29 Temmuz 2023

Kör bakış

Fotoğraf: Jezael Melgoza /Unsplash

Hani bazen derler ya, “Bakıyor ama görmüyor.” Acaba çoğu zaman biz de toplum olarak aynı davranışı sergiliyoruz da onun için mi çoğu zaman gördüklerimizi öğrenemiyoruz, yaşadıklarımızdan ders alamıyoruz ve daima kendi bildiğimiz yolda kös kös devam ediyoruz. Bu davranışı maalesef eğitim yaşamımda sevgili öğrencilerimin bazılarında da görüyordum. Hatta çoğu zaman öğrenciler sınıfta öğrendiklerinin yaşamda ne işe yaradığını sormadan edemezlerdi. Ben de onlara teorik bilgilerin yaşamda tam karşılığının olmayacağı, fakat bu tür temel bilgilerin yaşam sorunlarını kavrama ve çözüm üretmede çok önemli bir alt-yapı oluşturduğunu anlatırdım. Eğitim sistemimizde felsefenin yerinin olmaması kimin işine yarıyor ki? Allah, toplumu körelten siyasilere zeval vermesin! Böyle bir toplumsal doku içinde bugün ne CHP meselesini ne seçimin niçin kaybedilip tek-adam rejimine bir süre daha katlanmak durumunda olduğumuzu ne de küresel ısınmaya insanların niçin bir çare üretmede geciktiği konularını bir tarafa bırakalım da bazı yabancı örnekler yardımıyla, bakarken görmeden, algılayamadan yaşadığımız körlüğü gündeme taşımak istiyorum.   

Çok uzatmadan konumuza girelim. İstanbul, yaklaşık 16 milyonluk bir megakent olarak su sıkıntısı ile her an karşı karşıya kalabilir. Kaldı ki mesele İstanbul’un aşırı kalabalıklaşmasından da öte, makul boyutta bir kent de olmuş olsa dahi, yine potansiyel olarak ileride bir zamanda su sorunu ile karşı karşıya kalması mukadderdir. Küresel ısınma herhalde en fazla su sorunları ile yaşamımızı zehir edecek, belki de elimizde alacaktır. O nedenle su toprak kadar aziz ve giderek değeri artan bir maddedir, hatta bu gidişle su fevkalade değerli bir meta konumuna gelme potansiyeli taşımaktadır.

Bu durum karşısında devamlı reklamlar yapılmakta, kamu daireleri cep telefonlarımıza suda tasarruf konularını hatırlatıcı bildiriler göndermekte ve gelecekteki tehlike konusunda halkımızı uyarmaya çalışmaktadır. Her meselede olduğu gibi su meselesinde de birincisi, konu ancak can alıcı noktaya geldiği zaman dikkatimizi çekiyor. Ne yaparsınız felsefesi olmayan toplumlar olayları öngöremez, ancak sona yaklaşıldığı ya da gerçekleştiği zaman algılar; ikinci mesele de yine her konuda olduğu gibi konuyu etraflıca ve köklü yaklaşımla ele almayıp, anlık geçici çözümlerle geçiştirmeye çalışmaktır. Örneğin bugünlerde diş fırçalarken ya da sair işlerimizi görürken su tasarrufu yapılması konusunda halkımız sıkça ikaz edilmektedir. Bu süreçlerde ne kadar tasarruf edilebilir ki!

Meslek yaşamımın bir döneminde bir bursla altı ay Japonya’da konuk öğretim üyesi olma şansım oldu. Tahmin edilebileceği gibi her konuda bizlerden çok farklı olan Japonların iki konudaki davranış ve uygulamaları fevkalade dikkatimi çekti. Birincisi, Japonların ve en sık tekrarlanarak adeta Japon stili olarak bilinen uzun süreli ısrarlı, azimli ve dakik çalışma mukavemeti; ikincisi ise kaynakların tasarruflu kullanımı konusunda azami itina göstermeleridir. Bugün artık Brezilya dizisi gibi kabak tadı veren sorunlarımızdan biraz uzaklaşalım ve bu iki Japon davranış modeli ile biraz hemhal olalım. Her iki modeli de uzun uzun ders kitabı yazarcasına anlatmayacağım, Japonya’da iken tanık olduğumuz bazı olaylar üzerinden meseleyi açmaya çalışacağım.  

