22 Temmuz 2023

Çığlık

Görsel: Edward Munch’un "Çığlık" adlı tablosu

Edward Munch’un çığlık adlı ünlü tablosunu yorumlayanlar, bu eserin ressamın yaşamı boyunca yaşadığı ıstırapların sonucu olduğu kanaatine varmışlardır. Resimde, bir gemi güvertesinde çığlık atan bir kişi ve arkada bu durumu sakince izleyen iki kişi bulunmaktadır. Bu resmi şöyle de yorumlamak mümkündür; resim, fiziksel görüntüler olarak değil de, insanların ruh aleminde yaşadıkları nevrozların algılandığı bir görüntüleme cihazının ekran yansımaları olarak görüldüğünde tablo daha bir anlam kazanmaktadır. Denizin ortasında yaşananları kimileri sükunetle, kimileri ise derin kaygı ve yeis ile karşılamaktadır. Peki, bugün değerli okuyucuları böyle bir yazı ile karşı karşıya koymanın sebebi ne olabilir, sorusuna yanıtım, bu eserin, yaşadığımız derin çöküşte toplumun çeşitli katmanlarındaki insanların çelişkili ruh halinin harika bir görüntüsünü veriyor olmasıdır.

Güney komşularımızdan para koparmaya ailece çıkarma yaptıktan sonra, kendilerine karşı duyduğumuz minnet borcunun(!) ilgili sorumlu resmi kişi tarafından iletilmesi, doğal olarak, vurdumduymaz yandaşlarda farklı, duyarlı çevrelerde ise çok daha farklı yankılamıştır. Evet, IMF’ye başvurulmadı, ama daha beteri oldu. Türkiye bu hale getirildikten sonra, keşke IMF’ye başvurulmuş olsa idi. Hiç değilse, IMF meseleye ticari çıkarla değil de, kapitalist sisteminin mantığı ile yaklaşırdı. IMF vereceği para karşılığında, tabii ki sermayeyi değil, emekçileri ve yoksulları zor durumda koyacak önlemler aldırırdı, fakat hiç değilse ülke topraklarına karşı güney komşularımızdan daha kibar davranır, Boğaz’ın nadide arsalarına sulanmazdı. Peki, niçin IMF’ye gidilmedi de Arap dünyasına dalındı? Niçin Avrupa Birliğinden uzaklaşıldı ise, şimdi de aynı mantıkla IMF’ye gidilmedi. Ana sebep tek-adam rejiminde hiçbir kurala bağlı kalınmadan tek-adamın hareket alanında mutlak serbesti sağlanması ve oluşan rantların paylaşımıdır! Örtülü ihalelerden kamu kesiminde israfa varana dek her alanda mutlak serbesti IMF ile değil, ancak Arap dünyasına şükran borcu ile sağlanabilir. Tek-adam serbestisinin ülkeye hem ekonomik hem sosyal maliyeti çok yüksektir. IMF’ye olan borcumuzun bittiği dönemde “IMF’yi kovduk” ifadesinin siyasi kademedeki anlamı da, bu bağlamda, fevkalade manidardır. Buna yol açan ve durumu idrak edemeyen siyaset erbabı kadar, bu sürece meydan açan hukuk insanları(!) ve yandaşlarının da bu ülkeye karşı işledikleri günahın bedeli bir gün karşılarına mutlaka çıkacaktır.

Evet, denizin ortasında giden gemide hepimiz varız, ancak devlet gemisi batmaz, fakat yürütülebilmesi için makine dairesindeki kölelerin her geçen gün daha zorlu külfetlere katlanması gerekir. Baskılı resmi faizle piyasa faizi arasında mekik dokuyarak üretim yapmadan varsıllığa kavuşan, kur korumalı mevduatla üretim yapmadan servetine servet katan, devletten olağanüstü vergi avantajı sağlayan sermaye gemide üst katlarda seyretmektedir. Ama gemi üst kattaki vatandaşların himmetiyle değil, kazan dairesindeki kölelerin hizmeti ile batmaktan kurtulmaktadır. Demem o ki, makine dairesindeki kölelerin bu kadar çetin külfetle yüzdürdükleri gemide sefayı üst kattakiler sürmektedir. Ama ne hikmetse, külfeti kader gören yandaşlar bu siyasi yapıyı, kıl payı ile de olsa, ayakta tutarak, ülkenin böyle badirelere savrulmasına yol açabilmektedir.

