12 Ağustos 2023

Tek çilemiz vergiler olsa!

Geçmişte bir gün Kadıköy metrosunda inerken, yaşlı bir bey yanındakine, “Allah razı olsun, bunları yaptılar da bizler de böyle rahat ediyoruz.” Bu ifadeye ne demeli ki! Dedeye diyesim geldi ki “Dede dede, siyasiler düğün takılarını bozdurarak mı bunları yaptılar?​” Dede bilmez ki bu oyuncaklarla sermaye ve yandaşları takılarına nasıl ilaveler yaptılar. 

            Vergiler tarihin her döneminde halkların üzerine çöken kabus gibi görülmüştür. Devletin halk üzerindeki baskı ve sömürü aracı olarak görülen vergiler, aslında sermayenin ve sermayenin yandaşı devletin tehlike savar aracıdır. Vergilerin gerçek yüzünün anlaşılmaması için vergi ile vatandaşlık arasında illiyet bağı dahi kurularak, bu şiddetli baskı aracı kutsallaştırılmıştır da.

            Peki, vergiler gerçekten halk düşmanı mıdır? Bu sorunun yanıtı, birinci olarak, halk kavramı ile neyin kastedildiğine, ikinci olarak da vergilerle ne tür ödentinin kastedildiğine bağlıdır. Diyelim ki gerçek manada bir sosyal devlet yönetimi var ve varsıllardan alınan vergilerle düşük gelirlilere sosyal hizmet sunulmaktadır. Ne var ki burada da şu soru akla gelir: Neden önce gelir dağılımında adaletsiz durum oluşmuş da ikinci hamlede vergilerle gelir dağılımının düzeltilmesine çalışılmaktadır? Kaldı ki bu soru da yeterli değildir: Gelir dağılımının bu denli adaletsiz dağıldığı bir ekonomik sistemde devlet böylesi gelir dağılımını düzeltici bir vergi sistemi uygulayabilir mi? Görülüyor ki ikinci soru birinci sorunun hükmünü ortadan kaldırmaktadır.

            Kısacası, hangi yola başvurursak vuralım, vergi halkın benimsemediği fakat hem devlete hem de daha çok sermayeye kaynak yaratma sistemidir. Sermaye de vergiden kaçar, ama siyasi olarak güçlü olduğundan vergi yükünü emekçi ve yoksul kesim üzerine yıkar.           Halkımız olağanüstü yükseltilen katma değer vergisi ve özel tüketim vergisinden mutazarrırdır. Bu vergilerin halkın gelirini erittiği doğrudur, fakat fiyatları yükselttiği görüşü doğru değildir. Bunun sebebi, vergi yoluyla halktan çekilen miktarın kamu harcaması olarak devreye girerken, piyasada paranın kullanım alanının değişmiş olmasına rağmen, miktarının değişmemiş olmasıdır. Fakat vergilerle, özellikle de dolaylı vergilerle halk yoksullaşmakta ve mutazarrır olmaktadır.

