19 Ağustos 2023

Kritik günlerden geçiyoruz

Fotoğraf: Wikimedia commons

“Şu 1954 senesinde, Türkiye’de kime mürteci derler? Kime vatan haini derler? Kime inkılap düşmanı derler? Kime –şu bizim Türkiye’deki tabiriyle- Kemalizm prensiplerinin can düşmanı derler? Bunları anlamak lazım.

Şimdi benim kanaatime göre: Türkiye’deki en büyük mesele; yurt meselesidir, evimizin meselesidir. Evimizin bağımsızlığı meselesidir.

Bir defa, her şeyden evvel bizim kendi evimizde o evin sahibi gibi yaşamamızdır. Kim bizim eve hırsızı sokmuşsa ve kim bizim evde bizi bu hırsıza hizmetçi yapmışsa mürteci olan odur. Kemalizm prensiplerine düşman olan odur. Vatan haini olan odur!

Yani demek istiyorum ki, Arapça ezan okutmaya taraftardır. Bu adam mürteci midir, değil midir? Bu, bugünün meselesi değildir. Bugünün meselesi: Kim Türkiye’yi Amerikalılara satmış ve satmaya devam etmektedir? Kim Türkiye’nin milli sanayisini satmış ve satmaya devam etmektedir? Kim Türkiye köylü ve işçisini müstemleke kölesi haline getirmiş ve getirmekte devam etmektedir? İşte bunlar mürtecidir. Bunlar Kemalizm’i inkar etmişlerdir, bunlar vatan hainidir.

Bunların haricinde kalan insanlar, dini kanaatleri ne olursa olsun, hangi siyasi partiye mensup olurlarsa olsunlar; vatanını seven insanlardır.  Ve bugünün şartları içinde ileri Türk insanlarıdır.

Bu bakımdan yine tekrar ediyorum, Türkiye’deki insanlar vicdani kanaatleri ne olursa olsun, siyasi kanaatleri ne olursa olsun, hani partiye mensup bulunurlarsa bulunsunlar, eğer Türkiye’nin gerçek bağımsızlığından yanaysalar, yani daha açık konuşalım, eğer Türkiye’den Amerikan hakimiyetinin defolup gitmesinden yanaysalar, Türkiye’nin sanayisinin gelişmesinden yanaysalar, Türkiye’de hayatın ucuzlamasından yanaysalar, Türkiye’nin tarihinin eski şerefiyle devam etmesinden yanaysalar; yani Türk haysiyetini ve şerefini taşıyorlarsa ileri insanlardır, hangi kanaate mensup olurlarsa olsunlar.

Halkları mahvetmek kabil değildir. Teşekkül eden bir millet, yaşayan bir millet ölmez. Türk milleti de böyle. Türk milleti denilen bir millet, Türkiye halkı denilen bir halk. Bu halkın yok olması imkansızdır.

Ne demek istiyorum: Yani bugün yapılan terör şu veya bu partiye karşı değildir, şu veya bu sınıfa karşı değildir. Bugün yapılan terör, Türk milletine karşıdır ve Türk milletini imha etmek için, yok etmek için yapılan terördür.

Türk milleti yok olmaz. Binaenaleyh her şeye rağmen, Türk milleti yaşayacaktır. Ve her şeye rağmen, biz ikinci milli bağımsızlık savaşından muzaffer çıkacağız.”

