Muhasebe aynasına bakarak iğneli fıçıda dertleşme yazısı: Anlatılan sizin de hikayeniz olabilir mi?
Fotoğraf: Pixabay
… ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
Nâzım Hikmet
O, ‘Gezi’nin onuru…
Halkın ‘Can Avukat’ı idi…
TİP’in değil sadece, hepimizin, tüm solun Hatay halkına emaneti idi…
Hataylılar var olsun, ikiletmedi…
Sandıktan mazbatasını çıkardı…
YSK’ye bildirdi:
Gereğini yap!...
Can Atalay’ı vekili olarak TBMM’ye atadı…
Meclise bildirdi:
Gereğini yap!...
Kendisine emanet edenlere - bize…
TİP’e değil sadece, hepimize, tüm sola bildirdi…
Gereğini yapın…yapalım…
Hatay Milletvekili Şerafettin Can Atalay’ın halk adına, TBMM’de yasama sürecine katılmasını sağlayın… Sağlayalım…
Nasıl?
Emsalleri vardı...
Bırakırlar canım…
Bırakmadılar…
Enis Berberoğlu olayında da ayak dirediler ama sonunda ne oldu?. Ha!.. Ne oldu?!
Evet yaa… O zaman HADEP mi idi BDP mi; Sabahat Tuncel’i bile serbest bıraktılar…
“İyi insanlar”, iyi niyetle, “İyi İnsan” Can Atalay’ı zindanda değil, hak ettiği TBMM’de görmek istiyordu…
Gereğini yapmayanlara…
Haklı olarak Meclis başkanına, yargıya ve tabii “Bu işlerin arkasında hep ora var” denilen Saray’a ve elbette CHP’ye; “Kılıçdaroğlu’na bak yaaa!”
HERKESE KIZILIYOR… HERKESE… BİR TEK KENDİMİZİZ MUAF OLAN…
Eksper sayıyoruz ya kendimizi…
Tıpkı…
Evet tıpkı, hani (ne güzel) son yıllarda artan “sokak röportajları”nda durum değerlendirmesi yapan “vatandaş”lar gibi…
Alaca karanlıkta pazar yerinde elinde torba, mikrofona konuşan teyze:
Zam zam zam… Millet (kendisi değil; millet) artık pazarda satılamayan çürük sebze meyveleri topluyor…
Elinde tespih, çöktüğü bankta öfkeli öfkeli beyanat veren amca:
Yav yeğenim halk (Kendisi değil, halk) aç aç… Ama müstahak bunlara… Gıkını çıkarmıyor… Yok yok adam olmaz bunlar…
O sırada kuş bakışı bakılsa, onlarca sokakta caddede meydanda, onlarca “vatandaş” aynı cümleleri kuruyor:
Bu halk adam olmaz… Aç ama gıkını çıkarmıyor…
Aynı hesap…
Kendimiz dışında tüm sorumlulara saydırıyoruz…
Ama yaradan şahit; duruş sağlam…
….
İyi insanlar iyi niyetini koruyordu yine de…
Hatta “Buralarda olursak gideriz”, randevulaşması yapanlar dahi vardı:
Sabahat Tuncel’i, Gebze’dendi galiba değil mi, konvoyla almışlardı… Can için de yaparlar mutlaka… Yav kesin yapılmalı… Seçim sonu morali bozuk zaten milletin… İyi gelir kitleye… Moral olur kitleye…
Ben de onu diyorum… Tatile denk gelmezse, buralarda olursak katılırız konvoya, karşılarız Can Atalay’ı, Silivri kapısından…
İyi insanlar olarak biz, hepimiz, Can Atalay’ın tahliyesini bekliyorduk ki…
TELE 1’in bir numarası, muhalif gazeteci Merdan Yanardağ’ı, Can Atalay’a koğuş komşusu yaptılar (27 Haziran 2023)…
“Tesadüf” beye bakar mısınız!..
Kurban Bayramı’ndan hemen önce...
