Evrensel için yeni bir dönem
Evrensel için yeni bir dönem
29 Temmuz 2023

‘Beşli Çete’nin Nihat Özdemir’i ile İbrahim Çeçen Akbelen’de hayatı katlediyor ey insanlık… Desek, hedef mi göstermiş oluyoruz?..

Fotoğraf: Pixabay

DİĞER YAZILARI
YAZI ARŞİVİ

Soru saçma!...
Size göre böyle…
Haklısınız; zira….
Akıl, hukuk, insan türünün evrensel birikim ve değerleri…
Hayatın olağan akışı da sizinle aynı kanıda:
SAÇMALAMA!
Ya rejim?
Ya soluk alıp veren hayatın realitesi?..
Ya cari “hukuk” ne der?
Bu sorular, “mı?​” şerhini düşürtür…
Bu… Bu bu sorular… Şerhler merhler nereden çıktı şimdi?..
Şuradan:
Bir gözü adliyede, kulağı avukatta yazı masasına oturtma rejiminin aportta bekleyen görünmez elinin uzunluğundan…
O elin kurduğu oto sansür zembereği dürtüyor bu sorgulamaya…        
Peki somut tezahürüne geleyim…

BAKIN NE OLUYOR?

Anlatayım size hikâyesini, bu soruların -en son- nereden çıktığını…
Önceki gün bizim sayfanın editörü Gözde (Tüzer) arkadaşımızla konuşuyoruz…
Akbelen’e dayanışma otobüsü kaldırılıyormuş İstanbul’dan; laf buradan açıldı… 
Malûm sabıkalıyız; yok yazacağım, dedim…
Şeytan dürtüyor, yine şu Levent Gültekin vakasını mı yazsam filan derken…
İşte Halk TV - CHP gerilimi mevzusu… (Eline sağlık, Tezcan Durna Hocamız yazmış zaten, kaçıranları linkine havale ediyorum… [1])
Şuydu buydu… konuşurken… Döne döne aynı meseleye geliyoruz:
“Diyarbakır’da gazetecilere ‘terör’ iddianamesi hazırlayan savcı ile görevli hakim eşinin, Resmi Gazete’de yayımlanan görev yeri değişikliğiyle ilgili paylaşım yapmaları nedeniyle başlatılan soruşturmada gözaltına alınan beş gazeteciden Fırat Can Aslan tutuklandı. Gazeteciler Delal Akyüz, Sibel Yükler, Evrim Deniz ve Evrim Kepenek ise adli kontrol uygulamasıyla serbest bırakıldı.” [2]
Tutulan nutkum ileri geri konuşur, sorar:
Kamuya açık bilgiyi… “Resmen” ilan edilen bilgiyi paylaşmanın nesi suç olur?
Gibi gibi…
İçinde bol bol “Yok artık…”, “Yahu bu kadar da…”, “zaten bilinen…” ifadelerin geçtiği değerlendirmeleri yaparken…
Gözde editör serinin ikinci haberini verdi:
“Gazeteci Ayça Söylemez de aynı durumda… Üç yıl önce Birgün’deki yazısında … adlı (Bak yazmıyoruz adını) savcıyı terör örgütlerine hedef göstermekle suçlayan iddianame hazırlandı ve kabul edildi…”
Nasıl yani… Üç yıl önce yazılan yazının şimdi kabul edilen iddianamesi… Meslektaşımız yazmasa “terör örgütleri” bilmeyecek miymiş, Savcı …’yı ya da ne yaptığını?
Muhakeme haddini zorlayan kritiklerle muhabbet sürerken, yukarıdaki girizgâhı farz kılan “öz deneyim”ini paylaştı, arkadaşımız:
Adı geçen Savcı şu anda adalet bakan yardımcısı oldu… Ne yani biz şimdi bunun adını yazamayacak mıyız?... Adam bakan yardımcısı!... Hani geçmişini hatırlatmak gerekirse ki anmak gerekiyor; ne yapacağız?.. Gazetenin avukatını aradım, sordum, haklı olarak dedi ki: Normalde tabii ki yapılması gereken bu… Ama istedikleri zaman yasayı öyle bir yorumluyorlar ki… Yani pekâlâ aynı muameleyi yapabilirler…
Uzatmayayım…
Galiba başlıktaki temkinliliğin de..
Girizgâhtaki “saçma” “mı?​” çekiştirmesinin de sebebini izah etmiş olduk…
Hani… (Bak) farzı muhal (diyorum)…
Bir savcı düşünün ki…
Sektirmiyor, handiyse önüne gelene “terör” davası açıyor…
Ya da hâkim versiyonu; boş geçmiyor, “Sanığın terör suçu sabit olduğundan ve… tutukluluğuna” …
İktidarın ağzından çıkanı mahkeme hükmüne tercüme ediyorlar…
Ve gel zaman git zaman, ya bakan oluyorlar ya yardımcısı…
Ya şurada ya burada… Ana hep en tepelerde… Vekil yapılmadılarsa bürokrasinin zirvelerinde…

