"Sol"a dair "kimlikçi" liberal ezber-2

Aşkla Sana belgeselinin afişi
Evet, “bir meseleye nereden nasıl baktığımız” önemlidir! Sadece “görülmeyeni görmek veya konuşulamayanı konuşabilmek açısından” değil ama görülene hangi bakış açısıyla baktığımız ve konuşulanın anlam ve amacı bakımından da sorunlara kimin safından kimin yararına baktığımız önem gösterir.
‘68 hafızasını kolonizm zemininde oluşmakla itham eden Bülent Küçük, politikanın iktisadi ilişkiler ve sosyal koşullarla ilişkisini flulaştıran bir kültürel-zihinsel kodlar okumasıyla Cevahir’i, Kürt ve Alevi “kimliği” ve “kültürü” dolayımında tanımlıyor. Onun devrimci kimliğini bu hassasiyetleri ‘çemberi’ne alarak irdelerken, 31 Mayıs-1 Haziran 1971’de İstanbul Maltepe’deki çatışma sırasında ya da Kızıldere’deki kuşatmada, “teslim olunsa dahi” öldürüleceklerini bilmeyi, örneğin M. Çayan için onun Türk kökenli olması gerekçesiyle bir algı ve kavrayış olarak öngörmüyor.
Cevahir’in Kürt kimliği dolayısıyla Kürt sorununda diğer arkadaşlarına kıyasla belirli bir hassasiyete daha fazla sahip olması ve bunu yazılarında dile getirmesi, Küçük tarafından, 1960’lı yıllarda soruna ilişkin tartışmalar kapsamında dile getirilmiş benzeri birçok diğer görüş yok sayılarak ‘kullanılıyor’. Küçük’ün anlatımında, dönemin öne çıkan devrimci militan önderleri, Cevahir ‘ayrı tutularak’, belgesel konusuyla alakasız kimi konular üzerinden de küçümseyici bir söylemin konusu ediliyor. Üzerinden yaklaşık olarak altmış yıl geçmiş olan bir mücadele dönemi ve sürecinin ‘oluşma ve değişme’ dinamiklerini bir de bu mücadelede öne çıkan ve burjuva şiddet aygıtınca kurşuna dizilerek, idam edilerek veya işkenceyle katledilen devrimcilerini “aşk ve cinsellik” kavramları aracıyla magazinleştirme girişimleri nedeniyle gördüğü tepkiyi “otosansür” olarak niteleyen Bülent Küçük, ‘68 dönemi devrimcilerinin, özgürleşmeyi “Üretim ilişkilerinin dönüşümü ve yüksek siyaset mekanizmalarının dönüşümü ötesine tahayyül edememiş” olduğunu söylüyor. “Zamanın ruhu” ona, “sol varoşlarda” toplumun genelinden farklılaşmayan “muhafazakar ahlaki formların” geçerlilik gösterdiğini söyleme hakkı bahşetmiş; devrimcileri bir de “erkeklik performansı” üzerinden değerlendirme gereği duymuş ama konuştuğu ‚’68’li Cevahir’in arkadaşları ketum davranıp sır vermemişler! Onu da bir eksiklik görerek eleştiriyor.
***
Dünya ve Türkiye ‘68’i elbette tüm sonraki süreçteki siyasal-sosyal ve kültürel gelişmelerle ilişkisi kurulabilecek bir tarihsel kesitin çeşitli ve çok yönlü deneyim ve birikimi açısından irdelenmeyi hak etmiştir ve halen de üzerine konuşulabilir ve yazılabilir bir ‘zenginliği’ içeriyor. Ancak bu irdeleme, deyiş yerindeyse hakkaniyetli ve değerbilir olmalıdır: Günümüzde, o dönemde devrimci mücadeleyi kana boğmak için elde silah pusudan pusuya koşturan kimi eski faşistin de kendini “68’li” olarak gösterdiği unutulmaksızın, “Belli egemen sol gruplar tarafından temellük edilmiş veya üstü örtülerek tek bir anlatıya indirgenmiş ‘68 deneyimlerinin çoğulluğu” üzerine ahkam keserken, o dönemin mücadelesinin ön cephesinde yer alan, mücadeleyi örgütleyen ve can bedeli sürdüren devrimcilerin anısına saygı göstermek de mücadelenin gerekleri arasındadır. Akademik araştırı ve belgeselcilik bu özenden azade sayılamaz. Toplumsal değişim ve sınıf mücadelesinin seyrini belirli kalıplar çemberine alarak günümüz toplumunun ‘68-72 sol hareketince “Alternatifsiz ve geleceksiz bırakılmış” olduğunu ileri süren bakış açısında bir sakatlık, bir isabetsizlik ve en hafifinden yanılgı var demektir. Sosyalizm ve işçi sınıfı mücadelesinin dünya karşı devrim güçlerinin çok boyutlu kuşatma ve saldırısı sonucu geriye düşmesi, kuşkusuz tarihen geçicilik gösteren bir yenilgiyi işaret ediyor. Gelgelelim bunun yükü “68-72” dönemi mücadelesi ve yenilgisine bindirilemez.
Bir pay biçilecekse bu da sınıf mücadelesinin devrimci kuramı ve pratiğinin öğreticiliğinde, devrimci vicdan adaletiyle teraziye vurulmalıdır. Liberal ‘demokratik’ solculuğun yakın mücadele tarihimize biçtiği elbise ise giyilecek türden değildir. Devrim yolunun engebeli, mücadelenin yükseliş ve düşüşleri, yengi ve yenilgileri içeren zorlu bir süreç olarak gelişip sürdüğünü ‘68-72 dönemi devrimcileri de biliyorlardı. Faşizan ve şovenist milliyetçi gericiliğin güç kazanmasını bu dönem devrimcilerinin hata ve eksiklikleriyle açıklamaya çalışmak, koşullu bazı bağlantılar kurulabilir olsa da günümüz mücadelesinin devrimci güçlerinin sorumluluklarını değil sadece dünya ölçekli nesnellikleri de “Hesap dışı tutmak” olacaktır. ‘70’lerin mücadelesini ve mücadele örgütlerini yenilginin kaynağı gösteren Dr. Küçük, solu, “Geçmişe takılı kalmak”la suçlarken de siyaseten isabetsiz bir atış yapıyor. Onun, ulusal hareketin toplumsal dayanaklarıyla devrim ve sosyalizm mücadelesinin sosyal dayanakları ve hedeflerinin algısal-kültürel ve siyasal ideolojik bağlamları arasındaki farklılıkların üzerinden atlayarak giriştiği kıyaslama isabetsizdir. Bülent Küçük adressiz konuşuyor ve genelleyerek suçluyor. Suçlayıcı iddiaları, günümüze dek onlarca, belki de yüzlerce irdelemeye konu olmuş bir dönemin devrimci kazanım ve deneyimlerine itibarsızlaştırma amaçlı bir itirazın -onun deyişini kullanırsak- ‘kibri’yle yüklüdür. Sorumluluktan azade bir “özgürlük platform”ndan sıraladığı suçlamaları, yakın tarihimizin devrimci siyasal gerçekliğine, ulusal kimlikçi bir yaklaşımın tek yanlılığıyla maluldür.
Evrensel'i Takip Et