“Kurban”; ne çok şey anlatır çok dilli kadim metafor…
VE TABİİ BİZ İYİ İNSANLAR CAN ATALAY’IN TAHLİYESİ DERKEN, MERDAN YANARDAĞ’I KONUŞMAYA TARTIŞMAYA BAŞLADIK…
Daha önce Selo’yu, Selçuk Mızraklı’yı … Figen Yüksakdağ’ı… Kayyumlanan belediye başkanlarını… Mücella Yapıcı’ları…
Daha daha öncesinde …..’leri konuştuğumuz gibi…
Can Atalay ne oldu?
Yargıtay tutukluluk kararının kaldırılması talebini reddetti (13 Temmuz 2023) …
Ama “Emsalleri…”
Unutmadılar:
Can Atalay tahliye edilir, milletvekili olarak göreve başlarsa, yol olur, teröristler seçilerek cezaevlerinden Meclise geçerler…
Tebliğ edilen kararın meali özeti bu!..
İyi insanlığın özeti ise:
El böğründe baka kaldı olan bitenler karşısında…
Ama yağma yok…
Bekliyoruz tüm iyi niyetimizle, kötülüğün yenileceği bir güne olan inancın umuduyla...
İyi ki varız!... Değil mi?..
Derken…
AKLIMA GELDİ, PAYLAŞAYIM…
Geçmiş zaman; o malum sitelerden birinde oturan bir arkadaşımın başına gelmiş, ondan dinledik bir dostlar meclisinde…
Eve dönerken, bahçede, heyecanla bir hayat kıdemlisi bir kadın çevirmiş yolunu:
- Oh çok sevindim, siz değilmişsiniz!
- ….???
- A biz tanışmıyoruz ama sizi görüyoruz, uzaktan tanıyoruz… Geçen gün biri ölmüş, adını bilmiyoruz ama tarif edince birden size benzettik… İnanın çok üzüldük çook; iyi bir aydın…bir solcu daha gitti diye… Zaten şunun şurasında kaç kişiyiz ki!..
Arkadaş şaşırmış, teşekkür etmiş, tanışmışlar böylece, falan…
Bizimkinin saklamaya çalıştığı çalımına bakılırsa, biraz da gururlanmış etrafta bıraktığı intibadan ötürü…
Bunu sezen masanın muzibi duramadı, takıldı:
- Şimdi seni hayatta gördüğü için sevinen, seni de havalara sokan o solcu komşun var ya; yarın kapına dayanan polis kelepçeleyip götürürken seni, perdenin arkasından tedirginlikle izlemekten başka bir şey yapmaz, merak etme…
BÖYLE MİYİZ SAHİDEN?..
Nasılız?..
Eyvallah:
‘Onlar’ gibi değiliz…
Benzemeyeceğiz (de) onlara; hayır, dönüşmeyeceğiz suretlerine:
Tayyip’in kurbağaları [1] olmayacağız…
Samed’in Küçük Karabalığı’yız[1] biz:
Alışmak yok… (asla!)
Kabullenmek yok… (asla!)
Mücadelemiz ve yaratabildiklerimiz kadar varız… (her daim… ama en fazla hâldeki uzun şimdilerde!..)
…
Nasıl, güzel değil mi?..
İtirazı olan?
Yok!.. tur… pek herhalde… (değil mi?)
Fikren:
Zamane tabiriyle; aynen; hemen üstte kabaca çizilen eşkalin, ana hatlı beyan-ı tarifin eksiği var, fazlası yok… (değil mi?)
Lafzen:
Ruhu okşuyor, göze kulağa hoş gelmiyor mu?!..
Ahlaken:
Söylediğini yapmak, savunduğunun icaplarına uymaksa biraz da… ya da esasında buysa ahlak?..
Söz ile fiilin/düşünce ile davranışın/teori ile pratiğin (evvela) iç tutarlılığı ise ahlak?..
Yaniii şimdii… Nasıl desek ki… Aslında… (Çeviiiir!!..)
Fiilde…. Fiiliyatta:
Müstesnalar… İstisnai haller ve failleri bağışlasın; siz yoksunuz bu fotoğrafta…
Ama ötesi berisi?
