Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa…

Film afişi
Toplumların geçmişleriyle kurduğu ilişki, yalnızca içinde bulundukları anları değil olası geleceklerini de şekillendiriyor kuşkusuz. Bugünü inşa edenler, geçmişin algısını da belirliyorlar peşinen. Misal, bugünün Türkiye’sinde iktidarın 2002 öncesine dair yeni bir anlatı inşa etmesi. Çoğu zaman mizah malzemesi haline getirilse de kitaplardan, müfredattan çıkarılan eski tarih yerine dilde yeniden inşa edilen bir tarihin kuşaklar değiştikçe etkili olduğunu görmek zor değil.
Siyasal alanın sahiplerinin bir toplumun, ülkenin tarihini değiştirmek ve yeniden yazmaktan beklentileri var kuşkusuz. Tarihi eğip bükmek, örneğin “Bir gecede cahil kaldık” gibi söylemler kurmak, iktidarı boyunca bugünkü Türkiye’nin üç katı kadar toprak kaybedilmişken “Abdülhamid Han bir karış toprak kaybetmedi” diye buyurmak kuru bir övünç değil sadece. Yeni bir tarih, ona bağlı bambaşka bir ideoloji de inşa etmek aynı zamanda.
İşte ilk sezonunu izlediğimiz AppleTV+ dizisi “Silo” bu konular üzerine düşünmemizi istiyor asıl olarak. Tahıl silolarını andırdığı için adını oradan alan, yerin altına doğru 144 kat boyunca uzanan bir “kaçış mekanı”nda geçiyor hikayemiz. Bir biçimde uzun yıllar önce yeryüzündeki hayat son bulmuş, toprak çölleşmiş, hava zehirlenmiştir. Silo yöneticilerinin kimi törenlerde tekrarladığı: “Neden burada olduğumuzu bilmiyoruz. Silo’yu kimin yaptığını bilmiyoruz. Silo’nun dışındaki her şey neden böyle, bilmiyoruz. Ne zaman güvenle dışarı çıkabileceğimizi bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, o günün bugün olmadığı” sözlerindeki gibidir durum.
Silo, basit bir yapı aslında. 144 katlı bir bina düşünün. Her katta ayrı bir işlev, yerleşim var. Tabii ki herkes sınıfına uygun yerde konaklıyor. Bu yerleşkede elektrik var ama asansör yok örneğin. İnsanlar katlar arasında yürüyorlar. Hatta yolculuk sırasında mola vermek için oteller bile var. Bu bir muamma? Ama asıl muamma olan şey, Silo öncesi geçmişin tamamen unutturulmuş olması. Yalnızca bilgi olarak değil, alet edevat açısından da öyle. Yani nesneleri de unutturmuş bir rejimden bahsediyoruz. Satır aralarında Silo’nun ilk dönemlerinde çeşitli isyanların çıktığını hatta bir tanesinin neredeyse iktidarı devirmeye yaklaştığını da anlayabiliyoruz. On bin kadar insana ev sahipliği yapan Silo halkının onayıyla yürürlükte olan bir tür anayasa da var. Dolayısıyla bazı haklar söz konusu.
Amerikalı Yazar Hugh Howey’nin 2011’de kaleme aldığı “Wool” adlı bir kısa öyküsünün post-apokaliptik ve distopik dünyası okurun ilgisini çekince üç kitaplık bir seriye dönüşmüş anlatı. “Silo” ilk kitap. Dizinin ikinci sezon onayını da aldığını hatırlatarak devam edelim.
Dizinin ilk bölümde Silo’da düzeni sağlamakla görevli Şerif Holston Becker’la tanışıyoruz. Holston, insanların güvenliği için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan, buna rağmen sistemdeki bazı tuhaflıkların da farkında olan bir kanun adamı. Bilgi teknolojileri departmanında çalışan eşi yıllar önce geçmişe dair bilgiler öğrenmiş ve Silo’daki herkesin anayasal hakkı olan “temizlik hakkı”nı kullanmıştır. Bu eylem, ağır ceza alanlara uygulandığı gibi gönüllü olarak da hayata geçirilebiliyor. Dışarıya çıkma cezasına çarptırılan ya da gönüllü olan kişi, yeryüzüne çıkıp çorak topraklardan canlı yayın yapan kamerayı temizliyor. Ancak geri dönüş olmadığı için kısa süre içinde can çekişerek ölüyor. İşte Holston’un eşi Alison kendilerine yanlış söylendiğini düşünüp yıllar önce dışarı çıkmış ancak hayatını kaybetmiştir. Karısının şüphelerini araştıran Holston’un temizlik hakkını talep ettiği anda giriyoruz hikayeye. Ancak onun da akıbeti farklı olmuyor.
Tam da bu noktada, kendisinin yerine şerif olması için Juliette Nichols adlı bir mühendisi önermesiyle hikaye değişiyor. Juliette’nin şerif olması ve çok meseleyi araştırmasıyla “Silo”nun ‘derin güçleri’ de gerçek yüzünü gösteriyor. Bir dizi suikast ve küçük çaplı bir darbenin ardından Juliette de kendisini dışarı atılma tehlikesiyle yüz yüze buluyor.
Hem kitabın bir serinin parçası olması hem de dizi mantığı gereği birçok soru havada asılı kalıyor ve yeni sezona havale ediliyor kuşkusuz. Ancak “Silo” merak uyandıran sorular kadar tatmin edici cevaplar da veriyor kanımca. Her türlü baskıcı sistemin, kusursuz gibi işliyor görünen yapının doğru sorular karşısında tutunamayacağına dair iyi bir öngörüsü var yapımın. İnsanoğlunun ilk çağlardan geliştiren en büyük etmenlerden birisinin doğru soruları sorarak olduğu düşünülürse “Silo” biraz da cevaplar yerine doğru sorulara dair bir yapım. Ahmet Telli’nin “Belki Yine Gelirim” şiirindeki “Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa” dizesindeki gibi doğru sorular Silo’nun duvarlarını sarstı ilk sezonda. Ama yıkılıp yıkılmayacağını (en azından benim gibi kitapları okumayanlar) yeni sezonda göreceğiz!
Evrensel'i Takip Et