BU HÂLLERDE GAZETECİ NE YAPAR?

Olgu… Hadise bas bas bağırıyor, “Buradayım… Haber yap beni” diye hançeresini yırtıyor...
Ne yapacak gazeteci?!..
Sayın görevlinin yaptıklarını yazarsam, hedef haline getirmiş olurum, uzak duralım mı diyecek?
Anladık; öyle desin isteniyor…
İyi ama bunun sonu yok ki…
Böyle giderse…
Az evvel yukarıda bahsettiğim, muhakemenin haddini zorlayacak kriterler pekâlâ her alana ve kişiye teşmil edilebilir…
Misal:

SÜREKLİ ZAM HABERLERİ YAPILARAK, HALK DEVLETE KARŞI İSYANA TEŞVİK EDİLİYOR, İDDİASI MAHKEME SALONLARINA TAŞINABİLİR… (Mİ?)

<[em>(Mi?) şerhi lüzumsuz, öyle mi?
Emin misiniz, üstteki soru ekinin fazla olduğundan!..]
Misal:
Erdoğan’ın “muhalif medya” beni terör örgütlerine hedef gösteriyor, dediği konuşması, bir gün sonra soruşturmaya, bir ay sonra iddianameye dönüşürse, ne yapacak gazetecilik?..
İktidarı taklitte yarışan burjuva muhalefeti de ya Saray’ın yolundan giderse…
Hani olmaz ya… (olmaz değil mi?!)
Tut ki Kılıçdaroğlu, o ırkçı faşist liderle yaptığı protokolün gündemde tutulmasından duyduğu rahatsızlığı mahkemeye taşıdı...
“Özdağ ile yaptığım protokolü mütemadiyen yorum ve haberlerine konu ederek beni terör örgütlerine hedef gösteriyorlar” dedi…    
Yetmedi bir de…
“Atanmış” savcıya hâkime var da “seçilmiş”e yok mu, demokrasi cilasıyla bir de savunmaya geçildiğini düşünsenize…
Akşener’e hiç uğramayalım…

HAYIR SANIRSINIZ, ‘TERÖR ÖRGÜTLERİ’ SABAH KALKIP GAZETEYİ AÇIYOR, ‘BAKALIM BUGÜNKÜ HEDEFİMİZ KİMMİŞ’ DİYE ÇETELE TUTUYOR…

Ya da “terör”ün ekran nöbetçileri var da, televizyon tartışmalarını izleyip “hedef listesi”, hazırlıyor, diye mi düşünülüyor acaba…
Sergilenen yaklaşımlara bakınca, sorası geliyor insanın bu sorular …
Zıvanadan çıkmaya o kadar müsait ki…
Okulu kırmış afacanın, bilgisayarından çıktısını aldığı elindeki şikâyet dilekçesini, savcının masasına koyduğunu düşünsenize:  
“Annem, ‘sürekli ders çalışmıyor, telefonla oynuyor’ diyerek beni, babama hedef haline getiriyor.”
Muhayyel misalime bakarak mevzuyu hafife aldığım hükmüne meyletmeyin…
İkazınız bak kalsın ama…
Böyle karikatürleştirmelerle yaşanan problemin ağırlığını sindirilir hale soktuğumuzu sanmıyorum…
Aslında tabii ki böyle bir tehlike her zaman var, elbette hassasiyet şart!..
Hayatları cendereye alan pratiklerin mizahını yaparken özenli olmalı; şüphe yok…
Fakat rejimin mengenesi sıktıkça, şimdi ya da bir vakitler ancak mizah olan, hazin ve acı gerçeğin kendisi olabiliyor…
Orwel’in ‘1984’i bir açıdan esasen o akıl dışılığın mizahı olarak okunamaz mı?..
Hitler’in iktidar merdivenlerini tırmanırken, toplumda hegemon hâle gelen ruh halini anlatan bir karikatür hafızamda…
Evlere işyerlerine bayrak asma, Führer geçerken bayrakla selamla seremonilerini hicvediyordu:
Dairelerinin pencerelerinden sarkan kadınlardan biri, elindeki koca Nazi bayrağını nazire yaparak sallarken, komşusuna tarizde bulunur:
“Komşuu! bayrağınız ne kadar da küçükmüşşş!”
O karikatürdeki mizah, fazla uzun olmayan bir süre sonra evde eşlerin birbirini, çocukların ebeveynlerini, “Führer’e yeteri kadar saygı göstermedi” ihbarlarına dönüşüverdi…
Gidişatın yol işaretlerine bakmak, hakkıyla idrak etmek lazım...
Buna gayret etmeye çalışınca da olan oluyor işte böyle:
Normalde ruh bilimcilerinin sahasına girecek başlıktaki o sual, hayat bütünlüğünü ve selametini korumaya dönük temkin frenine dönüşüyor…    
Muğla Akbelen’in hayatı kadim çam ormanları, bir avuç kapitalistin kârı uğruna yok ediliyor...
Faili şirketler, Saray’ın organik sermayedarlarından Nihat Özdemir’in Limak’ı ile İbrahim Çeçen’in IC Holdingi…
Şimdi diyelim ki bu holdinglerin yağma planı direnişe tosladı, işlemiyor…
İnsanlar ağaçlaşarak, ağaçlar insanlaşarak çoğalıyor, aşılamıyor… 
Rejimin dipçikli coplu gazlı askeri vesayeti altında, TOMAkratik desteğine rağmen, İkiz köylülerin nefes borusunu para makinesine dönüştüremediler…
Ne olur?
Hayat bayram olur… değil mi?
Peki şu mümkün mü?
“A Haber’e konuşan İş Adamı Nihat Özdemir Akbelen’deki milli yatırım projemizi engellemek isteyen güçler, Limak’ı, beni ve ortağım, kıymetli dostum İbrahim Çeçen’i hedef haline getiriyorlar… Bu yöndeki yayınları yüce adaletimize havale ediyorum”…
Dese…
‘Havale’nin adresine ulaşması ve “… Tarihinde açılan soruşturma iddianameye dönüştü” haberini okuma ihtimalimiz nedir?..
Bir sorum daha var ama ben de sizi, müsaadenizle, bunun için Satır Altından Notlar’a havale edeceğim…
Gecikmeyin, bekliyorum…
“Milli Cephe”… çık aradan… Hadi bakim, sen de Satır Altın’a…   

------

[1] Parti, gazete, propaganda - Evrensel

[2] Tutuklanan meslektaşımız Fırat Can Aslan’ın avukatının değerlendirmesi için bkz. Fırat Can Arslan’ın avukatı Özdoğan: Gazetecileri cezalandırma amaçlı özel bir çaba var - Evrensel

-------------

SATIR ALTINDAN NOTLAR…

GÖZÜMÜZ 'BEŞLİ ÇETE'NİN SON-ER’İNDE: SONER YALÇIN 'HİKMET KIVILCIMLI VE NİHAT ÖZDEMİR - 2' YAZISINI NE ZAMAN YAZACAK?..

