29 Temmuz 2023

Bir sosyal mühendislik aracı olarak ücret

DİSK, KESK, sağlık emekçileri ücretlerin yükseltilmesi için eylem planları yaptılar. Bunun yanı sıra çeşitli işyerlerinde grevler de başladı. Temmuz ayının sonuna gelinmesine rağmen emekliler, kamu emekçileri ve işçiler ücretlerine ne kadar zam yapılacağını hâlâ bilemiyorlar. Aslına bakılırsa ücret o kadar tartışmalı bir hale getirildi ki, halihazırda emekçilerin bütünü bir sonraki ayda ne kadar gelir alacağını bile tahmin edemez haldeler zaten.

Ekonomide her kademe ne kadar istikrarsızlaşmışsa ücret de o kadar istikrarsızlaştı. ‘Emek piyasası’nda zaten yoksulluk sınırının altında kalmış olan asgari ücretin altında çalışanlar olduğu gibi, Bakan Nebati döneminde telaffuz edilen ‘Türk tipi ekonomi’ bağlamında bütün ücretler de asgari ücret sınırına çekilmeye başladı.

Bugün irili ufaklı, sendikalı ya da sendikasız işyerlerinde durum oldukça vahim. Geçen yıl asgari ücretin vergi dışı bırakılmış olması bugün işçilerden çok patronların lehine işletiliyor. Bazı işletmeler zamları deprem bölgelerinde deprem yardımı, bazı bölgelerde devamlılık primi, erzak yardımı gibi adlarla birer sosyal yardım kategorisi olarak kaydediyor. Gerekçe de ‘Bunu sizin yararınıza yapıyoruz yoksa vergi ödemek zorunda kalırsınız’ oluyor. Düzenli, sabit ve çerçevesi yasayla belirlenen ücret emekçinin eforuna göre hareket eden, esnek prim sistemiyle yer değiştiriyor neredeyse. Bunun bazı önemli sonuçları var emekçilerin çoğu şimdiden en düşük emekçi aylığına adaylar. Çünkü asgari ücretlinin alacağı emekli maaşı da ona göre düşük olacak. Yılda iki kez yapılan asgari ücret zammı da bu durumdan etkileniyor; ücret primlerle yükselen en yüksek miktar üzerinden değil kök ya da taban ücret üzerinden hesaplanıyor.

Ücret zaten emekçinin kendisinin ve ailesinin geçimini sağlayacak en asgari miktara tekabül ediyor. İşçinin bunun dışında kazandırdığı para patronun artı değeri. Politik ekonominin bu temel ilkesine göre ücret toplam toplumsal koşulları gözetmeli. Bu toplam toplumsal koşullar iktidara, patronlara ve emekçiye göre değişir elbette. Yüzde 58 buyurulan tahmini enflasyon çarşı pazarda yüzde yüzü geçmişse zam ihtiyacı bitmez. O zaman da mücadele başlar.

Bugün geldiğimiz noktada ücretin bir kısmı bir hak değil patronun hayrı olarak telakki ediliyor. Bir ay boyunca geçinebilmek için pazar mesaileri yapan, bir işyerine girerken fazla mesaisinin olması koşulunu arayan, buna rağmen geçinemeyip dışarıda ek işler yapmaya çalışan bir işçinin günlük mesai süresi de dayanma sınırını aşıp gidiyor.

Türkiye emekçileri yorgun. Bu yorgun bünyeleri kanuni sürenin üzerinde fazla mesaiye zorlayan, çalışma sürelerini keyfi olarak uzatan patronların işletmelerinde, işçinin ek kazançları da patronun tehdidine dönüşebiliyor. Bir gün fazla mesaiye gelmeyen, hastalık mazereti bildiren işçiye ceza olsun diye iki gün kesinti uygulayan, bunu da mesai ücretinden değil taban ücretinden tahsil eden işverenlerin olduğu biliniyor.

Her şey yolunda gittiğinde bir işçinin ortalama maaşı asgari ücretin çok az üstünde; 12 ile 15 bin arasında değişiyor.

Bir sağlık emekçisinin durumu şu örneğin; temel maaş, temel maaş içinde sabit ek ödeme ki bu emekliliğe yansıtılmıyor, taban ek ödeme, teşvik ek ödeme… karmaşık hesaplamaların sonunda artık ay sonunda eline ne geçerse.

Birçok işyerinde pazar mesaileri asgari ücretin içinde. Yani pazar çalışması zorunlu iş günü. Bazıları ise değil. Pazar mesaisinin zorunlu olduğu işletmelerde işçiye imzalatılan muvafakatname yasanın izin verdiği 270 saatlik çalışmayı zorunlu hale getirdiği gibi, yasal haklarını bilmeyenlerin sınırın ötesinde de çalışmaya itiraz edememesi için bir tehdit belgesi.

Üstelik yoksulluk öyle dayatıyor ki işçi pazar çalışmasını sözleşme şartı olarak görür hale geldi. Fazla mesainin adını ‘üretim mesaisi’ olarak değiştiren Kocaeli’deki Ford işletmesinde olduğu gibi sömürü şatafatlı kavramların altına sokuldu.  

Ücret bahsinde başka yazılı olmayan eğilimler de var; toplamda ne kadar ücret aldığını arkadaşına söylememesi tembihlenen, işçiler arasına nifak sokan, bazılarının iktidar partisine yakınlığını işçinin ‘sosyal sermaye’ katkısı olarak değerlendiren, muhbir grupları oluşturan patronların sisteminde işçilerin bir araya gelmesini engelleyerek ortak talep üretmelerini zora sokan sayısız denetim sistemi var.

Toplam ücretin istikrarsız bileşenleri insan gücünün son sınırına kadar çalışmayı, aşırı rekabeti teşvik ediyor. İşçinin adı geçen sosyal sermayesini patronun hesabına yatırmaya zorlanması anlamına geliyor. Eğitim emekçilerini sınav puanlarına göre kademelere ayıran yeni sistem de bir yandan eğitim emekçileri sendikalarını işlevsizleştirmeyi hedeflerken diğer yandan tabandaki örgütlenme potansiyeline sağlam bir kama sokuyor. Çünkü ücret düzeyine göre tabakalaşmış, unvanlanmış ve de böylelikle bir üst dilime yatay geçiş yapmış olanlarla altta kalanlar arasında oluşan statüko farkları düpedüz bölücü bir faktör durumunda.   

Demek ki ücret deyip geçemiyoruz. Ücret bir mühendislik çalışmasının unsuru haline geldi. Sendikaların bürokrat organlara dönüştüğü, TİS’lerin etkisizleştiği bu süreçte ücret artık iktidarın lütfettiğidir. Yani ücretli kölelik rejiminin düzenleyici bir unsurudur. Bu yüzden ücret talebiyle yapılan mücadele bir bakıma bu sisteme karşı bir mücadeledir.  

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et