2023 seçimleri ışığında: 21. yüzyılda profesyonel devrimcilik nedir? (I)
Fotoğraf: Unsplash
Seçimlerde çok büyük hüsran yaşandı ama böyle olması gerekmiyordu. Yanlış anlamayın, “Seçimler kolayca kazanılabilirdi” demiyorum. Meramım şu: Eğer doğru düzgün devrimci bir siyasi hat olsaydı Türkiye’de, seçim sonuçlarından görece bağımsız olarak, demokrasi sandıktan mevzi kazanarak çıkardı. Etkin bir devrimci hattın birçok bileşeni var. Bugün sadece bir tanesine eğileceğim: Profesyonel devrimciler.
Sosyalistler seçimlere çok handikapla girdi. Saymakla bitmeyecek olan bu handikaplardan biri, ciddi bir kısım sosyalistin toplumun geneline hakim olan duygu seline kendilerini kaptırmalarıydı. Erdoğan nefreti ve köşeyi döndüğümüzde diktatörden kurtulacağımız umudu, somut durumun somut tahlilinin önüne geçti.
Siyaset elbette duygularla yapılır. O duyguları iliklerimizde hissetmemiz gerekir. Fakat kendimizi kaptırmadan.
Duygu selinin içine dalıp, akıntıyla sürüklenmemeyi ise ancak profesyonel devrimciler başarabilir. Fakat bugün bize gereken profesyonel devrimciliği, bir tarz 19. yüzyıl devrimciliğinden kesin hatlarla ayırmak gerekiyor. Bu ayrım da Lenin’le başlar. Hem de bizzat “Leninizm” o tarz bir profesyonellikle sıkça özdeşleştirilmiş olmasına rağmen.
19. yüzyıl devrimciliği en gelişkin halini, Avrupa’nın ön plandaki komünistlerinden Blanqui’de alıyor. Blanqui ve yandaşları, geleneksel aile ve meslek kalıplarının tamamen dışında, her dakikası devrime adanmış bir hayat kurmuşlardı. Devrime böyle bir adanmışlık geniş kitlelerin yapamayacağı bir şey olduğu için de köklü bir toplumsal dönüşümü ancak çok dar bir çevrenin gerçekleştirebileceğini savundular hep.
Lenin, bu anlamdaki profesyonellikle (ve bunun Rusya’daki Narodnik izdüşümleriyle) hesaplaştıktan sonra 20. yüzyıla özgü, yeni bir profesyonellik kurdu. 1897’de kaleme aldığı Rus Sosyal Demokratlarının Görevleri adlı metinden itibaren Blankizmi sert bir şekilde eleştirdi. Blankistlerin aksine, devrimci dönüşümü ancak örgütlü kitlelerin gerçekleştirebileceğini savundu. Yeni bir düzenin ancak bir avuç devrimcinin komplolarıyla kurulabileceği fikrini reddetti.
Bu metinden birkaç sene sonra kaleme aldığı “Ne Yapmalı?” adlı eser, bağlamından koparılarak okunduğunda, Lenin’in Blankizme dümen kırdığı izlenimini uyandırır. Kautsky’den aldığı “Dışarıdan bilinç götürme” ifadesi, devrimciyi işçilerden üstün gördüğü imasını taşır. Oysa bu metin Lenin’in girdiği polemikler, kendi pratikleri ve sonrasında yazdıkları ışığında okunursa anlaşılıyor ki devrimci kadroların “dışarıda” durmaları, iğne-iplik gibi fabrikalarla iç içe geçmeleri ve de proletaryadan sürekli öğrenme sürecinde olmaları arasında diyalektik ve tarihsel bir ilişki var (Örn. bkz. Bir Adım İleri, İki Adım Geri).
Lenin, profesyonel devrimcinin ana görevlerini, kitle örgütlenmesi, disiplini ve eğitimi olarak tanımladı. Elbette bu “varoluş” aynen Blankistlerinki gibi her dakikasını devrime ayırmayı gerektiriyordu. Ve elbette bu adanmışlık herkesten beklenemezdi. Ancak Lenin Blankistlerin aksine “örgütsüz” bir sosyalist ya da işçi ile profesyonel devrimci arasında geniş bir spektrum olduğunu, milyonların bir dizi ara angajman vasıtasıyla toplumsal dönüşüme çok farklı düzeylerde katkı yapabileceğini vurguladı. Yani, profesyonel devrimci ile “kitleler” arasında kalın çizgiler çekmedi.
Daha sonraki yıllarda da Lenin, Engels’in bu konuda yazdıklarından da esinlenerek, Blankist zihniyetin “tavizsiz” siyasetini hep eleştirdi (Örn. bkz. Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı). Bu eleştirilerden birini, Ekim Devrimi’ne giden sıcak haftalarda yayımlandı üstelik (Bkz. Rabochii Put gazetesi, 19 Eylül sayısı). Aynı yılın mayıs ayında da Bolşeviklerin Petrograd toplantısında Blankist eğilimlere karşı bir söylev vermişti zaten.
1918 yılında, reformizme karşı yazdığı “Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky” adlı eserde dahi, tekrar Bolşevizmle Blankizm arasındaki temel farkların altını çizdi Lenin. Bu sefer de Ekim Devrimi ışığında: Eğer Bolşevikler, köylülere taviz vermeden, geniş bir blok kurmadan, kendi proleter iradelerini toplumun çoğunluğuna empoze etselerdi, devrim başlamadan biterdi.
Tüm bunlara rağmen profesyonel devrimcilik başta anti-Leninistler ama aynı zamanda bazı Leninistler tarafından, kitlenin içinde disiplinli bir duruş olarak değil, kitlenin üstünde, ona yön dikte eden bir duruş olarak algılanagelmiştir. 1980’lerden sonra solda moda olan “öncücülüğün reddi” de sosyalistin kendini kitle içinde eritmesi olarak anlaşılıyor. “Öncü” kavramı ile birlikte, Lenin’in bütün düşüncesi ve pratiği de reddedilince, hakim sınıfların etkisi kırılamıyor. Onların yarattığı duygu dünyası, her hücremize sızıyor.
Bundan sonraki yazılarımda, Lenin’in anti-Blankist devrimcilik anlayışının, günümüz koşullarına nasıl taşınabileceğini (ve böylesi bir çizginin eksikliğinin 2023’te siyaseti nasıl etkilediğini) tartışacağım.
- Filistin, iklim değişikliği ve seçim olmayan seçim 26 Ekim 2024 04:45
- Amerikan aşırı sağı ne kadar örgütlü, ne kadar tehlikeli? 12 Ekim 2024 04:16
- "Kamyoncular", işçi sınıfı ve Amerikan seçimleri 28 Eylül 2024 05:10
- Türk-İslam tahakkümünün ve Netanyahu terörünün ortak kökenleri 14 Eylül 2024 04:51
- Dünyanın sonu mu geliyor? 31 Ağustos 2024 04:10
- Kamala Harris neyi değiştirecek? 17 Ağustos 2024 05:06
- Doğu Avrupa’da aşırı sağın durumu 03 Ağustos 2024 05:34
- Amerika, daha da sağa 20 Temmuz 2024 04:51
- Irkçılık, sembollerin dili ve masumiyet 06 Temmuz 2024 04:34
- Hindu sağı: Bir adım geri 22 Haziran 2024 04:20
- Amerikan öğrenci hareketi dönüm noktasında 08 Haziran 2024 04:59
- Aranjuez ve Deniz 25 Mayıs 2024 04:45