Onurun hakkı sanalda kaldı

Fotoğraf: AA
"Cesaret suçtan, onur otoriteden korkmaz."
Victor Hugo, Sefiller
İktidarı ele geçirdiğinden beri bu otorite işinde profesyonelleşti. Hukuksuzluğu usule, usulsüzlüğü hukuka dayandırmakta bir dünya markası oldu.
Baskıyı çeşitlendirdi, propaganda araçlarını çoğalttı, ayrıştırma politikasında zirveye ulaştı, topluma saldığı öfke ve nefretin adresini yönetmekte makas ustası oldu, tepki sönümlenmesinde itfaiye şefi, çelişki yaratırken bir ödüllü bir tasarımcı adeta.
Bizlerse 22 senede halk olmakta amatörleştik, akışına bırakıldığımızda tebaaya tabi olmak kaçınılmaz oldu.
Sosyal medyanın hızlı gelişimi, on yılda zirveye oturması sosyolojik-psikolojik etkileri ile ekmeklerine yağ sürdü.
Etkileşim; bilgi ve birikim gerektirmiyor. Hakikat bile bir koşul değil. Andy Warhol'un "Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacaktır." sözünün üzerinden 55 sene geçmiş. Şimdilerde kolay edinilen ün 15 dakikada da silinmiyor. Profesörlerin sözü bin kişiye ulaşırken elektrikli testere ile tereyağı kesip videoya çeken on milyonlara ulaşıp milyonlarca lira kazanabiliyor. Bilgiyi sefil bir yaşam beklerken bilgisizliğini en yüksek sesle bağırabilen konfora eriştikçe iyice zıvanadan çıkıyor.
Sosyal medya herkesin herkese had bildirmesine, ahkam kesmesine, tutarsızlığına, mantıksızlığına, sığlığına rağmen kendine taraftar bulabilmesine alan açıyor.
Harvard kadrosundan Dr. Donna Hicks'in
Dignity: Its Essential Role in Resolving Conflict kitabında geçiyor: “Meslektaşlarımızla veya sevdiklerimizle bir tartışma yaşadığımızda ve bilerek ya da bilmeyerek birbirimizin haysiyetini ihlal ettiğimizde, öteki kişinin gözlerinin içine bakıp şu sözleri söyleyebilecek miyiz? ‘Seni anlamak istiyorum. Seni dinlemek ve en az senin de benim hikayemi duymanı istediğim kadar, senin hikayeni duymak istiyorum. Sana; aramızdaki ilişkinin benim için en az haklı olma ihtiyacım kadar önemli olduğunu söyleyebilmek isterdim. Bir ulusun bunu, diğerine söyleyebildiğini düşünmek isterdim.’ Saygınlığını onurlandırmak, buna başlamak için bir yoldur.”
Artık sosyal medya ile tek bir ihtiyaç ön plana çıkıyor: Haklı olmak tutkusu. Yangını söndürmek değil, yangın çıkmasın diye uğraşmak değil, "Yangın çıkacak" cümlesini ilk kuran tutkuyla bekliyor yangını.
Oysa bazen haksız çıktığımızda hep birlikte kazanırız. Bize parmak sallayan değil dinlemek için kulağını dört açan biridir asıl ihtiyaç ve o kulak verebilen olmaktır asıl meziyet.
İnsanların içindeki kötülüğün önünde bir engeldi yüz yüze olmak. Birinin yüzüne ağır söz söylemek yürek ister, ardından konuşmak kolay. Yüzüne söyler tatminli, ardından konuşmak kolaycılığının adı sosyal medyada iletişim.
22 senelik cahilleştirme, eğitimsiz, bilgisiz bırakma, obskürantizm meyvelerini verdi. Bilmek önemli değil artık, interneti olan konuşuyor.
Medya senelerdir münazara tekniklerinden, tartışma etiğinden, sözün öneminden, bağlayıcılığından uzak programlar yayınlıyor. Sadece siyasette de değil, evlilik programları, sportif yarışma, yemek yarışmaları, diziler...
Bağıran, çağıran, ağlayan, çemkiren insanlar dolu ekranlarda, en patavatsızın, çıkarcının, çirkefin sonunda kazandığı işler izleyip duruyoruz.
Bir zamanlar misafirperverliğiyle ünlü memlekette, birbirinin yemeğine, evinin dekoruna, üzerine giydiğine en ağır hakaretlerin edildiği yarışmalar rating rekorları kırıyor.
Laf anlatmak değil laf sokmak meziyet olmuş.
