Bütünleme yok

Fotoğraf: DHA
YKS sonuçları açıklandı geçtiğimiz hafta. Haberleri görmüşsünüzdür; tam 100 bin kişi sıfır çekmiş.
Sınava başvuranlardan 531 bin kişi temel yeterlilik testine, 592 bin kişi alan yeterlilik testine girmemiş. Yabancı dil testine ise başvuran her iki kişiden biri girmemiş.
Yani umutlar daha yolda kırılmış.
TYT’de ortalama
Matematik: 40 soruda 7.5
Fizik: 14 soruda 2.5
Kimya: 13 soruda 1.7
Türk dili ve edebiyatı: 24 soruda 5.7
Tarih-1: 10 soruda 1.7
Biyoloji: 13 soruda 2.08 ortalama yapılmış.
Bunu sadece bir sınav sonucu olarak okuyup eğitim sistemi eleştirisi ile geçebilir miyiz? Gençliğin geleceksizliği üzerine, hayalsizliği, umutsuzluğu üzerine konuşmak kafi mi?
Bu 21 yıllık “bilmesinlercilik”in, obskürantizmin sonucu olarak, bu ortalamalarla günlük hayat ne hale geldi onu da konuşalım.
Bir dizi yaparsınız Vahdettin ülkeyi terk etmemiş görünür, Abdülhamit’in üzerine lider çıkmamış sanılır, tarih bilgisi bu olursa.
Hiç başarılı koalisyon kurulmamış sayılır cumhuriyet tarihinde, darbelerin götürüleri silinir, demokrasinin anlamı unutulur, mis gibi beyaz kağıt, manipülasyona açık, yaz, çiz istediğin gibi. Yav he he tüp kuyruğu vardı 1990’larda. Esenboğa Havalimanını evet reis açtı tabii.
Göbeklitepe’ye adını kazımaya kalkar birileri, Sümela Manastırı’ndaki resimlerin gözleri oyulur, Topkapı’dan eser eksilir, birileri mahallesindeki 200 yıllık tarihi çeşmeye sprey boyayla takımının adını yazar işte.
Galata Kulesi’ne çıkmak için 350, Efes Örenyeri için 400 lira istenmesini sorgulamaz kimse, zaten kim ne yapsın tarihi yerleri değil mi?
Tarihi bilmeyen kalan eserin kıymetini bilir mi? Satarsınız gider icabında, kim neden hesap sorsun ki?
Matematikte durum buysa ekonomide Nas mantıklı gelir dinleyene. Yatırım aracı olarak sadece gayrimenkule basar tabii kafa. Sonuçta domates Almanya’da 3 avro yani avro 30 lira desen, ‘Dur bi hesap makinesini aç’, 30 x 3 yaz, hah 90 lira, yine bile pahalı buradan, demek bizim işler tıkırında.
Kimya-biyoloji böyle olunca; her aşının da karşıtı bulunur. 50 sene sonra yeniden kızamık salgını da başlar, dizanteri de.
Kimse bakmaz GDO neymiş, katkı neymiş, yumurtada kanserojen madde bulunması bulan ülkenin çekememezliği sayılır, saylanır(!)
Evet gaz bulundu, hayatımız kurtulacak, ooo bir petrol çıkıyor Gabar’dan bardakla al direkt taşıtına doldur.
Edebiyat bilmiyoruz ya iki lafı da bir araya getirememekten, aynı name ile uzun cümleleri okuyan herkesi dolu konuşuyor zannet. Biliyor da anlatıyor diye gör. Her ahkamı itinayla yan cebe koyarız, iki deyim kullanan baş tacı, iki dörtlüğü ezberden söyleyen ordinaryus gelir bize.
Şarkı-türkü sözlerini mitinglerde dinleyip alkışlayalım bolca.
Psikolojiyi bilmeyen empatiyi, felsefe bilmeyen hayatın anlamını sorgulamayı, sosyoloji bilmeyen sürüye kapılıp kapılmadığını nereden bilsin?
İşte sonra ustanın döşediği fayanslar patlar, tesisatlar sızdırır, binaların temeli su alır, kolon ve kiriş yerleri ayarsız olur, doktor dövmeyi maharet sayanlar türer, herkes kaynak yapmaya kalkar sıralara, kırmızı ışıklar boşa yanar trafikte, kuraklık ortasında sel basar şehirleri. Herkes yüksek sesle konuşmaya başlar, toplamı 50-100 kelimeyle. Bir tek kavgaya yarar. Akmıyor hayat.
Eğitim sınıfsal olunca bilgi de sınıfsal olur. Bilgi kapılar açar insana, tüm kapılar zenginlere açılır.
Zengin evine bir Picasso eseri alabilir, bir Dali asabilir duvarına. Ama herkes aynı zevki alabilsin diye, ulaşılabilir bedellerle ve kimi zaman ücretsiz olmak üzere müzeler vardır dünyanın her yerinde. Dünyada birileri Reina Sofia’da Guernica’yı görmek için Madrid’e giderken biz bakar bakar “Çocuk mu çizmiş bunu?” deriz işte.
Louvre ziyaretçi sayısını 30 bin ile sınırlamaya çalışırken yoğun ilgi sonucu, anca çıplak kadın baldırı seçer bizim gözümüz, bir de kafasında hare olan adamlar.
Sümme haşa, sümme haşa, İsa da peygamber sonuçta, öyle kıçı başı açık heykeller ne biçim şeyler?
