21 Temmuz 2023

Rojava devrimi için muhasebe zamanı

Fotoğraf: Kurdishstruggle/Flickr CC BY 2.0

Erdoğan yönetiminin 2011’de yanına Katar ve S. Arabistan’ı ve arkasına ABD ve Fransa’nın desteğini alarak öncülüğüne soyunduğu ‘Suriye’ye müdahale politikasının en öngörülemez sonucu nedir?​’ sorusunun tartışmasız yanıtı ‘Rojava devrimi’dir. Esad rejimini 6 ayda devirme hesapları tutmayıp Suriye yönetimi ve desteklenen cihatçı gruplar arasındaki savaşta bir denge durumu oluşunca Kürtler de 19 Temmuz 2012’de Kobanê’den başlayarak yaşadıkları bölgelerde yönetime el koymuşlardı. Kürtlerin yaşadıkları bölgelerin savaştan etkilenmemesi için yönetime el koymasını Cizîrê, Kobanê ve Afrin kantonlarının oluşturulması ve Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin ilan edilmesi takip etmişti.

Kürtlerin öncülüğünü yaptığı özerk yönetim, Suriye savaşındaki cihatçı gruplar arasında öne çıkan el Nusra’nın ve IŞİD’in hedefi olmuştu. Sadece ‘İslam emirliği’ ilan ettiği Suriye ve Irak’ta değil, Türkiye ve Avrupa’da da birçok katliam gerçekleştiren IŞİD’e karşı kadınların da önemli bir rol üstlendiği Kobanê direnişi, Kürtlerin mücadelesinin bütün dünyada sempatiyle karşılanmasını sağlamıştı.

Rojava devrimi sonrasında farklı milliyet ve inançlardan halkların katılımıyla kurulan Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi, cihatçı gruplara karşı seküler-laik ve Esad rejimi ile Erdoğan yönetimi başta Kürtleri statüsüzlüğe mahkum etmek isteyen tekçi-şoven rejimler karşısında demokratik bir karakter taşıyordu.

Erdoğan iktidarının Öcalan ile görüşme sürecini başlatmasında ve masayı devirip bu süreci sonlandırmasında belirleyici nedenlerden biri de Rojava’ydı. Kürtlerin Suriye yönetimini devirme ve bölgedeki yayılmacı emellere yedeklenmesi hesabı tutmayınca IŞİD desteklenerek özerk yönetim ortadan kaldırılmaya ve Kürtlere statüsüz bir çözüm dayatılmaya çalışıldı. Bu hesap da Kobanê’de bozulunca masa devrildi ve savaşçı politikalara geri dönüldü. Bugün Demirtaş başta HDP ve demokrasi güçlerini hedef alan Kobanê yargılamaları da bu sürecin bir devamıdır.

Öte yandan Kürtlerin IŞİD ile mücadelede öne çıkıp özerk yönetim oluşturmaları, bölgedeki egemenlik mücadelesi bakımından da önemli sonuçlar doğurmuştu. ABD, ilk dönemler Kürtleri muhatap almadığı gibi Suriye sorununa siyasi çözüm amaçlı uluslararası toplantılara katılmalarını da engelliyordu. Ancak ABD, IŞİD’in Musul’u alıp bölgedeki enerji kaynakları ve geçiş yolları için ciddi bir tehdit haline gelmesi ve bölge genelinde Rusya ve İran’ın etkisinin artması karşısında ‘IŞİD ile mücadele’ adı altında kendisinin ve müttefiklerinin pozisyonunu korumaya yönelik bir politikayı uygulamaya koydu. Kobanê sürecinde de IŞİD ile mücadelede öne çıkan ve dünya halklarının sempatisini kazanan Kürtlerle bu politika temelinde iş birliğini geliştirmeye yöneldi.

ABD’nin Kürtlerle iş birliğini geliştirmesi, Suriye’de Rusya’nın belirleyici olacağı bir ‘çözüm’ün önüne geçmeyi hedefliyordu ve bu durum kaçınılmaz bir biçimde o döneme kadar Kürtlere daha yakın duran Rusya’nın da tutumunu etkiledi. ABD’nin Kürtlerle iş birliği yapması, bölgede Erdoğan yönetimi ile arasındaki makasın daha da açılmasına yol açtı. Erdoğan, Suriye’de Kürtlerin statü sahibi olmasını Türkiye’deki Kürt sorunu için bir tehdit olarak gördüğü için Rusya’ya yanaştı ve Rus yönetimi de NATO üyesi Türkiye’yi sahada ABD ile karşı karşıya getirmeyi kendi çıkarları için kullanışlı buldu.

ABD’nin Kürtlerle iş birliğini Fırat’ın doğusunda kurduğu üslerle sınırlaması ve Rusya’nın ABD ile iş birliği yapan Kürtler üzerinde Erdoğan iktidarını kullanarak baskı oluşturmaya çalışması, Kürtlerin kazanımlarının bir kısmını kaybetmelerine yol açtı. Afrin, Tel Abyad (Girê Spî) ve Serêkaniyê (Rasulayn) gibi kentler Erdoğan yönetimi ve desteklediği cihatçı gruplar tarafından işgal edildi.

