Gazeteciyi kamusal alandan süpürmek
Fotoğraf: Burcu Yıldırım
Kamu otoritesinin denetlenmeyi sevmeme özelliği, siyasal rejimler otoriterleştikçe tarafsız olması gereken yargıdan, kolluk güçlerine kadar uzanan bir kesime kadar sirayet ediyor. Bu eğilim kamusal alanda yaygınlaştıkça, halkı bilgilendirmek için kamusal takip ve denetim görevi bulunan gazeteciler için hayat zorlaşıyor. Siyasal rejimdeki otoriterlik dozu arttıkça da artık gazeteciyi kamusal alanda süpürme refleksine kadar uzanan kamusal pratiklere tanıklık ediyoruz.
Hatırlanacağı gibi Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş imzasıyla 27 Nisan 2021 tarihini taşıyan ve valilikler aracılığıyla Türkiye genelinde uygulanması talimatı verilen 2021/19 sayılı genelge ile emniyet görevlilerinin kamusal alanda ses ve görüntü kaydının alınmasına yasak getirilmişti. Genelge sokakta görev yapan gazeteciler için tam bir zulme dönüştü. Gazetecilere yönelik olarak önceden de var olan polis şiddeti artık rutin hale geldi. Hak arama eylemlerinde şiddet kullanan polisi görüntüleyen gazeteciler, ‘Benim özel alanıma giriyorsun’ diyen polislerce darbedildiler.
Türkiye Gazeteciler Sendikasının başvurusu üzerine 2021 yılı kasım ayında Danıştay 10. Dairesi bu genelgenin yürütmesini durdurdu.
Ancak buna rağmen, aradan geçen iki yılda artık hem kolluk görevlileri hem de yargı mekanizması içinde gazetecileri kamudan süpürmeye varan bir eğilimin giderek güç kazandığını görüyoruz. Meslektaşlarımız Fırat Can Arslan, Sibel Yükler, Delal Akyüz, Evrim Kepenek ve Evrim Deniz, savcı ve hakim eşinin görev yeri değişikliğine dair paylaşımları nedeniyle geçtiğimiz hafta gözaltına alındı. Arslan tutuklandı.
Yine geçtiğimiz hafta Akbelen Ormanı’na açılmak istenen maden sahasına karşı köylülerin direnişini kayıt altına alan Belgeselci ve Gazeteci Kazım Kızıl’ın görev yapmasını engelleyen jandarma doğrudan gözüne biber gazı sıktı.
Tam bu noktada, benzer bir uygulamanın mahkumiyet kararı getirmiş olduğunu hatırlatalım. Gezi direnişinin yıl dönümünü nedeniyle 31 Mayıs 2014 günü Taksim’de toplananlara polisin şiddet kullanarak müdahalesini görüntülemek isteyen gazetemiz Evrensel’in Editörü Erdal İmrek’in gözüne gaz sıkmıştı. İmrek, olay hakkında şikayette bulunmuş ancak saniye saniye kayıt altına alınan darp ve gaz sıkma olayı için savcılık “Zor kullanılmadığını” belirterek, “Kovuşturmaya yer olmadığı” yanıtını vermişti. Ardından Anayasa Mahkemesi, bu olayla ilgili “İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine” ve “İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine” hükmetti ve İmrek’e 27 bin 500 Türk lirası manevi tazminat ödenmesine karar verdi. 25 Mayıs 2023 günü İstanbul 60. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada ise İmrek’i darbeden polis hakkında yakalama kararı çıkarıldı.
Aynı şekilde, beş meslektaşımızın gözaltına alınıp, dördünün adli kontrol uygulamasıyla serbest bırakılıp Fırat Can Arslan’ın tutuklanmasına gerekçe yapılan olayın benzeri açısından da meslektaşlarımız Canan Coşkun ve Barış Pehlivan’ın yargılandıkları davada, İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi, hedef göstermenin bir örgüte yönelik olarak yapılması gerektiğini belirterek beraat kararı vermişti. Arkadaşımız Gözde Tüzer’e konuşan Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Timuçin Köprülü ve Türkiye Gazeteciler Sendikası Avukatı Ülkü Şahin de dün gazetemizde yer alan haberde bu örneği de hatırlatarak, terör örgütlerine hedef gösterme bahanesiyle basın hürriyetine müdahale edildiği gibi haber hakkının diğer tarafı olan halkın haber alma hakkının da kısıtlandığına vurgu yapıyorlar. Haberde, kolluk görevlilerinin yaşam haklarını korumak amacıyla getirilmiş bir düzenlemenin bugün gelinen noktada, her kamu görevlisine uygulanır hale geldiğine dikkat çekilerek, “Bu uygulama dahi bu düzenlemenin geniş yoruma elverişli olduğunu gösteriyor ve bu bakımdan öngörülebilirlik, belirlilik gibi kanun olma ilkelerine sahip değil.” deniliyor.
Gazetecilerin halk adına kamusal takip ve denetim görevinden yargı ve kolluk marifetiyle süpürülmesinin ne gibi sonuçlar doğuracağına da bir örnek verelim. 8 Temmuz 2023 günü basına yansıyan bir haber şöyleydi: “Hakim, hekimi gözaltına aldırdı. İstanbul’daki bir hastanede Dr. Suna Dilbaz, hakim olan bir hasta yakınıyla tartıştıktan sonra polis ekiplerinin zoruyla ifadeye götürüldü. Sağlık çalışanları da yaptıkları açıklamayla bu hukuksuz uygulamaya tepki gösterdiler.”
Şimdi soralım: Gazeteciler olmasaydı bu olaydan kimin haberi olacaktı?
Bugünkü Evrensel’de yer alan, arkadaşımız Gözde Tüzer’in haberi ise, uzun tutukluluğun gazeteciler için nasıl bir cezalandırma yöntemine dönüştüğüne dair. Mutlaka okuyun. Hukuksal temelden yoksun gerekçelerle tutuklanan TELE 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ da halen cezaevinde tutuluyor.
Gazeteciyi kamusal denetimden uzaklaştırmak için yargıdan, kolluğa kadar uzanan bu süpürme eylemi, sonuç olarak aslında halkı süpürmek anlamına geliyor. Bu ülke, halkın çıkarı için her türlü bedeli göze alan gazeteciler açısından köklü bir mirasa sahip. Ama gazetecilerin kamikaze olmadığını da bir kez daha hatırlatalım.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00