Biz aptal değiliz, gerizekalı değiliz, biz sistematik şekilde eğitimsiz bırakıldık. Eğitim insanın hayatı anlamlandırması için bir araç.
Bilgi insana merak sağlar, yaşama heves sağlar.
Tsundoku sendromu var mesela; okuyabileceğinden fazla kitap satın alma durumu. Bir de bibliyomani var, neticeleri aynı, onda da kişi sürekli satın alıyor, okuyamayacağını bile bile. İkisi arasındaki fark tsundoku ’da okuma arzusuyla, okuyabileceği inancıyla alıyor ve okumadıkça vicdan azabı çekiyor kişi. Bibliomanideki asıl dürtü: Sahip olma arzusu sadece.
Yani birileri öyle bir kapılıyor ki kitapların cazibesine, dünyadaki tüm kitapların içine girmek istiyor. Bizde ise bilgi yerine tüketime tutkunluk var. Para olsa da cip alsa birileri, daha büyük sıfır bir araba, daha çok odalı bir ev, daha bir manzaralı. Bir ev bedeline şu kısacık ömürde üç-dört kıta gezmek mümkünken hem de. Men edildiğimiz şey sahip olma hissinin en dip tatmini. Erişemediğimiz et üzerinden, restoranda yemek yiyebilmek üzerinden, sinema biletinden, uygulama abonelik ücretinden, dışarıda kahve içememekten, faturaları ödeyememekten ifade ediyoruz yoksunluğu. Deneyim yoksunluğu konuşulmuyor bile.
Bilmiyoruz biz dünya nasıl yaşıyor, hayat denilen şey ne? Ne için yaşıyoruz biz? Akşam belki bulgura reyhan katarız da keyif alırız diye mi? İnsanın ulaşmayı hedeflediği şey üç yanı denizlerle çevrili bir memlekette deniz kıyısında kalamara para yetirebilmek olabilir mi?
Dünyevi zevki yemek, içmek ve sevişmek sanıyor herkes, din bunların karşısında diye. Müthiş bir mimariye bakarken içte köpüren o zevk dalgasını tatmamış, okuduğu kitapta geçen mekanın kapısından girmenin hazzını yaşamamış, kuralıyla dans etmemiş, özgürce dans etmemiş, bir enstrümanı eline alıp çalmayı denememiş. Bir arkadaşım adres tarif ederken dedi ki “Okaliptüs ağacının oradan sağa dön.” Okaliptüsün neye benzediğini bilmediğimi fark ettim ve utandım. İnsan tanımaz mı yolu üzerindeki ağaçları? Bilgisizliğin utanç verici bir şey olduğunu hatırlayan var mı?
Eğitimsiz bırakıldık şimdi de eğitilemez edilmeye çalışılıyoruz.
Kendim dahil hiçbirimizden memnun değilim açıkçası. Ekranda koca koca uzmanlar anlatıyor “sarı öküz hikayesi” Geçmiş olsun hocam sarı öküzün verilişinin üzerinden onlarca yıl geçti. “Ana muhalefet sahaya inmeli” E Merhaba…
Öyle bir çağa girdik ki ülkede çağın ötesinde bir düşünür olmak için düşünmek yeterli gibi.
Hiçbir dersin 101’inden geçemedik daha. “Halkı temsil ediyorum, halkın içinden geliyorum”cular, bilgiyi, tecrübeyi, eğitimi elitlerin işi bellediler. Bilgili, eğitimli, liyakatli kesime yüklendiler. Tongaya geldi muhalefet, sanki halkın arzı cehalet.
Şimdi ortalıkta klasik müzik desen, sanat desen, edebiyat desen, felsefe desen hep bir ağızdan yükleniyor herkes: Millet aç aç.
Bizim midemiz kadar ruhumuz aç, dimağımız aç.
Suç değildir cehle karşı savaş. Halkı cahil bırakmaktır asıl suç, halkın cahilliğinin öngörülü kabulüdür suç. Pergelin ucunu bilgisizliğe koyup öyle muhalefet alanı çizmektir en büyük hata.
Bu sıralar hepimizi seri hayal kırıklığına uğratan ana muhalefete herkes bir şeylerin çağrısını yapıyor. Ben de diyorum ki her il-ilçe binasını artık bir zamanlar sosyalistlerin yaptığı gibi kültür merkezine çevirin. Alternatif eğitim merkezleriniz olsun, eğitimi sınıfsal olmaktan çıkaracak derslikleriniz olsun. Bilgiyi, eğitimi ulaşılır kılma işini gerçek sorumlusu bu kadar yapamıyorken, ortada fark yaratmaya en müsait alan budur.
Felsefe, mantık, psikoloji, resim-müzik-edebiyat atölyelerinde bir parmak bilgi balı çalın halkın ağzına. Tadını alan gerisini getirir. Bilgisizliğin iktidarı olmaya çalışmaktansa bilgiye sahip olanların seçeceği bir iktidar olmak için bilginin arzını sağlamak yeğdir.
İngiliz Psikoterapist Adam Phillips diyor ki Kaçırdıklarımız kitabında;
“Bilgi bizi tercih yapmamız için önümüze daha çok seçenek koyarak değil, imkansız şeylere kalkışıp hüsrana uğramamızı engelleyerek özgürleştirir.”
Bu dönemde muhalefetin artık bütünlemeye bırakma şansı yok. Her konuya iyi çalışmak gerek. Nokta atışları yapan, sıfırı çekip oturuyor, malum.
Evrensel'i Takip Et