İşte neticede 9 sezonda 400 bölümden fazla aynı karakteri oynamış ve başka da pek bir icraatı olmayan ama yüksek sesle "ba ba ba ba ba" diyebilen taş fırın erkeği Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün başına atanıyor. Ve demiyor: "Aman efenim, bu pozisyona layık, kuruma, mesleğe senelerini, ömrünü vermiş üstatlarımız varken, göreve benim atanmam yakışık almaz." Tıpkı milli güreşçinin "Diplomam bile yok, ben finanstan, ekonomiden ne anlarım, beni bankada bir vazifeye yazmayın" demediği gibi, "Benim henüz bir makalem bile yayınlanmadı, bu pozisyon için yetkin değilim" demeyen rektörler gibi. Onur, sessiz kalan bir mevhum değil.
Öte yandan sayısı git gidide azalan onurlu insanlar var her alanda. Onlar hakikati söyledikçe fatura önlerine geliyor. Soruşturma, yargılama, işsizlik, sürgün, tehdit...
İki takdir, üç alkışla gerisinde kendi kendine bırakılan bir mücadele. Onur da öyle bir şey ki azı çoğu yok. Ya vardır ya yok. Onurdan çark etmedikçe hayat kavgasının bordo berelisine dönüşüyor insan. “Vurun lan vurun, yine ölmedim” diye diye. Toplumun bir kesiminin kahramanı oluyor, toplum ona koruması olmayan bir kahraman kostümü dikiyor, uzaktan takdirleriyle. Aslansın sen, kaplansın, sana ne yaparlarsa yapsınlar yılmazsın, yenilmezsin, havlu atmazsın. Ama işte günün sonunda o cezaevi hücresinde yalnızsın. Günün ortasında ise hiçbir tepkiden muaf değilsin, tam tersine sınavın herkesinkinden ağır. Kahramandan biteviye kahramanlık bekliyor toplum. Değil mi ki bir kez gözünü karartmış, hakikat savunmuş, bedeline katlanmış, bundan sonra her tartışmanın en politik doğrucusu olmalı. Her tavrı her kesimi kapsamalı, her an dimdik durmalı, her konuda söz üretmeli, her eyleme katılmalı, her kavganın aynı anda bayrağını en önde tutmalı. İnsani hisleri kenara bıraksın, yaşamdan keyif almayı aklına getirmesin, hayallerini paketlesin kaldırsın, herkesin derdinin ardında o dursun. Yemesin, içmesin, sakın hiçbir alanda bir gram kazanan olmasın. Bir rakıya bile oturmasın, o da zamlandı, denize ayak sokmasın çünkü asgari ücretli tatil yapamadı, Akbelen'e gitmiş olabilir ama neden aynı anda Dikmece'de değildi? Oradan da öğleden sonra Çağlayan Adliyesi'ne ışınlanması gerekmez miydi? Çünkü o artık kaybedenlerin kavgasının temsilcisi, kaybettikçe kıymetlenecek. Kahraman kalmak için insanlıktan çıkmak gerek, perişan halde oradan oraya koşturmak onun işi. Bundan sonra halkımıza neden neredeydi ve neden nerede olamadı onun hesabını verecek. Mücadelesinin sınavcısı da evinin mutfağında gelişmeleri sosyal medyasından takip ederken sitemlerini bildirip çayından koca bir yudum çekip pijamasının lastiğini şöyle bir gevşetebilecek.
Bu çay hüpletmesi eşliğinde uzaktan takdirler, sessiz kalarak işine devam eden, durumu "ekmek parası" ile izah edebilen, çocuklar tarikat yurtlarında ölürken, köylü ormanından tekme tokat sürülürken, kadın katilleri salıverilirken, meslektaşları yargılanırken "aman tadımız kaçmasın" diye ortalarda yokmuş, haberi olmamış rolü yapan ama gün gelip de seçime üç kala ya da bir konuda milyonlar aynı anda ses çıkardığında, hanesine eksi yazmasın diye dört parmakla kalp yapınca ya da bir etiketi yazıp ya da iki satırda "böyle de olmaz ki canım" sertliğinde tweetler atınca onlara da nasip oldu.
Ne güzeldi böyle dökmeden taşımak değirmenin suyunu.
Peki adil mi?
Karadağlı'ya yüklenmek kolay oluyor, kendi taşlarını kendi döşedi, kırdığı potları, ettiği çarkları yazsan yol oluyor zaten. Orantısızlık; liyakatsizliği ifşa ederkenki şehvetimizle liyakatı dayatırkenki isteksizliğimiz arasında.
Biz kahramanlarımızın kavgasında onlara ilaç olamadık. Hakikati haykırırlarken yüzbinlerce alkıştık, bedelini öderlerken patlamadı avuçlarımız.
