6 Ağustos 2023

Bu sefer ürkü!

Goya bu çalışmayı, Fransızların 1808'de Madrid'i işgali sırasında, Napolyon'un ordularına direnen ve idam edilen İspanyolların anısına çizdi. (Resim: Francisco Goya)

Bir hikaye vardır, belki duymuşsunuzdur, kulaktan kulağa anlatılır.

İdama mahkum olan bir siyasetçi, bir din görevlisi ve bir bilim insanı aynı gün giyotinle idam edileceklerdir.

Din görevlisini giyotine yatırırlar; son sözünü sorarlar.

“Beni ancak Tanrı yargılar, verdiği canı almak ona mahsustur” der. Giyotin iner ve mucize kabilinden boynuna bir iki santim kala durur. 

İzleyici kitle coşar, nümayiş, alkışlar. Tanrı buyruğuyla canı bağışlandı sayılır. Özgür kalır.

Siyasetçi yatırılır yerine. Son söz olarak;

“Kendi yazdığım yasaların adaletine ve kadere güveniyorum” der. Giyotin yine ölüme bir iki santim kala durur. Onun da canı bağışlanır.

Bilim insanına sıra gelir. O da son sözünde “Ben ne kadere ne Tanrı’ya bırakırım işimi, benim için en doğrusu bilimdir. Bilimin gerçekliğini savunduğum için buradayım. Mesela bu giyotin, halatın ipleri yıprandığı yerin altında birikmiş, çıkrığa takılıyor, sizler de bunu Tanrı’nın ya da kaderin bağışlayıcılığı sanıyorsunuz” der. 

Halat düzeltilir ve içlerinden yalnız bilimi savunanın kellesi gider.

Bu ülkede idamın lafı edildi, cümle içinde geçirildi, talep edildi.

Tehlikenin farkında mısınız?

İktidarın yöntemi yıllardır şudur: imkansız görüneni birileri telaffuz eder. Toplum hep bir ağızdan tepki gösterir. Bir süre bu öneri sessize alınır. Sonra öneriyi yeniden ısıtacak bir gündem ortaya çıkar. Bu sefer en yetkili ağızdan “Olabilir, neden olmasın?​” açıklaması gelir. Toplum tepkisi ilk seferde bir nebze harcanmıştır, karşıt görüş biraz güçten düşer. Zira öneri artık ilk kez duyulmuyordur. Büyük şok etkisi geçmiştir.

Muhalifler yeniden “Böyle şey olmaz, kabul edilemez, geçen sefer de demiştik, geçen sefer de şöyle tepki vermiştik.” açıklamaları yapar.

Öneri masaya geldiğinde tepkiden büyük konuşulan başlık “Biz demiştik, böyle olacağı belliydi” olur. Haklı çıkmanın şehveti ağır basar. Öneri gerçekliğe dönüşür. Geçmiş olur hepimize ama geçmez de. Yani bu çekirge hep çok sıçrar, sonuncuda tam istediği yere konar.

Bu gidişat; başkanlık rejimi tartışmasında da aynı böyle seyretmedi mi? Daha dün gibi aklımda, ekranda “Burası Türkiye, o kadarını yapamazlar” diyenlerin sözleri. Başkanlık rejiminde bir tur daha seçileli bile 2 ay oldu işte.

Şimdi canınızı sıkacak bir şey söyleyeceğim.

2016’da darbe girişimi sonrası; CNN International’dan Rebecca Anderson’a röportaj veren Erdoğan şöyle diyordu:

“… Parlamentoda liderler görüşmek suretiyle gündemine almaları halinde, Cumhurbaşkanı olarak parlamentodan çıkacak böyle bir kararı onaylarım. 

...

Terör olayları karşısında, halkımızın aldığı karar şudur, kesinlikle teröristler öldürülmelidir. Bunun başka bir çıkış noktası yok. Ben niye müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılanı yıllarca besleyeyim, vatandaş bunu söylüyor, ‘Benim canım gitmiş, canım’. 8 yaşında, 15 yaşında, 20 yaşında gençler, taze fidanlar son olaylarda maalesef öldürüldü. Bunların tabii anneleri, babaları, tabii hepsi şu anda dertli. Bunun için bu konuda çok hassas davranmamız gerekiyor.”

