devrimler açısından yol açıcı olan 1871 Paris Komünü’nü yaşamış bir ülke ırkçılık ve ona karşı isyanla çalkalanıyor.

Gustave Flaubert’in 1848-1851 tarihleri arasında geçen döneme dayanan ‘Duygusal Eğitim’ (1874) adlı romanı, bugün yaşananları şaşkınlıkla karşılamanın çok anlamlı olmadığına dair ipuçları sunar.

19. yüzyılın en etkili romanları arasında yer alan Flaubert’in olgunluk dönemi eseri Duygusal Eğitim’in Başkarakteri Frederic Moreau, kendisinden yaşça büyük ve evli bir kadın olan Madam Arnoux’e karşı tutkulu aşkla yanıp tutuşmaktadır. Bu romantik aşkın etrafında, dönemin Fransa’sı, burjuva devriminin getirdiği yeni yaşam biçimi, bohem hayatlar, statü gösterisi olan ev partileri ve koleksiyonlar, 1848 ayaklanması, Paris barikatları ve sonrasında yaşananlar akıp gider.

Roman yıllar içinde hem çokça övgüye hem de eleştiriye konu olmuştur. Örneğin romanın Türkçe baskısında yer verilen ‘son söz’ünde Philippe Desan, şöyle yazmıştır: “İşte, burada burjuvazinin gözde izleğini buluruz: le peuple enfant (çocuk halk)… Frederic için olduğu kadar Flaubert’e göre de: ‘Ne derseniz deyin, halkın bir önemi yoktur.’ Sonuç olarak, Duygusal Eğitim, güçsüzlük ve hor görülme üstüne bir romandır; Frederic’in güçsüzlüğü ve 1848 Devrimi’nin hor görülmesi üstüne…”(1)

Edward W. Said ise, ‘Entelektüel’ adlı kitabında Duygusal Eğitim için farklı bir okuma yapmıştır: “Flaubert’e göre 1848’in başarısızlıkları kendi kuşağının başarısızlıklarıdır. Moreau ve Deslauriers’in kaderleri, hem iradelerini belirli bir noktaya yönlendirememelerinin sonucu olarak, hem de insanın zihnini çelen sonsuz sayıda şey, baş döndürücü hazlar içeren modern topluma ödenen bir bedel olarak betimlenir. (Flaubert sanki bir kehanette bulunuyor gibidir burada). Bu toplum gazeteciliğin, reklamcılığın doğuşuna sahne olan, insanların bir günde ünlü olabildikleri, tüm düşüncelerin pazarlanabilir, tüm değerlerin değiştirilebilir hale geldiği, tüm mesleklerin kolay para kazanma ve çabucak başarılı olma arayışına indirgendiği sürekli bir dolaşım alanına dönüşmüş bir toplumdur.”(2)

Peki bu iki farklı okuma biçimini nasıl anlamalıyız? Göran Therborn’un, Sermaye Egemenliği ve Demokrasinin Doğuşu (Çev: Şirin Tekeli, Verso) adlı kitabının temel hareket noktasını oluşturan, “Burjuva demokrasisinin demokratik yanı burjuvaziye karşı verilen mücadelelerle kazanılmıştır” tezini tam burada hatırlayabiliriz.

Döneminin parlak bir burjuva yazarı olarak Flaubert, 1789 Devrimi’nin tıkanan damarlarının açılmasına açıktır ve 1848’e de daha çok bu açıdan bakar. Ancak düzenin değişmesinden yana da değildir. Romanda Desan’ın ‘horgörü’ olarak saptadıkları, işçi sınıfının, mülkiyet düzenini tehdit edebilecek noktaya varabilecek yönelimlerinin ‘tehlikeli bir gidiş’ olarak görülmesine dairdir. İşçiler, yani ‘ayak takımı’ sahneye çıktıklarında kendi rollerinin sınırlarını aşmamalı, tüm dekoru ve düzeni değiştirmeye yeltenmemelidir.
Kendisinden aşağı gördüğüne karşı sergilenen bu refleksin devamını bugün, Cezayir asıllı 17 yaşındaki gencin öldürülmesine kadar varan pratiklerle görürüz.

Tam bu noktada, CIA Analisti Jack Ryan’ın maceraları etrafından dönen ve Amazon platformunda yayımlanan Jack Ryan dizisinin Fransa’da geçen 1. sezonun 3. bölümünden bir diyalog aktaralım.
CIA Analisti Jack Ryan ile Fransız meslektaşları, Fransa’da radikal İslamcı ‘Ali’nin peşindedir. Aralarında şöyle bir diyalog geçer.
Jack, Ali’nin, Paris’te iyi bir üniversiteden mezun olduğu ve sınıfının en iyi yüzde beşinde olduğu halde darptan tutuklandığını belirterek sorar: Her şeyi çöpe atıyor, neden?
Fransız meslektaşı: Burada yaşayan, işsiz, güçsüz, amaçsız koca bir Müslüman jenerasyonu var.
J.R- Ama o diploma almış, kendisini kurtarmış.
Fransız meslektaşı - Bir kağıt parçası dünyanın sana karşı olan bakışını değiştirir mi sence?
Amerika’da yine Afrikalı-Amerikalı, Meksikalı-Amerikalı, İtalyan-Amerikalı, Çinli-Amerikalı olabilirsin. Fransa’da tire diye bir şey yok. Ya Fransızsındır ya değilsindir.

Bu diyalogda Fransa için söylenenler doğru, ancak ABD açısından söylenenler eksiktir. O tirenin varlığı Amerika’da hayat kurtarmıyor. Amerika’da Minneapolis kentinde 46 yaşındaki siyahi Amerikalı George Floyd, 25 Mayıs 2020’de Polis Derek Chauvin’in diziyle boynuna bastırması nedeniyle dakikalarca ‘Nefes alamıyorum’ diyerek can vermişti. Ardından ortalık isyan boyutundaki eylemlerle yıkıldı. O kadar büyük protestolara rağmen ABD’de iki yıl sonra Michigan eyaletinde polis yine siyahi bir kişiyi öldürdü.

Ortada ‘kapitalist uygarlık’ açısından tesadüflerle açıklanamayacak küresel bir gerçek var. Fransa’da Cezayir asıllı Nahel, ABD’de George Floyd, Türkiye’de Kürt Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Kemal Kurkut ya da Suriyeli Ali el Hemdan.

Ancak, çaresiz bir dünyada da değiliz. İlk kez 23 Temmuz 1888’de Fransa’nın Lille kentinde söylenen, sözlerini Fransız İşçi, Eugène Pottier’in 1870’de yazdığı, bestesini ise 1888’de yine bir Fransız İşçi Pierre Degeyter’in yaptığı Enternasyonel Marşı, “Uyan artık uykudan uyan, Uyan esirler dünyası!” dizeleriyle başlar ve devam eder: “Biz başka alem isteriz.”
Sistemi sorgulamadan köklü bir mücadele mümkün mü?

(1) Gustave Flaubert, Duygusal Eğitim, Çev: Cemal Süreya, Philippe Desan’ın son sözünü İngilizceden çeviren Çağrı Çetinkaya, İstanbul, İletişim Yay, 1. Baskı 2007, s.489

(2) Edward W. Said, Entelektüel, Çev: Tuncay Birkan, İstanbul, Ayrıntı Yay, 1. Basım 1995, s.32-33

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa