Hal-i pür-melalimiz
Bu yaz da cehennem gibi. Cennete giden yolu bir türlü bulamadık. Sürekli çıkmaz sokaklara girip kafamızı duvara çarpıyoruz. Labirentte debelenen fareler misali çıkmaz sokaklara girip başımızı duvarlara çarptıkça hem sersemliyoruz hem de panikliyoruz. Panikledikçe de cehennemden çıkışın yollarını bulmaktan uzaklaşıyoruz. Maalesef.
Devlet Tiyatrolarının başına adını dahi anmak istemediğim maçoluk abidesi şahıs getirilmiş. Tiyatroya bir darbe de oradan. Bazılarımız tepkimizi tweet atarak gösteriyor. Hoş ben onu da yapmak istemedim. Ancak şu da bir gerçek ki, tweetler çıkmaz sokaklardan kurtulmamıza yetmiyor.
Depremde ailelerini kaybetmiş çocuklar tarikatların eline düşmüş. Gündemin en başında yer alması gereken bu iç yakıcı mesele “taze müdür” kadar meşgul etmiyor ajandamızı. İnkâr ve görmezden gelme ile mi üstesinden gelmeye çalışıyoruz, yoksa gerçekten duymuyor ve görmüyor muyuz, emin değilim. O çocukların ne halde olabileceği düşüncesi uykularımı kaçırıyor, ama bu halimin kimseye faydası yok. Biz bu duruma sessiz kalıp o çocuklara sahip çıkmadıkça depremde kaybettiklerimiz o binaların altında yeniden ve daha fazla eziliyor. Dünyayı başlarına bir de biz yıkıyoruz.
Kimimiz çözümü gitmekte buluyor. Doktorlar, akademisyenler, öğrenciler… Nitelikli göç prim yaparken ve yeni bir hayat kurma şansı varken gidiyorlar. Kurumlar çökmüş ve içinde çalışılıp üretim yapılabilecek yer neredeyse kalmamışken bırakıp gidiyorlar. Emeğin, bilimin değersizleştiği, liyakatin sözcük dağarcığımızdan çıktığı bir ortama arkalarını dönüp koşarak gidiyorlar.
Kalanlar ayakta kalma ve geçim derdinde. Bir iş bulmak zaten hayal gibi. Hadi buldun, aldığın üç kuruş maaşla oturulacak bir ev nasıl bulunacak, bulunsa bile kirası nasıl ödenecek? Çocuğun fahiş okul parası nasıl karşılanacak? Market ve pazar fiyatları ile nasıl baş edilecek? Arabanın her gün zam gelen benzinine, keyfi ek vergilerine, büyük Türk “icadı” muayenelerine nasıl yetişilecek? Hasta olsan ne doktor ve hastane parasına ne de ilaç parasına yetişebilirsin… Bir balyoz her gün kafamıza iniyor, ancak biz artık acısını bile hissedemez haldeyiz. Hislerimiz kaybolmuş, sersemletilmişiz. Adeta her gün yeni bir parçası kırılıp dökülen bir iskelet gibi hareket ediyoruz. Gidenlere laf edecek halimiz yok -ki ben teşvik ediyorum-, zaten bizimki de aktif değil, pasif bir kalış. Öyle bir işe yarar türden değil.
Şu ağustos sıcağında belki gidip serin bir suya girip kendimize geleceğiz, ama o da ne mümkün. Çok sevdiğim bir koy var Çeşme’de, şayet etrafımdaki insanları görmez ve duymazsam kendimi Maldivler tarafında falan hissediyorum o koyda denize girince. Koyu bir işletme tamamen kapatmış durumda. Havlunu da alıp gidemiyorsun. Bu yıl giriş ücreti 750 TL. Onunla kalsa iyi, bir de yeme içme meselesi var. Dışarıdan su bile götüremezsin. Tesisten kişi başı 1500 TL’den daha ucuza çıkma şansın yok. Web sayfasında “cennetten bir köşe” diyor. Hakikatten öyle de biz bu ülkede cehennemin kapılarını bir türlü kapatamadığımızdan cennet köşeleri bize hayal, cehennemde debelenip duruyoruz. Yunanistan’a özenip bir havlu hareketi başlatacağız ama onun için de kıyılarda bir yerlerde olmamız lazım, yoksa protestonun maliyeti de cep yakar. Çeşme’ye gidebilsem zaten tatil yapacağım . Aile yazlığı da yok maalesef, sınıfsal koordinatlar müsaade etmiyor .
Anlayacağınız bu ülkeden ne gidebildik ne de kalmamız bir işe yaradı. Sadece ayakta kalmaya çalışıyoruz. Onu da neden yaptığımızı pek bilmeden. 2023 Ağustos’u itibariyle hal-i pür-melalimiz işte bundan ibarettir.
Evrensel'i Takip Et