Galiba bu bahiste kimsenin kimseden öyle pek farkı yok…
Maalesef…
Örgütlüsünden örgütsüzüne… (En hazini de bu değil mi!)
Kimsenin kimseye öyle amam aman söyleyecek uzun boylu pek sözü yok… (Sanırım.)
Uzaktan yakından bakınca; netice itibariyle ahvalin fotoğrafı böyle diyor…
KOLAYI VAR, SAĞLAMASINI YAPALIM
“Keşke”lere..
“Yeter ki”ler vb.leri hayatımızda ne kadar ve nasıl yer vermişiz, bununla ölçebiliriz…
“Keşke”li dilek- şart kipli cümleleri “Yeter ki”li beklenti ve temennilerin tamamlama sıklığı, bireylerin olduğu gibi toplumların da hayatlarında yolunda gitmeyen bir şeylerin varlığını göstermez mi?..
Türlü halleriyle tembelliklerin ve politik cüretsizliklerin/hımbıllıkların sonuçlarına işaret etmez mi?
Yerine getiril(e)meyen sorumlukların, ihmal edilmiş görevlerin, konformizmin vakumlayan ayartıcılığını sergilemez mi?
Boşlukların, hamlıkların/ol(a)mamışlıkların, tatminsiz kalmış ihtiyaçların filan ölçüsünü vermez mi?
Retorik sorularımızı elbette, “Biz var ya biz…” ile başlayan politik mazoşizme bağlamayacağım… (katiyen)
Hayli kalın fırça darbeleriyle eskizini çizmeye çalıştığım mecalsiz haleti ve ruhiyesini, bize mahsus hayli mühim yanları olsa da sadece bize mahsus münferit haller olarak sunma özcülüğüne meyletmeyeceğim…
Bakın burası, ‘keşke’yi arzular…
Ama fakat alem bu… (olmuş.)
Öyleyse muradı ne bu, okurunun/okumayanının payı nispetinde üstüne alınması için ruhunu ve vicdanını ve zihnini çimdikleyen, bol serzenişli yazının?
“Yeni kapitalizm” zımparasının mahsulü “Karakter aşınması” (Sennett*) mevzunu vardırmayacağız - ama esasen biraz etrafından dolanarak…
Şimdi burada yaptığımız/yaptığımızı sandığımız şu:
‘MUHALİF KONFOR’U SARSMAK!..
Rejisör koltuğuna kurulmuş oyuncularını yönlendiren film yönetmenliği pozlarını bıraksak mı?
Yönetmen kanepemize gömülüp reel hayatın aktörlerini (‘oy’larımızla) yönlendirdiğimiz zannından vazgeçmek, hepimize iyi gelmez mi?..
Ya da “aktörlerimiz” beklediğimiz performansları göstermediklerinde, daha çok sosyal medyada filan, “Kesiyorum”, “Baştan alalım” kıvamındaki müdahilliğin, muhalifliğin karikatürü olarak belki ancak parodilerde iş görebileceğinin idrakinde miyiz?
‘Kötü’ olmamak/kötülükle (rejimle) iş tutmamak ‘iyi’ olmak için yetmez; sağlam bir başlangıç için pek kıymetli ama asgari şart sayılır, o kadar; sizin adınıza da hepimize hatırlatmış sayın bunu…
Velhasılıkelam…
Vaziyet bu civarlarda seyrettiğinden ya da bana böyle göründüğünden, iş bu yazı ile:
Esasında hemen dibimizde de yaşanan -çoğu patinaja düşmüş- istisnaları bir yana…
Dünya geneline çöreklenmiş çok yönlü hadisenin/olgunun, memleketimizin, kendine has şartlarına tercüme ettiği tezahürlere, bunun insan hallerine sitem ediyoruz…
HİŞŞT…
diyoruz…
Bilhassa gerileme evrelerinde, dünyada yaşanmış ve yaşanmaya devam eden, nesnellikte beslenen, nesneleşen insanın hallerine ve sonuçlarına dikkat çekmek gayemiz…
Nâzım Hikmet lisanıyla konuşursak, “Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim” diyebilmek be, (Biraz tadınızı kaçırmayı umduğum) sevgili okur…
Başlıktaki ayna metaforu bunun için:
Bıkmadık mı, yaka silktiğimiz melanetler karşısında sadece mırıldanarak söylenip durmaktan…
Tam da burada şahsınıza tevdi edilmek üzere hazırlan bu şikayet dilekçesini andıran yazı ile bizim yaptığımız gibi…
Huzursuz değil miyiz, neredeyse tek tepkisi yakınıp yakarmak ve şikayet etmek olan, (hep) şikayetçi(lik) pasif(liktir) topluluklar olarak yaşamaktan?..