Nedense yaygın kanaat “müteahhitler”e tercüme etti…
Müteahhitlerden para alan “muhalif” gazeteci-ler kim?
Merak etmeyin sapmıyoruz mevzudan, yol yapıyoruz yol…
Sahi kim o gazeteci-ler?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun itham ettiği gazetecilerden bahsediyorum…
Hani CHP’li belediyelerle toplantısında (23 Temmuz 2023), 'Ben kimin nereden ne kadar maaş aldığını iyi biliyorum' demişti ya…
Onu soruyoruz; kim bu-nlar?..
Fakat benim evvela en başında kafam karıştı…
Kılıçdaroğlu “Kimin” derken, kapsamı ne?
‘Kimler’i mi içeriyor yoksa ‘kim” ile mi sınırlı, “Kimin”i?
Çoğula da tekile de açık duruyor- ucu açık konuşmak da politikacılık maharetlerine verilir, ondan herhalde…
Etraf “kimler” algılamasıyla, ‘çoğul’ taramaya girişti ama...
Nedense ben daha çok ‘kim’e yordum kast edileni…
Galiba ufku sınırlı bilgimin tahmin gücünün zayıflığından, ihtimal oklarımın tek kişiye yönelmesindendi… Bilemiyorum…
Lakin her iki algı sahipleri de nedense bir kişi de hemfikir oldu… (gibi.)
Evet, olağan şüpheli Soner Yalçın idi…
Kemal Bey’in bilahare “Oda TV’nin parası nereden geliyor” imalı ithamı da kuvvetlendirdi, bu ihtimali tabii...
Bu tartışmanın tuhaflıklarından biri de şu:
Kılıçdaroğlu gündem değiştirmek için, dikkatleri kendinden uzaklaştırmak için mi “salladı”?
Değilse sahiden elinde bilgi belge ya da kanıtlanabilir ‘kuvvet duyumu’ mu vardı?
Tuhaflığı; yüksek sesli itirazlar olsa da çok da büyük, öyle aman aman bir şaşkınlık yaratmamasında...
Sanki Kılıçdaroğlu -en hafifinden- bazı zihinleri kurcalayan kuşku ya da emarelere tercüman olmuş gibi karşılandı…
Yani pek de aman aman “şoke oldum” vaziyetlerine yol açmadı… 
Edindiğim intiba bu- hiç değilse ben şaşırmadım…
Beni esas şaşırtan (ve üzen, hiç konduramayacağım) kimi isimlerin de  işaret edilebilmesi idi...
Ha şuna da şaşırmadım:
Kılıçdaroğlu’nun suçlamasını ilk duyduğumda, kendimi, şak diye “Acaba Soner Yalçın’ı mı ima ediyor?​” sorusunu sorarken, bulmamı da yadırgamadım…
Sebebi?
Tabii Kılıçdaroğlu sahici bir vakadan söz ediyorsa, şartımı baki sayarak söyleyeyim…
İş öyle maaş muuş işine varacak derekelere vardırıldı mı, bilemeyiz...
Ama Soner Yalçın’ın “Beşli Çete” ile içli dışlı olduğuna dair haberler ve takiben dedikodular ayyuka çıkmıştı…
Nitekim Barış Terkoğlu’nun “Yalı Partisi” iddialı yazısı üzerine burada ben de Soner Yalçın üzerine etraflı bir şeyler yazmıştım (1)…
Bir de soru sormuştum, Yalçın’ın yazdığı Sözcü okurunu da sorgulamaya kışkırtarak:
“Beşli Çete”yi diline dolayan Kılıçdaroğlu’nu devreden çıkarmak için, “çete” içinde sayılan bir işadamının (adı neydi? Bak üşendim bakmaya) Beykoz’daki yalısında toplantı yapıldığı …
“Beşli”nin bir nevi karargâh olarak kullandığı bu yalıyı, gözden ırak olmak için bir süreliğine yurt dışına yerleşen patronun, yalısını Soner Yalçın’a bıraktığı...
Soner Yalçın’ın buraya yerleştiği, Yalı’da topladığı eşine dostuna mangal partileri düzenlediği, falan filan iddia ediliyordu…
Ha bu arada bu “Beşli”nin avanesi ile kalabalık bir yemekte yiyip içerken, muhtemelen de “milli cephe” üzerine sohbet ederken fotoğrafı sızdırılmıştı...