Ukrayna savaşı, ABD ve Rusya’nın başını çektiği emperyalist güçler arasında diğer bölgelerde devam eden egemenlik mücadelelerini daha önemli hale getirdiği için bu süreçte gözlerin çevrildiği yerlerin başında Suriye geliyor.

Rusya; Türkiye ve Suriye ilişkilerinin ‘Normalleştirilmesi’ adı altında Türkiye, Suriye ve İran yönetimlerinin katılımıyla oluşturduğu mekanizma üzerinden süreci kontrolü altında tutmaya çalışıyor. Bu dört ülkenin katılımıyla 20-21 Haziran’da Astana’da yapılan toplantının sonuç bildirgesinde “Terörle mücadele bahanesiyle hayata geçirilmeye çalışılan gayrimeşru, sözde öz yönetim teşebbüsleri kabul edilemez” denilerek Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi hedef alınıyordu. Bildirgede yer alan bu ifadeler, Suriye-Türkiye “Normalleşmesi”nin Kürtlerin statüsüzlüğe mahkum edilmesi üzerine kurulmak istendiğini açık bir biçimde ortaya koyuyor.

Ancak ABD de Suriye’de Kürtlerle iş birliğinin “IŞİD ile mücadele”yle sınırlı olduğunu, yani Kürtleri Erdoğan iktidarının müdahaleleri karşısında koruma garantisi vermediğini her fırsatta tekrarlıyor. Zaten Irak-Ürdün sınırındaki el Tanf bölgesindeki askeri üssünde cihatçı gruplarla iş birliği yapan ABD emperyalizmi için esas olanın kendi çıkarları olduğu ve Kürtlerle iş birliğinin bu çıkarlara hizmet ettiği yer ve kadar ile sınırlı olduğu bilinmez değil.

Erdoğan’ın son NATO zirvesinde görüldüğü gibi, ABD ve Batılı emperyalistlerle daha fazla iş birliğine hazır olduğu mesajını vermesi, tıpkı Rusya’nın oluşturduğu dörtlü mekanizma gibi Rojava’nın geleceğiyle ilgili belirsizlik ve tehdidi büyütüyor. Çünkü emperyalist güçler arasındaki egemenlik mücadelesinin keskinleştiği böylesi bir süreçte Erdoğan yönetiminin ABD ve NATO eksenine daha fazla bağlanması halinde ABD’nin Kürtleri gözden çıkarması ya da en azında Trump’ın daha önce yaptığı gibi Kürtlere yönelik sınırlı düzeyde operasyonlara kapı aralaması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Kaldı ki, ABD emperyalizmi zaten Rojava’daki Kürt hareketinin (PYD/SDG) Barzanici bir çizgiye evrilmesini ve dahası Irak Kürdistan’ındaki Barzani yönetimi ile en azından siyaseten birleşmesini istiyor ve bu politikada uzlaşılması halinde Erdoğan iktidarına PKK’nin etkisizleştirilmesi için iş birliği yapmayı öneriyor. Kürtlerin kazanımlarını koruyabilmeleri için ‘birlik’ laflarının ağızlardan düşürülmediği böylesi bir dönemde Barzani yönetimi de Erdoğan iktidarının Irak Kürdistan Bölgesi sınırları içinde PKK’ye karşı operasyonlar yapmasını ve burada askeri üsler kurmasını destekliyor.

Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunurken Rojava devrimini öngöremeyen güçler, buradaki özerk yönetimin bu kadar yıl ayakta kalabileceğini de düşünmüyorlardı. Açıktır ki, özerk yönetimin bu kadar yıl ayakta kalabilmesinin en önemli dayanağı halkın örgütlülüğü olmuştur. Ancak gelinen yerde Rojava devriminin önünde önemli açmazlar ve bu açmazların yarattığı belirsizlikler duruyor. Çünkü özerk yönetim bir yandan demokratik Suriye’nin bir parçası olmak isterken öte yandan da ABD ile iş birliğini sürdürüyor. ABD emperyalizmi ise, Kürtlerle iş birliğini tam aksi yönde Suriye’de olası bir çözümün önüne geçmek için ve dahası Rusya karşısında kendi pozisyonunu korumak için kullanmaya çalışıyor. Rusya ve Suriye; Kürtlere, ABD ile iş birliğini sonlandırmayı dayatıyor ama bu iş birliğinin sonlandırılması halinde özerk yönetimin taleplerinin kabul edilmesi konusunda da hiçbir güvence vermiyorlar. Aksine Erdoğan yönetiminin saldırgan politikalarını Kürtleri statüsüz (en iyi ihtimalle kültürel özerklikle sınırlı) bir çözüme zorlamanın dayanağı haline getirmeye çalışıyorlar.

Bu karmaşık görünen denklemin önümüze koyduğu sonuç ise, Kürtlerin ya da bölgede demokratik barışçıl bir geleceğin kurulmasını isteyen siyasal güçlerin hiçbir emperyaliste ya da iş birlikçi gericiliğe güvenemeyeceği gerçeğidir. Bugün en zoru bu görünse de Rojava’da ya da bölge genelinde halkların kendi geleceklerini belirlemesinin yolu yine kendi mücadele ve örgütlülüklerinden geçiyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası

Çayırhan’da çakal sofrası

AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!

317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri

204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'

0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et