Bu bir halat yarışına döndü, iktidar halatın bir ucundan asılmakta mahirleşti, bizi ellerinin ip kesiği olmasından çekinenler, ipe nasıl yükleniliri anlatmaktan ipi tutmadığını fark edemeyenler batırdı.
Bir avuç insan en önde, elleri nasırlaşmış halde, tüm yük onlarda, iktidar tarafıyla tam yüz yüze, tam karşı karşıya.
Biz isimlerini bir Twitter etiketinde yalnız değildir ile yazıyoruz zaman zaman. Sonra halka cezaevi ziyareti yasak, mektup gönderimi olmuş 48 TL, mektup alışkanlığı zaten bitmiş çoktan.
Yeterince onurlandırıyor muyuz onurlu insanları?Baltasar Gracián "Karşısındakini onurlandıran herkes onurlandırılır. Kibarlık ve onur öyle erdemlerdir ki, kime dağıtırsanız dağıtın, yine de en çoğu sizde kalacaktır" diyeli 450 sene olmuş. 430 sene geçerliliğini koruyup şu an bizler için bu sözün boşa düşmesi zoruma gidiyor.
İktidar profesyonelleşti, dengesini bozup arafta bırakıyor toplumu.
Mesela en çok zammı içkiye yapıyor. İnatla içeceğim dersen o kazanıyor, "İçmiyorum ulan o zaman, vergim cebine girmesin" dersen yine o kazanıyor, yaşam şekline müdahaleyle.
Herkes çılgınca yoksullaşıyor, benzin zammına karşı çıkacaksın ama onca yoksulluk varken araban mı var senin? Dikkat çekme o zaman, elalem ekmek bulamıyor, sus otur.
Merdan Yanardağ'ı Öcalan yüzünden tutukluyor ki sen gazeteciyi savunurken doğru cümle kurmakta zorlanıp Öcalan savunur pozisyona düşmekten ve suç işlemekten korkasın, sesin gür çıkmasın.
Tecridi, hasta tutsakları Fethullahçılar üzerinden haberleştiriyor ki hak savunucusunu cemaat savunur duruma sokup suçlayabilsin.
Kavramlar atıyor ortaya ve jenerikleştiriyor. İktidar dili pelesenk oluyor dile, oradan açtığı yoldan yürüyor.
Mesela FETÖ diyor, Fethullah Terör Örgütü. Cemaat kelimesini çekti aradan cımbızla, diğer cemaatler kurtuldu oklardan. Rahatça devlet kadrolarına sızabilirler yeniden.
Faiz Lobisi diyor, dümdüz tercüme hatasından hedef yarattı, yurttaş faizin adından korkuyor, para her gün hiç oluyor. Foncular diyor. Devletin kurumları fonlarla ayakta kalıyor ama sinemasına, ekoloji projesine AB fonu alan terörize oluyor.
Biz de üretilmiş, uydurulmuş kavramlarla yani iktidar diliyle iktidara yanıt yetiştiriyoruz. O da sosyal medyadan. Meydanda olanlar; bildiğiniz gibi sayısı 5-10 bini geçmeyen kahramanlar.
Bazen diyorum ki Gezi Davası'nı on binler takip etseydi de tüm trafik duruşma yüzünden kilitlenseydi dava günlerinde, tutukluluk çıkmazdı belki.
Bir gazeteci tutuklandığında ülkenin 81 ilinde insanlar ellerinde gazete ile "Yazıyor yazıyor hukuksuzluğu yazanı tutukladılar, hala yazıyor" diye gezseydi, otobüslerde, metroda yüksek sesle gazetecinin haberlerini okusaydı, haberler misliyle yayılsaydı, hala gazeteciler tutuklanır mıydı? Bir doktor şiddete maruz kaldığında sağlık emekçileri tüm yurtta hizmeti durdursaydı her seferinde, böylelikle kalkan elin önünde önce diğer yurttaşlardan bir duvar olmaz mıydı kendiliğinden? İş cinayetlerinde şalterler inseydi de işverene bedeli misliyle olaydı ölümlerin, tedbirler artmaz mıydı?
Bazen diyorum ki "O da olmasa hiçbir şeyden haberimiz olmayacak" sandığımız sosyal medya olmayaydı gerçekten, öfkemizin debisi yatağından taşar mıydı?
Barış Pehlivan 8 aylığına yeniden cezaevine girecek. Her gün tweet atıyorum işte ben de #BarışınHakkı diye, binlerce insanla beraber.
Göz göre göre, dün kitap fuarlarında söyleşide, üç güne cezaevi.
İnsan aynada kendine bakınca, zoruna gidiyor.
Gitmiyor mu sizin de?
Evrensel'i Takip Et