Ben de doğru mu Soner Yalçın bu iddialar, diye sormuştum…
Sadece burada yazılanlara değil, farklı mecralarda da dile getirilen benzer iddialara dair doğrudan hiçbir izah edici beyanına rastlamadım…       
Soner Bey, nedense hep bâki kaldığını düşündüğüm, ruhlara işlediği anlaşılan “Aydınlıkçı” kimliğinin de etkisiyle olsa gerek, “Milli Cephe” ile yatıp kalktığını düşündüğüm için belki de Cephe’nin “milli ve yerli” sermaye kolonuyla bunları tartışıyordur, bilemeyeceğim…
Zira yazılarını takip edenler daha iyi bilir…
Soner Yalçın hep derin mevzular konuşacak muhatap bulamayan (çoğunlukla avukat ya muhasebeci olan) entelektüel ortam tatminsizliğinden mustarip kasaba münevveri havalarında dolaşır, Sözcü’deki köşesinde...
Hep bir oflama puflama hâli…
Hep bir bu günlük siyasetin kısırlığından bıkma bezginliği…
Hep bir emsallerine bulamayan kıymeti anlaşılamamış mütefekkir pozları atar…
Tarihî, derin teorik meseleleri tartışmaya hasretini yazıp durur...
Araya attırdığı alıntılar, kallavi tarihi şahsiyetlerin yazıp çizdikleriyle muhabbeti, “boş değiliz” selektörü yapar…
Donanımsal taşkınlığı göz kamaştırır… Gıpta ettirir…
Tabii müptelası olmuş okurlarını bilemem ama...
Bendenizin birikimi, Soner Bey’in donanımını tartıya çıkaracak, ölçerek teyit etmekten uzak olduğundan, bel bel bakıp geçiyorum  sadece, o kısımları…
E arada sırada hani bizim de biraz çaktığımız konulara da rastlamıyor değilim…
Ondan bahsetmekle yazımızı da toparlamış olacağız zaten…
Beni, bu Soner Bey’in “Beşli Çete” ile münasebetleri hususunda iyice şüpheye gark eden bir yazısından söz edeceğim size…
“Hikmet Kıvılcımlı ve Nihat Özdemir” (Sözcü, 29 Kasım 2022) …
Kıvılcımlı, “Düşünce ve davranış adamı“ hasletleriyle Türkiye komünist hareketinin direngen olduğu kadar çalışkan ve velut önderlerinden biri…
Nihat Özdemir malûm, AKP devrinde devlet fideliğinde palazlandırılan Saray’ın organik sermayedarı…
Şu aralar Akbelen’i “yağma”layarak İkizköylüler’in çanına ot tıkamakla meşgul…
İşte yan yana gelemeyecek bu iki şahsiyeti…
Ya da sosyal sınıf kavgasının muarızları olarak anılabilecek iki şahsiyeti…   
Soner Yalçın’ın “Beşli Çete” aşkı mı desem…
Hadi öyle diyeyim; Nihat Özdemir aşkı, bir araya getirdi…
Hem de o biçim…
Hani doğru olsa o muhabbet, Kıvılcımlı’yı değil mezarında döndürmek, perende üstüne perende attıracak tarzda eşleştirdi…
Daha doğrusu, Kıvılcımlı’yı Nihat Özdemir’in PR (halkla ilişkiler) çalışmasına alet etti, fon malzemesi olarak kullandı...
Nihat Özdemir’in Yusufeli Barajı Soner Yalçın’ı öyle bir ateşlemiş olmalı ki…  
Kıvılcımlı’nın sınıf düşmanı Nihat Özdemir’i, Kıvılcımlı’nın hayalini gerçekleştirmiş milli kahraman olarak selamladı…
Niye?
Nihat Özdemir çünkü…
Türk şirketler çünkü (emperyalizmin kıskandığı/istemediği) Yusufeli Barajını bitirerek milli ekonomiye katmış…
Soner Bey de altında kalacak değil ya:
“… pazar günü Nihat Özdemir’i telefonla arayıp tebrik ettim, ülkemize kattığı değer için teşekkür ettim.”
Zaten ajitasyon yüklü yazısı da  hani şirketler etkili olsun diye düz reklam yerine, haber görünümlü reklam verirler ya, o kıvamda idi…