            Şimdi meseleye biraz geniş açıdan bakalım. Önce şöyle bir örnek üzerinde biraz düşünelim. Diyelim ki narkotik bürosu önemli miktarda mal taşıyan bir kamyonu yakaladı ve şoförünü mahkemeye sevk etti. Sizce, burada birinci derece suçlu şoför mü, yoksa bu malı yöneterek milyonları cebe indirecek olan kişi midir? Doğal olarak, yanıt ikinci şıktadır. Aynı şekilde, vergiler de alınamayan emekli ya da maaş zamları da halkı yoksullaştıran asli unsurlar olmayıp, asıl sebebin birer taşıyıcılarıdır. Neyin taşıyıcısıdır? İşte bu noktada vatandaş-devlet ilişkisinden uzaklaşıp, devlet-emperyalist ilişkisine gireriz. Mesele şudur: İftiharla açılışlarının yapıldığı köprü-tünel-metro gibi altyapılar var ya, hani geçsek de geçmesek de bedelini ödemeye mahkumuz, işte dolaylı vergiler ve düşük tutulan maaşlarımızla yerli ve yabancı firmalarına taahhüt edilen ödentileri ödüyoruz. Kısacası, asıl sebep yapılan işlerin bedelidir. Vergiler ve yükseltilmeyen aylık ve maaşlar ise sermaye ile iş birliği içindeki siyasinin bu yükü yıkmaya layık gördüğü kesimdir. Kısacası, çok uluslu firmalar devletimizle bir şekilde anlaşarak bu tesisleri, yapmış ve şimdi faturayı önümüze koymuş bulunmaktadır. Bu tesislerin yapımı esnasında siyasiler gırtlaklarını patlatırcasına, “Bütçeden bir kuruş dahi çıkmamaktadır” narasını atarken, muhalefet bu işin sonunun nereye varacağını parlamentoda, gerekirse parlamentoyu boykot ederek siyasi lidere sordu mu, bu yönde halkı gereği biçimde aydınlattı mı? Peki, son yaşamsal seçime giderken, dikkat ettik mi, AKP yandaşları varsa yoksa terör üzerinde yoğunlaştılar ve muhalefeti de yoğunlaştırdılar da medarı iftiharları olarak görülebilecek eserlerinden, altyapılardan bir cümle dahi etmediler, hatta seçim propagandalarında “Bütçeden bir kuruş dahi çıkmadı” gibi bir cümle kurmadılar. Almanların kıskandığı İstanbul Havalimanı, Çanakkale Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, binlerce km uzunluğundaki yollar siyasinin seçim vitrinine koyabileceği ürünler olduğu halde, bu “assets”lerin propaganda konuşmalarında gündeme getirilmemesi mağrur AKP ve yandaşlarından beklenebilecek tevazu olarak görülebilir mi? Tabii ki hayır! Peki, niçin tüm söz konusu iftihar abidelerinden bir kelime dahi edilmedi? Edilmedi çünkü bu konuların gündeme gelmesi durumunda, hani bütçeden bir kuruş dahi çıkmayacaktı gibi ipe sapa gelmez gerçek dışı ifadelerin nasıl bir aldatmaca olduğu tartışılıp anlaşılabilirdi. Bundan dolayı emperyalistler açısından AKP’nin iktidardan uzaklaşmaması gerekiyordu, ne garip ki bugün sızlanan halkımızın tercihi de aynı yönde tecelli etmiştir. Belki de halkımız dünyevi eziyetlere sabır ve tevekkülle yaklaşarak ebedi yaşamında huzura kavuşmuş olacaktır!  Aynı şekilde bir hazin tabloyu da AKP’nin halk üzerinde oynadığı bu oyunu muhalefetin etkili şekilde işleyememiş ve bozmaması oluşturmaktadır. Muhalefet, depremde yaşamını kaybeden vatandaşlarımızın hiç görmedikleri ve bir daha görmeyecekleri köprüler için verdikleri vergilerle katkı yapmış olduklarını dahi söyleyemedi. Kapsamlı bir emperyalist proje içinde yüzerken, ortada ne demokrasi ne muhalefet kalıyor hatta ne de hak-hukuk söylemleri geçerli olabiliyor.

            Son kertede dolaylı vergilerin hafifletilebileceği lafügüzafı sahne almış bulunmaktadır. Peki; cari açık için dış kaynağa, kamu açığı için de vergiye gereksinme had safhada iken, dolaylı vergileri hafifletip sermaye kazançları üzerine vergi salınabilir mi?  

            Nakde ihtiyaç had safhada iken, kur korumalı mevduat sultanları, yüksek kar sağlayan finans sektörü ağaları ve sair vurguncular tatlı rüyalarında uyandırılabilir mi? Para, kelebek gibidir, sevmek için dahi tutamazsınız, ufalanır-erir ya da kaçar.

            Diğer bir ihtimal olarak, avuçları kaşınan halk soygunculara taahhüt edilmiş borçları silinebilir ya da ertelenebilir mi? Asla!..

            Zira tüm bu olasılıkları, BAE veya başka ülkelerden ayaklarına halı serilerek davet edilen sermayeye açısından bir kez daha düşünmemiz gerekmez mi?  

            Şimdi, durum bu iken, şöyle bir geçmişteki davranışımızı, siyasi tercihimizi nasıl kullandığımızı bir gözden geçirelim. Kararımızı ve siyasi tercihimizi belirlerken neoliberal dönemin yap-işlet-devret ya da kamu-özel ortaklığı uygulamasının nasıl bir halk soygunu olduğunu, bu projelere soyunan iktidarların halklarını nasıl emperyalistlerin önüne yatırdığını düşünülmeli, emperyalist sermaye ile iş birliği içindeki iktidar ve yandaşlarına değil, bu konuda yazıp-çizen halk dostlarına kulak vermeli idik. Geliri bizden fersah fersah yüksek olan, emekçisinin dahi yıllık tatilini memleketimizin en lüks mekanında geçirebilen bir ülkenin Türkiye’yi kıskandığı yalanına bağlanmayıp, emperyalistlerle yaptığı iş birliğinin faturasını dahi ulusal paraya değil de dolarla bağlayan iktidarın kimin siyasi ajanı olduğunu düşünmeli ve anlamalı idik! Bu tren kaçmıştır. Belki yerel seçimler hatırına bazı göz boyayıcı işlemler yapılabilir. Aldanarak o treni de kaçırırsak artık hiçbir şeyden şikayet etmeye hakkımız olmaz, böyle bir şikayet kendi tercihimizin reddi anlamına gelir ki bu durumda Azizi Nesin’in savını ispatlamış oluruz.

Evrensel'i Takip Et