Asimilasyona karşı direniş
Kuzey Amerika yerlileri için “yatılı” okullar, çocuklarının ailelerinden, halklarından ve kültürlerinden koparılması demekti. Bu okullar, ABD ve Kanada devletleri tarafından desteklendi çünkü resmi siyaset ırkçıydı; beyazların “üstün”, beyaz olmayanların ise “aşağı” olduğunu varsayıyordu.
ABD ve Kanada eğitim sistemleri, çocukların olabildiğince erken yaşta evlerinden ve halklarından koparılmasına; çok uzaklara götürülmesine dayanıyordu. Yatılı okulların ilk amacı, yerli çocukların evlerinden, ailelerinden, geleneklerinden, kültürlerinden ve topraklarından uzaklaştırılmasıydı. İkinci amaçsa, çocukların beyazların dayattığı kültüre tümüyle asimile olmalarıydı.
Yatılı okulların amaçları gizli değildi. Çocuklara Hristiyanlığın benimsetilmesi “tanrısal” bir görevdi. Çocukların beyazların dinini ve kültürünü benimsemeleri için İngilizce öğrenmeleri zorunluydu. Sonuçta, çocuklar iyi birer kul olmayı öğrenecek; beyazların çiftliklerinde işçi veya evlerinde hizmetçi olarak çalışacaklardı. Bu yolla yerlilerin kapitalist ekonomiye uyum sağlamaları isteniyordu.
Irkçılığa ve zora dayalı yatılı okullarda açlık, fiziksel ve duygusal şiddet “terbiye” araçlarıydı. Çocukların hastalanması ve ölmesi olağandı. Saçların kesilmesinden yerli dillerin yasaklanmasına dek her türlü yaptırım yanında -üzeri örtülü olarak- cinsel şiddet de uygulanıyordu.
Kanada’da kurulan Ulusal Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu sayesinde yatılı okullarda binlerce çocuğun ölüme sürüklendiği artık biliniyor. Tıpkı dışarıda olduğu gibi içeride de emperyalist siyasetin etkisindeki ABD’de ise yüzleşme süreci henüz çok geride. 1879 yılında açılan Carlisle Kızılderili Endüstri Okulu hakkında ortaya çıkanlar bu açıdan önemli.
Bu yatılı okulun kurucusunun General Pratt olması rastlantısal değildi çünkü yerlilere karşı yürütülen soykırım siyasetinin başrolünde hep ABD ordusu bulunuyordu. Generalin okulunda “ilkel” yerlilerin “ilkel” çocuklarına, “üstün” beyazların icadı olan endüstriye uygun beceriler kazandırılacaktı. Yerli çocukların ailelerinden alınması 1891 yılında yasayla zorunlu kılındı.
Yatılı okullarda yerli öğrenciler her zaman direndiler. Direnmenin görünüşte kolay, uygulamada zor olan yolu okuldan kaçmaktı. Yerli çocuklar sürekli kaçarak mücadele ettiler; koparıldıkları dünyaya ulaşmaya çalıştılar. Kaçmak, asimilasyoncu eğitimi reddetmenin en açık ifadesiydi. Kaçaklar yakalansalar bile sergiledikleri cesaret, diğer öğrencilere mücadele ve direnme gücü veriyordu.
Ernest Knocks Off, Carlisle Okulu ilk öğrencilerindendi ve 18 yaşındaydı. Kısa bir süre sonra kaçmaya çalıştı ama yakalandı. Okulda kalmayı hiç kabul etmedi. En sonunda açlık grevine başladı ve 1880’de difteriden öldü.
Okulun içerisinde kolektif direniş ise gizlice örgütlenmeyi gerektiriyordu. Güneydeki büyük düzlüklerde yaşayan yerli halkların kullandığı bir işaret dili, öğrenciler tarafından bir direniş aracına dönüştürüldü. Bu dil, farklı diller konuşan yerli halklar arasında iletişim kurmak ve gerektiğinde iş birliği için kullanılıyordu. Farklı yerlerden okula getirilen çocuklar bu dili önce anlaşmak, sonra da direniş aracı olarak kullandılar.
İşaret dili, iş yazmaya gelince işlevsiz kalıyordu. Öğrenciler yazılı anlatım için yine düzlüklerde yaşayan halkların kullandığı çizime dayalı piktografi kullandılar. Temsile dayalı piktografi, yerli halkların önemli olayları kaydetmek için bizon derilerinin üzerine kimi çizimler yapmalarıyla başlamış; beyazlarla temasın artmasıyla çizimler kağıt ve defterlere yapılır olmuştu. Yerlilerin kendi tarihlerini aktardıkları çizimlerin okulda yeniden üretilmesi, öğrencilerin ortak tarihlerini keşfetmeleri için önemliydi.
Öğrenciler kendi dillerini konuştuklarında çok sert cezalarla karşılaşıyorlardı. Çocukların dillerine, kültür ve tarihlerine yabancılaşmaları büyük soykırım siyasetinin parçasıydı. Yerlilerin kültürlerinin yok edilmesi ve bu yolla dirençlerinin kırılması hedefleniyordu. Yerliler büyük toplama kamplarına sıkıştırılacak; toprakları beyaz yerleşimcilere verilerek, toprağın tümüyle özel mülkiyet sistemine geçmesi sağlanacaktı.
Öğrencilerin bir bölümü tüm cezalara karşı kendi dillerini konuşmayı bırakmadılar; dahası birbirlerinin dillerini de öğrenmeye başladılar. Lakota ya da Sioux dili, en çok konuşulan dil oldu. Bugün Lakota bir direniş simgesi.
Kuzey Amerika’da yaşayan yerli halklar bugün var olabilmelerini, çekilen tüm acılara rağmen direnişleriyle sağladılar. Bu direnişlere katkı veren çocuk ve gençler, adları ve sayıları tam bilinmese de, Kuzey Amerika’dan bütün dünyaya ışık tutuyorlar.
Evrensel'i Takip Et