Seçime giderken bol keseden yapılan vaatler yerine getiriliyor mu, ya da getirilebilir mi? Her iki sorunun da yanıtı kocaman bir “hayır”dır. Peki, bu sistem nasıl böyle işletildi? Şöyle yapıldı: Vaatler yapıldı, çünkü sahada ne IMF denetimi, ne de devlet adamı basireti vardı. Mesele çok basitti; seçim öncesi para dağıtılacak ya da vaatler yapılacak, hatta bunlar harfiyen yerine getirilecek, burada bir aksama yapılmadı, ancak seçim kazanıldıktan sonra da tüm verilenler harfiyen geri alınacaktı. Bu kadar basit oyunu anlayamayan bir toplum, bunu hak eder! Toplum akıl ve basiretle değil, hurafe ile güdülmektedir. Bilimle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir toplum kapitalist sistemde sosyal demokrasi politikalarına ciddi şans tanınmadığını algılayamaz ve siyasilerin söylediklerini gerçekleşecek sanır. Yaşadığımız bu siyasi oyunda uygulanan politikalar geçici süre için dar ve düşük gelirli kesimlere avantaj sağlar, sağladı da! Fakat bazen sinsi enflasyon, çoğu zaman da dolaylı vergilerle tüm yerine getirilmiş vaatlerin maliyeti bizzat vaatten yararlandığı düşünülen kesimden piyasa işleyişi ya da mali araçlarla geri alınır. Samimi halkımız, sermaye ile bütünleşmiş, emperyalizmin emrindeki politikacılara niçin her sefer böylesine aldanır ki? Sebebi, siyasi iktidarı kendi oyları ile bu makamlara taşıdıkları düşüncesi olabilir mi! Heyhat!.. Ülke üretimden uzaklaştırılıp, Hazine kaynakları kurutulup, Arap şeyhlerinin ayaklarına para dilenmeye gidilmişse, kur korumalı mevduata mı, vergi avantajı sağlanan kimi yandaş sermayeye mi ilave vergi yükü gelecekti? Tabii ki, bu yükler onlara değil de, piyasa sisteminde hakkından ötesini almış olan halk kesimine gelecekti. Değerli halkım bir bu meseleyi idrak etse, hem kendisini, hem de güzel ülkemizi kurtarır.

Günün görüntüsü tam bir kaostur. Bazı ücret ve aylıklara yapılan zamlar, bazı ürünlere yapılan zamlar, hukuka uygun ya da aykırı getirilen vergi artışları gibi plansız programsız önlemler tam bir günü kurtarma operasyonundan başka bir şey değildir. Dikkat edilirse, zamlarla vergi artışları birbirini telafi edecek şekilde planlanmış görüntüdedir. Kısacası, devlet reel olarak ne zam vermekte ne de vergi artışı yapmaktadır, iktidar mensupları Üsküdar’ı geçebilmek için içinde bulunduğu koşulu istismar ederek kullandıkları seçmen kütlesini şimdi yerli yerine iade etmekte, oturtmaktadır. Kasada para yokken seçimi kazanmak için başka ne yapılabilirdi ki! 

Şimdi gelelim Merkez Bankasından bir hesaba göre 128 milyar dolar, başka bir hesaba göre ise bundan çok daha fazla buharlaştırıldıktan sonra, Arap dostlarımızdan 50 küsur milyar dolara şükran ve minnet duygularımızı belirtirken sadece iktidara değil, muhalefete de dokunulması gerektiği koşuluna. Arap dostlarımızdan neyin karşılığında bu parayı temin edebildik? Benim ve torunlarımın üzerinde yaşayacak topraklarımız ile ilgili her karar beni ve toplumu birinci derecede ilgilendirir, bu konularda kesinlikle tek-adam kararı olamaz. Varlık Fonundaki varlıkların elden çıkarılması tek-adam kararı ile olamaz. Bu uygulamaları kuru eleştirilerle geçiştiremeyiz. Bu kararlar parlamentoya getirilmiyor, basında yer almıyor ise, milletçe meseleye eğilmeli, parlamento görevini yapmalıdır. Parlamento bu gibi ülke toprağı satışı ya da ulusal birikimlerin satışı ya da borç karşılığı devri konularında bilgilendirilmiyorsa, böylesi geleceğimizi çok yakından ilgilendiren kararlar parlamentodan geçirilmiyor ve tek-adam onayı ile uygulanıyorsa, bu ülke kabile kuralları ile yönetiliyor demektir. Ülke varlığı ve birikimi hiçbir koşulda, neyin satılıp satılmayacağını ben bilirim mantığı ile hareket eden bir siyasi otoriteye terek edilemez. Böylesi politikalar karşısında halkımızın yükselteceği çığlık dar çevrede kalmaz ve tüm toplumu sararak yanlış politika heveslilerini bir gün mutlaka cezalandırır.

Evrensel'i Takip Et