Çeteyurt

Fotoğraf: DHA
Esenyurt’taki kan dondurucu görüntüler Türkiye’nin nasıl bir şiddet girdabına sürüklendiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Bu vesileyle kartelleşme ve çeteleşme üzerine daha önce kaleme aldığım bir yazıya devam etmek istiyorum. Bu yazıda Bertolt Brecht’in Arturo Ui oyununun, Frankfurt Okulu teorisyenlerine kapitalizm ve faşizm arasındaki ilişkiyi çete kurumu üzerinden açıklamak için nasıl ilham verdiğinden bahsetmiştim. Tüm eksikliklerine rağmen Max Horkheimer ve Theodor Adorno’nun çete sosyolojisi organize suçu yorumlamak için verimli bir başlangıç noktası oluşturuyor.
Kanada’daki St.Mary’s Üniversitesinden Alfredo Schulte-Bockholt (2002) “Organize Suçun Neo-Marxist Bir Açıklaması” başlıklı makalesinde, Horkheimer ve Gramsci’den yola çıkarak, ana akım Kuzey Amerikan kriminoloji çalışmalarında organize suçun ideolojik niteliğini göz ardı edilmesini eleştirir. Bu çalışmalar organize suçu ele alırken ekonomik ve siyasi elitlerin suç örgütleriyle ilişkilerini “yolsuzluk” kavramı üzerinden açıklar, ancak yolsuzluğun sosyoekonomik yapısını görmezden gelir. Schulte-Bockholt bu yaklaşıma karşı Horkheimer ve Adorno’nun “çete toplumu” kavramını öne çıkarır. Bu kavram iki dinamiğin arasındaki ilişkiyi irdeler:
1) Serbest piyasadan siyasi iktidarın rant dağıtımı vasıtasıyla idare ettiği tekelci piyasaya geçiş: Bu süreci kartelleşme olarak ele almış ve iktidarın kıtlık üzerinden rant yaratma politikasıyla bağlantılandırmıştım. Mihályi ve Szelényi’nin (2019) yolsuzluğu ve ekonomik milliyetçiliği Ricardo’nun rant teorisiyle açıklama girişimlerinin teorik bir eleştirisini sunmak bu yazının sınırlarını aşıyor. Ancak bu yaklaşım yoksullaşma ve suç arasında kamuoyunda sıkça kurulan müphem nedenselliğin ötesinde ekonomi politik bir neden-sonuç ilişkisi ortaya koyuyor. Bu açıdan bakıldığında günümüzde Türkiye’de çeteleri üreten temel dinamiğin iktidarın kıtlık yaratarak rant dağıtması olduğu öne sürülüyor. Dolayısıyla ucuz emek gücüne dayanan bir kalkınma stratejisinin sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
2) Siyasal iktidarın ve şiddetin özelleşmesi: Piyasadaki tekelleşmeye koşut olarak kamu otoritesinin niteliklerinden sayılan siyasi egemenlik ve şiddet araçları özelleşiyor. Aslında bu yeni bir süreç değil. 1980’li-90’lı yıllarda özelleştirmeyi savunan liberallerin görmediği, gözden kaçırdığı veya gizlediği bir nokta, Özalist idarenin yeniden örgütlediği mafya örgütlenmesi oldu. Bugün bu süreç bizatihi kamu idaresinin bir holdinge, kamu görevlilerinin şirket idarecilerine ve devlet başkanının bir CEO’ya dönüşmesiyle yeni bir aşamaya girdi. Bu trendleri sadece Türkiye’de değil bütün dünyada gözlemlemek mümkün. Liberal anayasa kuramcılarının otoriterlik analizlerinde artık otoriter iktidarın bir özel mülk haline gelmesi, iktidarın özelleştirilmesi, kleptokrasi (hırsızlar iktidarı) kavramı merkezi bir yer tutuyor (Frankenberg 2020: 170-211).
Schulte-Bockholt, Horkheimer ve Adorno’nun tekelleşme-özelleşme arasında kurdukları bu diyalektik bağlantıyı Gramsci’nin hegemonya kuramıyla birleştiriyor. Gramsci’nin şiddet uygulamalarıyla ayakta kalan hakimiyet modeliyle ahlaki-entelektüel liderlik üzerine kurulu hegemonya modeli arasında yaptığı ayrım sosyal bilimlerde sık başvurulan bir açıklama. Schulte-Bockholt buna dayanarak şu iddiayı öne sürüyor:
“Korumacı çete rejimleri elitlerin hegemonya krizine girdiği, hızlı sosyoekonomik değişimin toplumsal bölünme ve kopuşa neden olduğu zamanlarında ortaya çıkar.” (2002: 226)
Gelecek yazılarda Schulte-Bockholt’un yaklaşımını kapsamlı bir şekilde ele almak istiyorum. Yazarın bu analitik çerçeveyle 1990’lı yıllarda “neoliberal popülizm” kavramının ilk uygulandığı örnek olan Peru’daki Fujimori rejimini incelemiş olması (2013) Türkiye çalışmaları açısından özellikle dikkate değer. Nitekim Kuzey, Orta ve Güney Amerika, Karayipler deneyimleri Türkiye’yle karşılaştırma için ciddi örneklerle dolu. Lümpenleştirme, varoşlaştırma, mafyalaştırmayı genel geçer bir kültürel, toplumsal yozlaşmadan ziyade belirli bir iktidar tekniği olarak tartışmanın zamanı geldi geçiyor.
-Frankenberg, G. 2020. Autoritarismus: Verfassungstheoretische Perspektiven. Berlin: Suhrkamp Verlag.
-Mihályi, P. and Szelényi, I., 2019. “The Place of Rent-Seeking and Corruption in Varieties of Capitalism Models”, Market Liberalism and Economic Patriotism in the Capitalist World-System içinde, Gerőcs Tamás and Miklós Szanyi (Der). 67-97. Cham: Palgrave Macmillan.
-Schulte-Bockholt, A. 2002. “A Neo-Marxist Explanation of Organized Crime.” Critical Criminology 10: 225-242.
-Schulte-Bockholt, A. 2013. Corruption as Power: Criminal Governance in Peru during the Fujimori Era (1990-2000). Bern: Peter Lang.
Evrensel'i Takip Et