2017’de Şanlıurfa’daki Evet Platformu mitinginde; “Referandumdan evet çıkarsa, bir referandum da idam için yaparız” dedi.

Pınar Gültekin’in vahşice öldürülmesinden sonra gelen idam sorusuna ( Sorulandırılan yanıtlar) “Bu konu ile ilgili olarak Devlet Bey’in de zaten bir açıklaması olmuştu. İdam konusu ülkemizin yeniden gündemine gelebilir ve bu tartışmaya açılabilir. Tabi Pınar Hanım’ın ölümü rastgele bir ölüm de değil. Tamamen burada bir vahşet söz konusu. Bu vahşet bu millete yakışmaz. Böyle bir şeye katlanmamız da mümkün değil. Bunun için de gerekli müzakereleri, tartışmaları Adalet Bakanım ile de yaptık, bunları konuştuk. Gerekirse bu tekrar gündeme getirilerek tartışma konusu haline gelmeli. Bu tartışmadan ne çıkar bunu görmeliyiz. Ardından da çıkan neticeye göre bir adım atılabilir. Çünkü Pınar Hanım’ın durumunun benzeri birçok vahşetler var. Bunlar hakikaten böyle yenilir yutulur şeyler değil. Onun için burada da bu işin müzakeresi tartışmaları hepsi yapılır. Tabii bu bir anayasa değişikliği gerektiren de bir konu. Daha önce de söylemiştim, burada Adalet Bakanlığımızın yaptığı çalışmada parlamento böyle bir karar alması halinde ben böyle bir kararı onaylarım.” diyordu.

Emine Bulut cinayeti üzerine: “Açık ve net söylüyorum, benim gönlüm idamdan yanadır” dedi ve konunun yine öncelikle Meclisin inisiyatifinde olduğunu ifade etti. 2022’de Marmaris orman yangınları sırasında ”Ben de aynı kanaatteyim, caydırıcı bir ceza olmalı. Ben de diyorum ki ucu nereye dayanıyor idama mı? İdam olmalı. Sadece ormanlar mı? Hayvanlar da yanıyor. Adam affedersiniz içmiş, bilmem neye kızdım burayı yaktım. Bu tartışılmalı ve bunun üzerinde etraflıca durmalı” demişti.

En son Esenyurt’ta bir tekelde yaşanan cinayetin üzerine, Erdoğan’ın baş danışmanı sosyal medya paylaşımında: “Bu namussuz için ve onlara ortaklık eden alçaklar için yaşasın idam. Kısasta hayat vardır aksi halde ailelerin yüreği soğumaz” yazdı.

İdamın karşısında durulamasın diye, haksızlığın, adaletsizliğin, vicdansızlığın en göze battığı, toplumun kırmızı çizgilerine basan davalar seçilir. Kadın cinayetlerine karşı idam istenir ki ülkenin en güçlü muhalif hareketi kadınlar arafta bırakılsın. Kadın hareketi idama karşı durduğunda karşılarında sosyal medyada ve sokakta trol bulacaklardır: “Hani cinayetler dursun istiyordunuz, şimdi katili mi savunuyorsunuz?​” Bu söyleme yanıt vermek zorunda kalmak, idama hayır eylemliğinin sesinden çalacaktır.

Ormanı yakan için idam istiyoruz denecek. İklim aktivistleri, çevreciler, ekoloji hareketi zora düşürülecek “Hani nesillerin ömründen gidiyordu, hani en önemli şey ağaçtı, orman katillerini korumak size mi kaldı? denilecek. Kulaklarda yankılanmasını hayal etmek zor değil “Bunlar, ancak çıkıp ağaca sarılırlar, bunların derdi gerçekten ağaç olsaydı, ormanı yakanın en büyük katil olduğu gerçeğine böyle karşı çıkmazlardı.”

Bir şeriatçı terör örgütü üyesi bulunur, suçu en acımasız şekilde itiraf eder. İşlediği cinayetten hiç de pişman değildir. Katli vaciptir çığlıkları arasında bir anda seküler kesim şeriatçı savunur duruma düşürülebilir.

Herkes “ama”lı cümleler kurmak zorunda kalır, bilirsiniz ki her “ama” kendinden sonraki cümlenin inanırlığını söndürür.

İran’da Mahsa Amini eylemlerine rağmen neden hâlâ rejim varlığını sürdürüyor? Çünkü yirmili yaşlarındaki gencecik çocukları 15 dakika savunma süresi verip idama mahkum ettiler ve astılar.

Başarılı sporcu, iyi bir müzisyen, henüz öğrenci demeden astılar. Sadece 2023 mayısında idam edilen insan sayısı 142.

Öyle çok idam var ki geriye dönük masumiyeti ispatlanan da yok zira davaları öylece kapatılıyor, gidiyor. Soruşturmak istesen seni neden bilvesile idam etmesinler ki?

Stephen King’in aynı isimle sinemaya uyarlanan filmi Yeşil Yol’u hatırlar mısınız?

Bir idam romanıdır, yürek yakar.

“Mahkumlar sandalye konusunda şakalaşırlardı. İnsanların korktukları ama kaçamadıkları her şeyi şakaya vurdukları gibi…” der yazar.

İdamın şakaya gelir yanı yok, alaya alınacak şey değil.

O sözler ağızlardan çıktığında, unutulur diye kulak üzerine yatılacak şey değil. Çekirge sıçrıyor.

Hiçbir delil ve tanık yokken, Gezi davasına, Kobanê davasına tutukluluk verilmişken, bir açık kaynak bilgi haberleştirildi diye gazeteci tutuklanmış, haberi paylaşanlara ev baskını yapılmışken,

Kemal Kurkut’u vuran polis ceza almamış, olayı fotoğraflayan gazeteci bilvesile tutuklanmış ve halen içerideyken, hukuksuz tutukluluk, orantısız ceza örneklerinin tamamının, değil bir köşeye, tüm bir gazeteye bile sığmayacağı objektif bir gerçeklikken, ekonomi yönetilemez olmuş, halk nefessiz kalmış ve itidalin sürdürülebilirliğinin her iktidar için endişe verici olduğu ortadayken, idamın kimler için ve ne için geleceği kılavuz istiyor mu?

Pazar günlerinize umut olmak istemiştim bu köşeyi yazmaya başladığımda, bir kitaba, bir filme pas atmak, yaşam tahayyülünü sığ sulardan çıkarmak, iyiyi güzeli anımsatmak gibi dertlerim vardı. Bunca yıldır umuda bağlayamadığım tek yazı budur.

Benim elim dilim varmadı yazmaya, en son kitleler kimin idamı için çığırdı bir Google’a sorun hafızanızdan çıktıysa.

Uyku uyumuyorum endişeden, örs üzengi çekiç zangırdıyor geceleri ayak seslerinden.

Bu sefer istedim ki sizin de uykularınız kaçsın, birilerinin daha kaçıralım uykusunu, kalksınlar pek yumuşak yataklarından.

Meclis onaylarsa imzayı atarım diyor cumhurun reisi. Meclisin durumu belli.

Asarlar en sevdiklerimizi. Yeterince öldürülmemişiz gibi.

Bundan sonra artık bekleyin ki kurulsun bir daha o abes cümle “Sandıkta gösterin tepkinizi”

Seçimlerden önce tepkilerin sonu gelir.

Son tepki için son şans birden kapıyı çalabilir. 

Herkes iç işlerine boğulmuş, gıybet boyu geçmiş, gündem yerel seçime sekmiş.

Bilmiyorum buna kim hazır...

İdama sonuna kadar hayır!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Vergide sahte sefer

Vergide sahte sefer

Maliye Bakanı Şimşek’in servet sahiplerinin vergi ödememesine tepkiler üzerine ilan ettiği “vergi denetimi seferberliği”nden koca bir hiç çıktı. Müfettiş yetersizliği nedeniyle şirketlerin sadece yüzde 2’si denetlendi. Sınırlı denetimde bile kaçırıldığı tespit edilen vergi tüm şirketlerin ödediği kurumlar vergisinin yarısına erişti. Vergi yükü her zaman olduğu gibi bordro mahkumu emekçinin sırtında kaldı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Suriye’de Aleviler hem katledildiler hem de “Esed artığı”, “mezhepçi fitne”, “provokatör” gibi suçlamalara maruz kaldılar.

Evrensel'i Takip Et