Yetsin:
Sorunların faillerinden medet umarcasına hep kendi dışından çözüm bekleyen, dırdırcı mızmızlık muhaliflik sayılmasın…
Ben bunu apolitik muhaliflik sayıyorum…
EVET, APOLİTİK MUHALİFLİK!
Zira:
Herkes kendi sınıfsal/siyasal pozisyonuna göre davranıyor…
Taşıdığı kimliğe, yüklendiği misyona göre davranmayan, sosyal siyasal aidiyetlere uygun davran(a)mayan neredeyse sadece biziz, dersem çok mu haksızlık etmiş olurum?
Sanmıyorum…
Bazı arkadaşlarıma gına gelecek ama bana kalırsa bilhassa solun/sosyalistlerin -sebepleri çok tartışma kaldırır- en temel sorunu şu:
İddialarına uygun pozisyon al(a)mamaları…
= pozisyonlarda (dar ve bilhassa geniş anlamlarıyla) eylemli kurucu/karşı hayatlar örgütleyememeleri…
Sahiplendikleri hüviyetlerin icapları ile konumlanışları arasındaki mesafe makasının epey açık olması…
Asablara musallat olması muhtemel kurcalamalarımızın hatırlatması…
Çağrısı açık:
Yaptığımız kadar varız…
Meali:
Siyasetin…
Bireysel ve toplumsal hayatımızın öznesi olmak… (şart!)
Bunu becerebildiğimiz ölçüde ancak pasif, yakınan değil yapan, sorunu havale eden/bekleyen değil çözen aktif özne(ler) olarak devreye girer ve sahiden rehine zindanlarını boşaltabiliriz…
Seloları… Kavalaları… Mücella Hanımları… Gülten Kışanakları ellerinden alabiliriz...
İşte o zaman Gezi’de “Bu daha başlangıç…” diyen sesin sahibini, bu kez, Hatay Milletvekili olarak TBMM’yi ‘Can’landırırken alkışlarız…
TELE 1’in Yanardağ’ını söndürme hamlelerini boşa düşürebiliriz…
Sıfır noktası:
APOLİTİK POLİTİKA SARMALINI PARÇALAMAK
Öyleyse:
Keşke dememek için meşru tek keşke şu:
Keşke örgütsüzlüğü değil örgütlü olmayı yine ve yeniden cazip hale getirecek, yaratıcılığı kışkırtacak siyasal iklim oluşturulabilse…
Nasıl?
Saray’ın siyasetin alanı büze büze, muhalefeti çivilediği apolitik politika sarmalını parçalayıp dağıtmak; ilk yakın hedefi bu olan, politik öznelerin örgütsel birliğini değil, yatay kesen ortak paydaları uğruna mücadelenin birliğini sağlamayı eksenine alan birleşik devrimci merkezin/koordinasyon santralinin inşasıyla başlanabilir mesela…[2]
Yani?
Nasıl?
Güneş ışınlarının dik açılarla taarruz ettiği saatlerde gölgede değilseniz, ultraviyolenin zararlarına maruz kalmamak için mutlaka tedbir alınız!..
Göbek taşına dönen fabrikalarda çalışmaya zorlamak “sosyal cinayettir!”[3] ..
