Devlet, adalet, cinayet!

Fotoğraf: DHA
İktidar ve medyası, Esenyurt’ta bir tekel bayisinde işlenen ve toplumun geniş kesimlerinde öfke yaratan cinayeti ülkenin bu noktaya gelmesinde kendi sorumluluklarının üstünü örtmenin ve gerçekleri karartmanın bir aracına dönüştürmek istiyor. Bu cinayetten sonra Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral’ın şeriat yasası olan ‘kısas’a vurgu yapıp ‘idam’ istemesi ve sonrasında sosyal medya üzerinden sürdürülen tartışmalar, bu karartmanın araçları olarak devreye sokuluyor.
Organize suç örgütlerinin iktidarla böylesine iç içe geçtiği, rüşvet, şantaj ve tehdidin ekonomik çarkın bir dişlisi haline geldiği, katillerin ‘kahraman’ olarak sahiplendiği, adalete güvenin kalmadığı, halkın örgütlenmesinin adeta ‘suç’ olarak görülüp bireyselliğin teşvik edildiği, bireysel silahlanmanın her geçen yıl katlanarak arttığı bir sosyal-siyasal ortamda bize ağacı göstererek ormanı görmemizi engellemeye çalışıyorlar.
Esenyurt’taki cinayet, bir alacak-verecek davasını, anlaşmazlığı silahla çözmeyi ‘normalleştiren’ düzenden bağımsız ele alınamaz. Çünkü ülke tarihinin hiçbir döneminde mafyanın karanlık elinin böylesine iktidarın bir aracı ve hukuk dışı arayışlar da bu düzeyde toplumsal yaşamın bir parçası haline gelmemişti.
Organize Suç Örgütü Lideri Sedat Peker, devlet katında muteber olduğu dönemlerde “En hayırsever iş adamı” ödülünü almış, iktidardan aldığı güçle Erdoğan’ın hedefe koyduğu barış akademisyenlerini kanlarını oluk oluk akıtmakla tehdit etmişti. İktidar blokunun diğer temsilcisi Bahçeli’nin ‘dava arkadaşı’ Ülkücü Mafya Lideri Alaattin Çakıcı, ana muhalefet partisi liderini “akıllı ol” diyerek tehdit etmiş, bir başka Ülkücü Mafya Lideri Sedat Şahin, tahliye olur olmaz soluğu yine Bahçeli’nin yanında almıştı.
Sedat Peker iktidarla ters düşünce “Sen benim dönüş sigortamdın” dediği Dönemin İçişleri Bakanı Soylu’dan yine iktidar bloku içinde yer alan ‘bin operasyoncu’ Mehmet Ağar ve oğlu AKP’li Tolga Ağar’a, Binali Yıldırım’ın oğlunun içinde yer aldığı uyuşturucu kaçakçılığından Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu Üyesi Korkmaz Karaca ve Eski Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu’na varan rüşvet zincirine kadar birçok iddiayı belgeleriyle birlikte gündeme getirmiş ama iktidarın emrindeki yargı organları böylesine önemli iddialar ve belgeler karşısında üç maymunu oynamıştı.
3 Kasım 1996’daki Susurluk kazası, ülkücü mafyanın kontrgerilla örgütlenmesi ve operasyonlarında nasıl kullanıldığını çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştu. Dönemin Başbakanı Çiller, Kürt halkına, siyasetçi ve aydınlarına karşı kullanılan ülkücü mafyadan devşirilen tetikçileri Meclis kürsüsünde sahiplenmişti. Peker ifşaatında JİTEM’ci Veli Küçük ile ilişkilerini ve MİT’çi Korkut Eken tarafından Kıbrıslı Gazeteci Kutlu Adalı’nın katledilmesi için nasıl görevlendirildiğini de anlatmıştı.
Mafyanın kara para ekonomisi, bu iktidar döneminde en yüksek seviyeye ulaştı. Geçen yıl Türkiye’ye 25 milyar dolarlık kaynağı belirsiz para girişi yaşandı. Peker ifşaatları sonrasında Mehmet Ağar’ın milyar dolarlık Yalıkavak Marina için “Biz olmasak marinaya mafya çökecekti” açıklamasını yapması, aslında mafyanın ekonomik çark içindeki yerini daha görünür hale getiriyordu.