İkinci Bağımsızlık Savaşı! Bir arkadaşın gönderisinden aldığım bu pasaj, 1954 yılında Nâzım Hikmet’in Budapeşte radyosunda yaptığı kısa konuşma metnidir. Bu metni buraya almamın sebebi, salt metnin tarihsel değeri değil fakat bundan 70 yıla yakın bir süre önce bugünü anlatmanın bizde sağlayabileceği bazı düşüncelerdir. Düşünüyorum da gerçek ülke ve halk tutkunlarının yıllardan beri dillerinden düşürmedikleri söylemlerin dikkate alınmayıp, son kertede bugünlerin acısına gark olmak nasıl bir akıl ve ahlakın eseridir! Köprüden önceki son çıkış seçimi bağlamında, lütfen elimizi bir kez olsun vicdanımıza koyalım da, seçimden önce söylenenlere, seçimde yansıttığımız siyasi tercihimize ve bugünkü sızlanışlarımıza bir bakalım. Seçimden önce tüm altyapıların, kullanılsın-kullanılmasın, bedelinin çok uluslu firmalara ödeneceği söylenmedi mi; yüksek kazanç sahiplerinin tasarruflarının kur korumalı mevduat hesabında bizlerden aktarılan kaynaklarla korunduğu bilinmiyor mu idi; ortadan kaybolan maliye bakanı döneminde Merkez Bankası kasasının boşaltıldığını sağır sultan dahi duymadı mı; faizinin haram olduğu naraları arasında finans kurumlarının karlarının tavan yaptığı bilinmiyor mu idi? Akla gelen, gelmeyen daha nice sorunlar ortada değil mi idi? En önemlisi, rahmetli Demirel’in de dediği gibi, kaynamayan tencere, önlenemeyen enflasyon iktidarı götürmez mi idi! Peki, ne oldu? Tencere kaynadı mı, enflasyon önlendi mi? Hayır, fakat tüm bunların sorumlusu iktidar yine işbaşında. Bu durumda, dayak atan da yiyen de mutlu demek değil midir; o zaman bugün niçin ve neyi bahane ederek sızlanıyoruz ki?  

Bu meseleyi böylece kapatamayız; bu sosyal hastalığın bir sebebinin olması gerektiğini düşünüp, bu konuda kafa yormalıyız, çünkü bu mesele bir kişilik meselesi değil, eritilmeye çalışılan bir ulus meselesidir. Kurtuluş savaşı hitama erip, anlaşmalar yapılırken, bu duruma fevkalade sinirlenen İngiliz siyasetçileri, düşenin yerden kum alıp hasmının gözüne atar misali, Türkiye’nin nasıl halledilebileceği konusunda kafa yormuş ve en etkili yolun ülke halklarını dinsel taassuba-gericiliğe sürüklemek ve bu yolla beyinleri mantarlaştırmak olduğu sonucuna varmışlardır. Bunun anlamı, dini felsefeden yoksun kılıp, salt şekle dönüştürmektir. Fakat iş bununla de bitmemektedir. İkinci aşamada, bu dokuyu istismar edecek, özüne yabancılaşmış halk yığınlarının tapma derecesinde bağlanabileceği tek-adam yönetiminin oluşturulması gerekiyordu. İngiltere’den küresel hegemonyayı devralan ABD, İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde tüm çevresel ekonomiler üzerinde habis planlarını uygularken, Türkiye’de yeşil kuşak ve komünizm mücadelelerinden bolca nasibini alarak bugünlere sürüklendi ve tabuta çakılan son çivi olarak da tek-adam rejimine mahkum edildi. Hayvanlar Çiftliği Yazarı George Orwell’e atfedilen, günümüz Türkiye’sini harika yansıtan, despotik yöneticilerin siyasi hakimiyetlerini pekiştirmek için ülke nüfus bileşimini göçmenlerle değiştirirler sözcüğünü doğrularcasına yaşadığımız nüfus yabancılaşması rastlantısal olmasa gerek. Belki daha da ileri giderek, muhalefet çevresinin anlaşılamaz davranışını da proje sürüklemesi adresine postalayabiliriz.

Günümüz koşullarında iktidarın ülkeyi sürüklediği durumdan çok, zaten o noktada amaç bellidir. Bu durumda muhalefetin uçuruma doğru bu hazin gidişi engelleme çabaları önde olmalıdır. Muhalefet, ekonomide, maliyede, yönetimde, hukuk alanında, eğitim alanında, medya alanında, sair ilgili alanlarda aktif komitelerle bol ve güvenilir kaynak toplayıp, her bir blok halkı ayrı ayrı bilgi bombardımanına tabi tutmalıdır. Yerel seçimler son ve yaşamsal hedeftir. Bu çivi çaktırmayalım, çakılmamalıdır!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Palavra çöktü

Palavra çöktü

Merkez Bankası, 2025 yıl sonu enflasyon tahminini, daha yılın ilk sunumunda yüzde 21'den yüzde 24'e yükseltti. Enflasyonu düşürme bahanesiyle 20 aydır ücret ve maaşlara saldıran ekonomi yönetiminin hiçbir öngörüsü gerçekleşmedi. Enflasyonun temel sebebinin iç talep ve ‘ücret artışları’ olduğu palavrası tamamen çöktü.

2025’te asgari ücrete yüzde 30 zam

Memur ve emeklilere yüzde 11.54 zam

İşçi emeklilerine yüzde 15.75 zam

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et