Önce şu ünlü uzun süreli ısrarlı, azimli ve dakik çalışma modeline biraz yakından bakalım. Tokyo’dan dönüşümüze birkaç gün önce bir nakliye şirketi ile görüştük ve şirketle eşyalarımızı İstanbul’a taşıma sözleşmesi yaptık. Sözleşmeye göre, bir perşembe günü, saat 14.20’de eşyalarımızı almaya geleceklerdi. Dikkat edelim, bir defa kesin bir gün ve saat belirlemesi yaptılar ve en önemlisi, dedikleri gün ve saatte geldiler. Doğrusu dondum, kaldım; bunun üzerine bir söz bile söyleyemem! Bir başka gerçek öykü de iki Japon deneme uçağının havada çarpışması sonucunda ilgili bakanın derhal istifa etmesinin, bir Türk olarak beni yerin dibine sokması oldu. Nasıl sokmasın ki Çorlu kazasında dava ne durumda, kimler görevden alındı, yoksa efendiler alınmadı da hala yerlerinin sıcaklığını mı yaşamaktalar! O kaza kurbanı yakınlarının feryadı yöneticilerin hiç mi vicdanını sızlatmıyor? Bu yöneticiler vicdan duyarsızlığına mı kapıldılar? Yazık! Ve bir üçüncü olay da Japon ihracatçılarının ticaret bakanlığı önünde harakiri yapmaları hikayesinde gizlidir. Bir zamanlar Japonya dünya ipek ticaretine hakim olabilmek için ihracatçılara mali destek sağlamış ve amaca ulaşılmış da. Fakat bir müddet sonra, ihracatçılar bakanlığa verdikleri yanlış bilgilerden öylesine rahatsız olmuşlar ki, bakanlık önünde harakiri yapmışlar. Bazen düşünüyorum da iyi ki böylesi habis huylar bizlerde yok, aksi durumda Allah korusun, bizde ne siyasetçi ne de ihracatçı kalır, tüm sokaklar kan gölüne döner. Tokyo’da da bizdeki gibi AVM’ler var. Bu AVM’lerde İngiliz kumaşlarının, İtalyan ayakkabılarının sergilendiği reyonlar var, fakat bu reyonlar bomboş, kimseler yok, adeta tamamen terk edilmiş bir görüntü içindeydiler. Bu durumu laf arasında benim davetime önayak olan hocaya bir şekilde sordum. Gülerek verdiği yanıt tam da şu oldu: “Biz zenginiz, tüm dünya mallarına ulaşabiliriz, getirtiriz ama onları alacak kadar ahmak değiliz.” Bu laf doğrusu öylesine içime oturdu ki, ne diyeceğimi bilemedim. O esnada ülkem insanları aklıma geldi, hele şimdi sanki cep telefonu ile doğmuşuz gibi, elektronik-tesbih misali bu pahalı oyuncağı elimizden düşürmüyor, üstelik de çoğu zaman yararlı yönde değil de oyunları ile kafamızı uyuşturuyoruz. Akıllı sermayeye ne denir ki elektronik tesbihi hem yüksek fiyata satıyor hem de beynimizi istediği kadar, istediği yönde kullanıyor, daha doğrusu değersizleştiriyor. Neyse, bir ton böyle hikaye anlatılabilir. Zaten ülkemizde köprü inşaatında çalışan bir Japon görevli harakiri yapmadı mı? Şimdi diğer, daha farklı konuya değinelim.

Değerli okuyucular, lütfen bir düşünelim. Tuvalet ihtiyacımızı gördükten sonra ellerimizi yıkadığımız su nereye gidiyor? Peki, tuvaleti temizlemek için sifonu çektiğimizde tuvaleti temizleyen su pırıl pırıl şehir suyu değil mi? Şimdi, şöyle düşünsek, ellerimizi yıkadığımız suyu bir yerde biriktirip, tuvaletin temizliğinde bu suyu kullansak, yani suyu iki kez kullansak muazzam tasarruf olmaz mı? İşte Japon mucizesi tam da bu! Evet, gerçekten Japon tuvalet sistemi böyle çalışıyor. Tuvaleti temizlemek için rezervuarı çalıştırdığınızda tuvalete su gidiyor, aynı anda rezervuarın üzerindeki musluk açılıyor ve ellerimizi yıkarken kullandığımız su, bir dahaki seferde tuvaleti temizlemede kullanılmak üzere boşalan rezervuara doluyor.

Şimdi bir düşünelim, Japonya’da elçilik teşkilatımız yok mu, Japonya’ya turistik ya da iş amaçlı giden insanımız yok mu? Bu kişiler bu sistemi gördüklerinde, kafalarında hiçbir yeni düşünce belirmiyor mu? Muazzam su tasarrufu sağlayan bu sistemi oluşturmak evlerde ya da iş yerlerinde çok basit bir değişikliği gerektiriyor. Gerçekten anlayamıyorum; neden gördüğümüz bazı durumlar üzerinde zerre kadar düşünmeyip, atadan dededen gördüğümüz usullere körü körüne saplanıyoruz da inanılmaz kayıplara uğruyoruz.       

                

Evrensel'i Takip Et