Türkiye, ‘dünya adalet projesi’ tarafından her yıl yayımlanan “hukukun üstünlüğü endeksi”ne göre, 2022’de 140 ülke arasında 116. sırada yer aldı. Yargı kurumlarının siyasi iktidarın bir aracı olarak işlediği, toplumda adalete güvenin kalmadığı bir ortamda haklı ya da haksızı hukuk değil, güç belirliyor. Kimin ne kadar haklı olduğu ya da olmadığını elindeki silahlar, arkasındaki mafya ve bu mafyanın devlet içindeki bağlantıları belirliyor. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra iktidar partisinin, devlet kurumlarının temsilcileri ile iktidar yanlısı çevrelerin ellerindeki silahları sergileme yarışına giriştiğini de unutmamak gerekiyor. Silah demişken de darbe girişiminden sonra ‘kayıp’ olduğu ortaya çıkan 107 bin silahı ve yine iktidar destekçisi Sevda Noyan’ın itiraf ettiği ellerindeki silahlar ve öldürülecekler listesini de hatırlatmak gerekiyor.
Esenyurt’taki cinayet; emeğin değersizleştirildiği, emekçilerin örgütsüzleştirildiği, mallara çökmenin, mafya organizasyonlarının yükselen değer hale getirildiği, hukukun rafa kaldırıldığı bir düzenin sonucudur ve bu kirli-kara düzenin sadece küçücük bir parçasıdır.
Hem saldırganların ve hem de saldırıya uğrayanın ellerindeki silahlar, bireysel silahlanmanın ne kadar yaygınlaştığını -ki, resmi rakamlara göre bireysel silahlanma 2018’den bugüne yüzde yüz artış göstermiştir- ve bu silahlanmanın, şiddetin sorunların “çözüm”ünde nasıl doğal bir araç haline getirildiğini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Saral’ın kısas ve idam açıklaması, öncelikle askıya alınan hukukun yerine şeriatın geçirilmesi zihniyetinin dışa vurumudur. Başka bir deyişle Saral’ın açıklaması, iktidarın kader birliği yaptığı tarikat ve cemaatlere bu cinayet üzerinden gönderdiği bir mesaj olarak anlam kazanıyor ve dahası topluma da bu zihniyeti empoze etmeyi amaçlıyor. Bununla birlikte iktidar temsilcileri her fırsatta idamı gündeme getirerek ve kendi sorumluluklarının üstünü örterek böylesi cinayetleri kendi baskı ve korku düzenlerini meşrulaştırmanın bir aracına da dönüştürmeye çalışıyorlar.
İktidarın böylesi olaylar üzerinden idamı tartıştırırken asıl hedefinin siyasi muhalifleri üzerinde baskı kurmak olduğunu söylemek için öyle uzağa gitmeye gerek yok. Erdoğan’ın şaibeli ve eşitsiz seçimlerde yeniden cumhurbaşkanı seçildikten sonra yaptığı balkon konuşmasında “Selo’ya idam” sloganını attırması, idam tartışmasının asıl hedefinin idamı faşist rejim inşasının bir tuğlası haline getirmek olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.
Sonuç olarak, iktidarın kirli-karanlık ekonomik, siyasal ve sosyal ilişki ağının bir ‘normali’ olarak gerçekleşen ve bu normalin küçük bir parçası olmaktan öteye gitmeyen Esenyurt cinayetini doğru anlamak/anlamlandırmak için legonun bütün parçalarını yerli yerine oturtmak gerekiyor. İktidar cephesinden sürdürülen idam tartışmaları, böylesi cinayetlerin engellenmesi bir tarafa bunları normalleştiren bu düzeni meşrulaştırmanın ve gerçekleri karartmanın bir aracı olarak devreye sokulmaktadır. Ülkeyi her geçen gün içine daha fazla sürüklendiği bu karanlık girdaptan ve korku ikliminden kurtaracak olan ise, kontrgerilla, mafya ve bütün karanlık yapıların tasfiyesini sağlayacak bir demokratikleşme ve hukuk sistemi, işçi sınıfı ve emekçilerin özgürce örgütlenebildiği ve insanca çalışıp yaşayabildiği halkçı bir yönetim için mücadeleden başka bir şey değildir.
Evrensel'i Takip Et