‘Almanları kıskandıran İstanbul Havalimanı’ için de ‘Kıvılcımlı ve Erdoğan’ kasidesi döşendi mi muhterem, bakmak lazım…
Ama Kıvılcımlı’ya sordum, Soner Yalçın’ın yazdıklarını…
Kıvılcımlı’ya dedimse, eserlerine sordum…
“Lafı” neresinden anlamış dememek için nasıl okumuş dem naifliğiyle yetineceğim…
Ama yahu bu kadarı da ayıp… ayıp ötesi değil mi!...
Neymiş:
“Dr. Kıvılcımlı Milli Demokratik Devrim taraftarıydı.” 
Yuh!! Demiyorum...
Bak, diyorum, Soner Yalçın…
Yahu adam tam bu konuda, bunun eleştirisi/reddiyesi üzerine kitap yazmış:
Devrim Zorlaması, Demokratik Zortlama (2)
“Zortlama” saymış, Milli Demokratik Devrim tezini/çizgisini…
 Hem de daha kitabın ‘Sunuş’unda, ilk cümlesinde, bre vicdansız ‘şey’:
“MDD (Milli Demokratik Devrim) diye birkaç yıldır süren akım var. Onun tüm Tezlerindeki ana eğilim, Kapıkulu Aydınlar içinden bir kesimi heyecana verdi.”
Devam eder:
“Tabiî, o (MDD'cilik) ve Marksizm'deki Demokratik Devrim iki bambaşka şeylerdir.”
Devam eder:
“Demokratik Devrim çok ciddi bir konudur.”
Devam eder:
“MDD'cilik: Demokratik Devrim'i dramatize ederken karikatürleştirir. O bakımdan söz benzerliklerine aldanmamalı. MDD'ciliğin Demokratik Devrim adına yapılmış bir Küçükburjuva Zortlaması olduğu Bes-Bellidir.”
“Belli” tarizinin adresi ‘belli’: Mihri Belli..
Ya ‘Zortlama’ ne ola ki?
Kıvılcımlı anlatır, hemen devamında:
“Zortlama": Biliniyor, kimi çok hareketli sesler çıkaran ilkel bir halk türküsü türüdür. Yerine göre dinlenilir. Arada pek hoşa da gidebilen "parçaları" geçer. Ancak ister istemez İlkel kalır, Zortlama'dır. Tam: "Zurnada peşreve bakılmaz" deyiminin yeri burasıdır. MDD'cilik Zortlamacılığıdır.
Uzatmayalım:
Soner Yalçın’nın MDD’ci saydığı Kıvılcımlı:
“Bu kitapta o MDD'cilik denilen tipik Küçükburjuva zortlamasının doğuş ve açılış ayrıntılarını gözden geçireceğiz.” der...
Vaziyet bu merkezde iken..
Soner Yalçın’ın yaptığı Zortlama değil, af buyurun… neyse…
Kıvılcımlı ardıllarına…
‘Doktorcu’lara bırakalım Soner Yalçın yaptığının adını koymayı…
Biz asıl soruya bağlanalım, bitirirken
Akbelen vesilesiyle Kıvılcımlı ve Nihat Özdemir 2’yi yazmak için neyi bekliyor?
“Milli Cephe”nin Akbelen’in arkasındaki dış güçleri keşfetmesini mi?

---

Soner Yalçın’a Sözcü’deki okuru da sormalı: Kılıçdaroğlu’nu elimine etme karargahı olarak gösterilen, RTE’nin “Eski Özel Kalem Müdürü” Hasan Dağcı’nın yalısını yurt edindiğin iddiası doğru mu? - Erol Aral - Evrensel

42-devrim zorlamasi.indd (marxists.org)

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Cesaret zamanı

Cesaret zamanı

Ucuz emek ve yüksek kâra dayalı çalışma düzeni sendikal yasaklarla sürüyor. Bu düzenin değişmesi için sendikal hak ve özgürlüklerin kazanılması ve bunun için mücadele hayati önemde. Fiili grevleri kazanımla sonuçlanan Birleşik Metal-İş’in Başkanı Özkan Atar, “İşçiler inisiyatifli ve cesur olmalı, bize düşen sinmek değil mücadele etmek” diyor.

Sendikalı işçi oranı: %8,4

TİS kapsamındaki işçi oranı: %4,7

İş cinayetinde ölen sendikalı oranı: %1,9

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Kara Harp Okulu mezuniyet törenindeki kılıçlı yemin nedeniyle 5 teğmen ordudan ihraç edildi.

Evrensel'i Takip Et