DİPNOT:
* Richard Sennett, Karaktere Aşınması Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri, Ayrıntı Yayınları, 2010…
[1] Seçim testi: Tayyip’in kurbağası mı, Samed’in Küçük Kara Balığı mı? (gazeteduvar.com.tr)
[2] Harman yeri tartışmaları 1: Sol tarihle de harmanlanarak kendini kuracak ya da... (gazeteduvar.com.tr)
[3] 19. yüzyıl İngiliz proleteryasının kullandığı yaygın tabir: “Bir çok kişinin açlıktan öldüğü bir gerçek; çünkü doğru dürüst beslenememek bir çok öldürücü hastalığa sebep oluyor ve normal zamanda etkisiz kalabilecek bu hastalıklar, takatsizlikten ve zayıflıktan dolayı öldürücü oluyorlar. İngiliz işçileri, buna ‘sosyal cinayet’ diyorlar ve tüm toplumumuzu bu suçu birlikte işlemekle itham ediyorlar. Yanlış mı?” (abç, F. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Ayrıntı Yayınları, 2013, s. 63)
- 'Zamanın Ruhu' söyle bize: Sputnik’ten Sabah’a; grev kırıcıları ne yana düşer, bizim eski Beko İşçisi Kamber ne yana?.. 30 Eylül 2023 04:17
- ‘Beşli Çete’nin Nihat Özdemir’i ile İbrahim Çeçen Akbelen’de hayatı katlediyor ey insanlık… Desek, hedef mi göstermiş oluyoruz?.. 29 Temmuz 2023 04:40
- Soner Yalçın’a Sözcü’deki okuru da sormalı: Kılıçdaroğlu’nu elimine etme karargahı olarak gösterilen, RTE’nin “Eski Özel Kalem Müdürü” Hasan Dağcı’nın yalısını yurt edindiğin iddiası doğru mu? 06 Mayıs 2023 04:38
- "Kılıçdaroğlu kazanamaz" yargısına iman ederek "millet"i devirmeye kalkmak, muhalefeti bölerek "Erdoğan kazansın" demenin Akşenercesi olur!.. 04 Mart 2023 04:22
- Atacağım hiçbir başlık, bu alengirli işleri izah edemez, isterseniz buyurun bir de siz deneyin… 24 Aralık 2022 04:48
- Otopsi Masası Raporu 2: Hulki Cevizoğlu gibi ikametgahını Saray’ın Bekçi Kulübesine aldıran ‘Ulusalcılar’ bakın kime benziyor… 10 Aralık 2022 04:27
- Otopsi masası raporu: Ahmet Hakan "gereğini yapıyor" olmanın gözünü çıkarırken, "yayın yasağını savunan genel yayın yönetmeni" olarak tarihe geçti 03 Aralık 2022 03:32
- Embedded Cüneyt (Özdemir) "Z Kuşağı"nı Saray'a "iliştirme" mesaisinde 03 Eylül 2022 04:20
- Halkı, basın özgürlüğü mücadelesiyle dayanışmaya çağırdığımız destek kuvveti saymakla yetinmeyelim… Medyanın demokratikleştirilmesi mücadelesinin kurucu öznesi, ikinci asli ayağı olarak örgütlemeyi tartışalım… 13 Temmuz 2022 04:40
- Rasim O. Kütahyalı herhangi bir devlet kurumunun elemanı mı? Değilse, neden ‘devletin bazı kurumlarındaki üstadlarımız’ diyor? Kim bu üstadları? 07 Haziran 2022 04:10
- İmamoğlu otobüsü devirdi – 2: Sol muhalefetin huzuruna Özkök ve Alçı ile çıkmanın, Cem Küçük ile ‘sivil ölüm’ mahkûmu 'Barış akademisyenleri’ni ziyarete gitmekten ne farkı var!.. 17 Mayıs 2022 00:06
- CHP'nin İstanbul mitingi 1 Mayıs bileşenlerinin faşizme karşı ortak duruş azminin gösterisine dönüştürülemez mi? 13 Mayıs 2022 23:50