24 Temmuz 2023

Kentlerin ekonomik zor yoluyla yeniden tasnifi ve ‘şehir hakkı’

Fotoğraf:Hilal Tok/Evrensel

Geride bıraktığımız haftanın önemli haberlerinden biri şöyleydi: İstanbul Gaziosmanpaşa Barbaros Hayrettinpaşa Mahallesi’ndeki 15 yıllık kiracısı Hüseyin Asar’ı telefonla arayan E.D.Ö, kirada artış istedi. Kiracının zam teklifini kabul etmemesi üzerine aralarında tartışma çıktı. Ardından kiracının oturduğu eve gelen E.D.Ö, çocuklarını spor salonuna götürmek için kapının önünde bekleyen Asar’a tabancayla ateş açtı. Ev sahibi kaçarken, ambulansla hastaneye kaldırılan Asar ise kurtarılamadı.

Böyle haberlerin üçüncü sayfalarda yer alan gündelik haberler olduğu düşünülür ve alttan alta kanıksanarak, ‘Olacak şey mi kardeşim?​’ söylemleri arasında geçilir.

Başlı başına politikanın temel gündemlerinden olması gereken bu mesele son on yıldır da ülkenin manşetlerinden düşmemesi gereken bir ağırlık oluşturuyor. Böyle olmasaydı, bu olaydan dört gün sonra Körfez turundan dönerken uçakta gazetecilere açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söylemezdi: “Fahiş kira artışını ve konut fiyatlarını durdurmak için gerekirse ceza uygulamasına da gideceğiz. Vatandaşlarımızı açgözlü bir avuç azınlığın kâr hırsına kurban edemeyiz.”

Kuşkusuz böyle bir açıklama, artık silahların konuştuğu barınma sorununda gelinen bu son noktanın, hangi ekonomi politikalarının ürünü olduğu sorusunu ortadan kaldırmaz ve iktidarın sorumluluğunu gizleyemez.

Bu yazı yazılırken Evrensel’in manşetinde Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin yurt isyanı vardı. Depreme dayanıksız olduğu için üç yurt binasının boşaltılması, yaklaşık 1000 öğrencinin açıkta kalmasına yol açarak barınma krizine dönüşürken üniversite yönetimi çözüm üretmekten kaçıyor.

Genç hekimler arasında yurt dışına göç tercihi artık tıp fakültelerinden başlayarak güçlü bir eğilim haline gelirken, devlet hastanelerinde uzun yıllardır çalışan hekimlerden, akademisyenlere ve beyaz yakalı birçok kesime kadar uzanan bir nüfus için kent merkezinde barınamama sorunuyla karşı karşıyayız. İstanbul’un merkezindeki ilçelerde ev kiralamak ortalamanın epey üstünde bir maaşla mümkün olabilir hale geldi. Ülkedeki eşitsiz gelişimin de bir sonucu olarak uzun yıllardır bir çekim merkezi durumunda olan İstanbul’a ek olarak, Ankara, İzmir ve diğer kentlerde de benzer bir tablo yavaş yavaş hakim oluyor.

Eşitsiz gelişimin bir sonucu olarak bütün Fransa’yı kendisine doğru çeken Paris’in giderek kalabalıklaşması ve 1848 Devrimi’nde de görüldüğü gibi işçi sınıfı ve kent yoksullarının talepleriyle, kurdukları barikatlarla kenti sarsması karşısında Napolyon Paris kentinde iktidarını sağlamlaştırmak ve kenti bunu mümkün kılacak biçimde yeniden inşa etmek üzere Hausmann’ı vali olarak görevlendirmişti. Haussmann’ın 1853-1870 yılları arasında giriştiği, denetim odaklı kent yenileme projesi ne anlama geliyordu?

Kent sosyolojisi üzerine kaynak niteliğindeki çalışmalara imza atan Henri Lefebvre, bu proje için, “Şehrin gerçekliğini ve yaşamını dikkate almadan yeniden düzenlenmesini hedefleyen bir sınıf stratejisi” diyor ve şöyle devam ediyordu: “1848 ile Haussmann dönemi arasında Paris yaşamı en büyük yoğunluğuna ulaşır: ‘Parisli hayatı’ değil, başkent yaşamı. Bu yaşam o dönemde edebiyata ve şiire büyük bir güçle ve devasa boyutlarda girer. Daha sonra bu süreç sona erecektir. Şehir hayatı, buluşmaları, farklılıkların karşılaşmasını, yaşam tarzlarının, şehirde bir arada var olan ‘örüntü’lerin karşılıklı tanışma ve kabullerini (ideolojik ve politik çatışma içinde de olsa) kapsar. İdeolojisi devrimcileri harekete geçirmiş olan köylü kökenli demokrasi 19. yüzyılda kent demokrasisine dönüşebilmiştir. Komün’ün tarihi açısından taşıdığı anlamlardan biri buydu ve hâlâ budur. Kent demokrasisi yeni egemen sınıfın ayrıcalıklarını tehdit ettiğinden, bu sınıf da demokrasinin doğmasını engelledi. Nasıl mı? Proletaryayı kent merkezlerinden ve şehirden sürerek, ‘kentliliği’ yok ederek.” (Henri Lefebvre, Şehir Hakkı, Çev: Işık Ergüden, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2015, s.33)

Lefebvre, işçi sınıfı mahallelerinin dağıtılması, barikatların kurulmasını zorlaştıran bulvarlar ve askeri sevkiyatı kolaylaştıran altyapısı ile Hausmann’ın planını işçi sınıfının kentten kovulması, Paris Komünü’nü de işçi sınıfının bu plana yanıtı olarak tanımlamıştı.

Gustave Flaubert’in, Duygusal Eğitim adlı romanı da bu plana gelinen ve oradan Komün’e doğru yol alan dönemin Paris’ini anlatır.

İstanbul’da da kent yoksullarının, kentteki üretimi gerçekleştiren emekçilerin akşam olduğunda kentin çeperindeki evlerine doğru yola çıktığı bir döneme geçildi, geçiliyor. Örneğin Gülsuyu Gülensu’da gecekondulardan hallice ucuz konutlarda yaşayan işçiler, sabah erkenden çalıştıkları Pendik ve Gebze’ye doğru yola çıkıp, akşam yorgun biçimde evlerine dönerler. Kentin çeperi bile onların ancak uyumak için vakit geçirebildikleri bir yere dönüşmüştür.

Son 20-30 yıldır aşama aşama gelinen bu süreç, son yıllardaki fahiş kira artışlarıyla artık açık bir ekonomik zorla tahkim ediliyor.

Oysa şehir onu üretenlerin hakkıdır, her şeyi ile birlikte.

Önümüzdeki dönem işçi sınıfı ve emekçilerin, kentleri yeniden kazanmak için de mücadele etmek durumunda kalacağı bir dönem olacak. 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et