19 Ağustos 2023

Toplu sözleşme

Eski filozoflar toplumun birbirine eşit bireylerin kendi kişisel çıkarlarından feragat ederek herkesin eşit biçimde uymaya rıza gösterdikleri hukuki çerçevede oluştuğunu iddia etmişlerdi. Aksi taktirde düzensiz ve kaotik doğanın bir parçası olarak kalan insanlar arasında çatışmalar kaçınılmazdı. Bu hayali toplumun merkezinde devlet vardı. Herkes adına bu sözleşmeyi toplumla yapmış varsayılan, nüfusun iradesini temsil eden oydu. Ne var ki ne toplum eşit bireylerden oluşuyordu ne de devletin herkes adına sözleşmeyi koordine edebilecek ‘tarafsız’lığı. O filozofların toplumsal sözleşme teorisiyle karşıladığı sermaye düzeninin bütün devletleri, egemen sınıfın çıkarlarını gözetiyordu. Anlaşıldı ki devlet ticaretin, sermaye birikiminin, pazarın ve bölüşümün trafik polisiydi sadece.

Toplumsal sözleşmenin bireyleri burjuva erkeklerden oluşuyordu. İşçi sınıfı ve diğer yoksul halk kesimleri o toplumun üyesi olarak görülmüyorlardı. Feragat onlardan bekleniyor, kişisel çıkarlarını unutarak devlete tabi olmaları yine onlardan isteniyordu. Cinsel Sözleşme Kitabı’nın Yazarı Carole Pateman, sözleşme teorisyenlerinin cinsiyet ilişkilerini siyasi alan dışında, ‘doğa durumu’na mahsus gördükleri için kadınların doğuştan tabi statüde olduklarını yazar.

İşçi sınıfı, köylüler ve kadınların mücadeleleri karşısında bu dışlayıcı ve hayali masasından ezilenleri dışlayan toplumsal sözleşme idealinin vadettiği uyumlu bütünlük kısa zamanda parça parça oldu. İşçi sınıfı kolektif haklarını, bölüşümden payını ve yetki talebini elde edebilmek için toplu sözleşme olarak bilinen pazarlık ve mücadele masasını dünyanın birçok yerinde kurmaya başladı. Masanın bir yerinde patronlar veya temsilcileri olan devlet diğer yanında ise bireyler değil de ‘sınıf’ oturuyordu.

Bu masa, işçi sınıfının karşısında oturan kesimin, her zaman yıkmaya ve o eski bireyler toplamından oluşan imgesel düzene dönme isteğinin de işçi sınıfıyla çarpıştığı yerdir. Bu çatışma grev alanlarına, sokaklara, meydanlara kadar geniş bir masadır ayrıca.

Bugün dünyada ve Türkiye’de işçi sınıfının vaktiyle bu geniş masada kazandığı kolektif haklar fena halde budanmış durumda. Türkiye’de sendikalı işçi sayısı oldukça azaldı. Devlet baskıları, patron düzenbazlığı, sendikal bürokrasi, medya ve siyasetçilerin çullandığı örgütlü birlik epey yara aldı.

Asgari ücreti belirlemek için devletle masaya oturmadan önce yağıp gürleyen ama masada boyun eğen Türkiye’nin en büyük sendika konfederasyonunun başkanı ücret açıklandığında masaya bile alınmayabiliyor artık. Hakkın patron düzeninde bir lütfa dönüşmesi için sendika bürokrasisinin büyük rolü vardır. 

Kamu emekçilerinin sözleşme dönemini yaşadığımız şu günlerde devlet, teklifini emekçilerin birkaç sendikaya bölündüğü şimdilerde kendisine en yakın sendikaya götürüyor; emekçilerin yarısı muhatap bile alınmıyor. İktidar kendi istatistik kurumunun ölçtüğü enflasyonun altında, yoksulluk sınırına ulaşmayan ücretleri kısabildikçe kısmaya çalışıyor. İşçi sınıfı ise fabrika fabrika direnerek, mücadele ederek koparabildiğini koparmaya çalışıyor.

Son günlerde maliye bakanı memleketin yakın geleceğine dair pembe tablolar çizse de iktidar sözcüleri iki yıl içinde bu kara günlerin biteceğini vadederek talepleri beklemeye almaya çalışsa da sözleşmesi gelenlerle ek zam isteyenlerin sesi yükseliyor. Duyduğumuz sadece zam zam zam feryadı değil. Aynı zamanda en zenginler biraz daha zenginleşsinler diye vergi üstüne vergi yığılan emekçiler servet vergisi talep ediyorlar. Dolaylı vergilerin, yandaş ve yandaş olmayan tekellerin borcu harcı ödensin diye yağmalanan işsizlik fonunun, deprem fonunun hesabını da soruyorlar. Bu, bunalımın yükünü biz taşımak istemiyoruz demek.

Her işçi ve emekçi sadece kendisi ve ailesi için değil bölüşüm sürecinden bir lokma bir hırkayla dışlanmışların hakkını arıyor. Şireci tekstil işçilerinin kazanımından, 2022 mücadelelerinden, Akbelen direnişinden ve diğerlerinden güç alıp güç veriyorlar.

İçinde yaşadığımız düzende demokratik kazanımların erozyonu; bölüşümden tekellerin aldığı payın genişlemesi ve bununla ilişkili olarak yoksul sınıfların ise el koyulan artı değerinin büyümesiyle doğru orantılı. Toplu sözleşmelerdeki her başarı, her zafer bir sınıf kazancıdır bu bakımdan. Sadece daha az sömürülmek için değil, yaşamın nimetlerinden daha çok yararlanabilmek için bir basamak.  

Emekçilerle teker teker sözleşme yapabilmek için bin takla atan, bölen, kutuplaştıran bir yönetim pratiğinin karşısında her kazanç, herkesin asgari ücretle açlığa ve toplumsal zenginliklerden dışlanmaya mahkum edildiği toplumun kolektif haklarını savunmak anlamına geliyor.

Aralarındaki ‘hep bana’ rekabetinin halka her gün orman kanunlarını dayattığı sistem her şeye rağmen sınıf realitesini hesap dışı bırakamadı. Öyle görünüyor ki sendika bürokrasiyle birlikte kurulan dikta, bu düzenin kurucu sözleşme felsefesini son günlerde de birleşe birleşe, her işçi ve kamu emekçisi eylemiyle kolektif pazarlık içinde tekrar tekrar dağıtıyor. Gücü yettiğince.  

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et