Umutsuzluk, kaygı ve mücadele
Fotoğraf: Erdem Ayçiçek/Evrensel
İktidarın yirmi yılı geçen süre boyunca uyguladığı ayrımcı, baskıcı, ‘hak-hukuk-yasa, Anayasa tanımaz’ tutumu, kendi sermayesini ve sermayedarını büyütmeye hizmet eden yağma-talan ekonomisi, yığınsal istismarın etkili bir silahı olarak kullandığı dini ve milliyetçi politikanın bir karşıtlık olarak püskürtücü etkinlikte muhalif direnç görmemesi/görememesinin neden olduğu kazanamama ruh hali ve umutsuzluğun etki alanını genişlettiğini gösterir bir hayli veri var. Sadece gençlerde değil toplumsal gelişmelere bilimsel ve akli açıklamalar getiren bilim insanlarıyla ilerici-devrimci aydınlar arasında da ülkeden kaçış eğiliminin devam etmesi göstergelerden sadece biridir. Bireysel düşünüş ve davranışlar üzerinde tahrip edici etkide bulunan iktisadi açmazlar ve temel gereksinimlerin karşılanmasında içine düşülen çaresizlik, bıkkınlık ve yorgunluğun önemli nedenidir.
Burjuva muhalefetin seçim kaybı ve Erdoğan’ın yeniden koltuğa oturarak sistemini takviye ile devri iktidarını sürdürecek hamlelerine yenilerini eklemesi, burjuva muhalefetten beklenti içindeki kesimler başta olmak üzere iktidarın politikalarına karşı olan emekçi kesimlerinde karamsarlığı besleyici rol oynadı.
Dinin toplumsal yaşamdaki etkisini güçlendirerek toplumu tekelci gericiliğin ve sermaye çakallarının çıkar mengenesine alma aracı olarak kullanılmasında ciddi bir mesafe kat eden iktidarın, çok katmanlı-çok boyutlu dönüştürücü politikalarla üç-dört yaşındaki çocuklardan başlayarak sürdürdüğü dincileştirme ve milliyetçi yargıların sarmalına alma çalışmasının etkisi semtlerde, fabrikalarda, okullarda ve evlerde daha fazla hissedilmeye başlanması bu kötümserliği artırdı. Muhalif ilerici aydınların, Kürt mücadelesinde öne çıkmış politikacıların, eleştirel bir yayıncılık sürdürmeye çalışan gazeteci ve televizyoncuların zindanlara doldurulması ve buna karşı güçlü protestoların ortaya çıkmaması, “olmuyor-olamıyor” yaklaşımı ve algısına güç verdi.
Bireysel-grupsal aktüel düşünüş ve davranışların bu etkenlerine başkaca eklenecek birçok unsur sayılabilir. Ancak asıl önemli etkenin toplumsal ilişkilerin değişiminde, sınıf farklılıklarının yarattığı çıkar çatışmasının belirleyici işlevinin kendini geniş kesimlere hissettirecek şekilde bu dönemde görünür olmaması olduğu da bir bir gerçektir. Aynı nedenledir ki Erdoğan yönetimi ekonomik sorunların giderek ağırlaştığı; tüketim maddeleri fiyatlarıyla enflasyonun yükselmeye devam ettiği; yoksulluk sınırının 40 bin lira sınırına dayandığı, 8 milyona yakın işsizin bulunduğu, milyonlarca işçinin asgari ücret-ve altındaki bir ücretle çalıştığı, hizmetler sektörü olarak adlandırılan kesimde çalışan milyonlarca kişinin işçileşme sürecinde olduğu; emeklilerin ‘zar ağladığı’ koşullarda ‘işi idare edebilmekte’dir! Farklı politik partiler etrafında kümelenmiş ve bölünmüş, çoğunluğu sendikasız ve örgütsüz, sendikalı olan azınlık kesimi burjuva sendikal akımlarca sisteme bağlı tutulan emekçi kitlelerinin karşıtlar gibi birbirlerini suçlayarak bölünük durmaları iktidarın işini kolaylaştırmakta, idare etmesine olanak sunmaktadır.
Ancak bu durumun dönemsel ve geçici olduğu da bir gerçektir. Mücadele ve direniş eksik değildir. Eksik olan devrimci muhalefetin yığınsal geniş ve etkili eylemlere dönüşmesi; grev, direniş ve protestoların, ekonomik-sosyal saldırılardan ve politik baskı ve yasaklardan etkilenen tüm işçi ve emekçilerin ilerici-devrimci aydınları, örgüt ve partileri kapsayarak genişlemesidir. Bu ise her koşulda, pürüzsüz bir eğik düzlemde ilerledikçe büyüyen ve hız kazanan bir fiziki unsur olarak düşünülemez ve benzer şekilde gerçekleşmez. Nitekim birçok kentte ve birçok iş yerinde, birbirlerinden kopuk ve lokal düzeyde kalma gibi bir sorunla malul olsada çok sayıda işçi-emekçi eylemi, bu, umutsuzluk ve gelecek kaygısının denebilirse “zirve yaptığı” koşullarda gerçekleşebilmektedir. Antep, İzmir, Gebze, İstanbul ve Dersim gibi sanayi kenti olmayan “taşra kentleri”nde de emekçi direnişleri ortaya çıkmaktadır. Ancak kitlelerin önemlice bir kesiminin henüz ya mücadeleyi göze alamadığı ya da Erdoğan yönetiminden beklentilerinin devam etmekte olduğu da bir veridir.
“Tek adam yönetimi”nin iktidar “külliyesi”nin oligarşik karakteri, tekelci sermayede pay sahibi olması ve tekellerin çıkarına işlemesi; baştan aşağı örgütlenmiş bir ağ şeklinde şiddet-yönetim aygıtıyla ülkenin ana zenginlik kaynaklarını, arazilerini, koyları ve limanlarını, enerji üretim tesislerini denetimine alması; eğitim-sağlık-konutlar alanındaki hakim konumu, basitçe bir üst kesim-üst tabaka ayrıcalığıyla sınırlı değildir. Ellerine tutuşturulan, yararlandırılan, ayrıcalıklı kılınan ve bu konum ve olanaklarını kaybetmek istemeyen milyonlarca insan bu iktidarın devamında kendi geleceğini görmekte-tasavvur etmektedir. Önemli bir kısmının edindiği olanakların geçici olmasını gösterir gelişmeler kaçınılmaz olarak devam etmektedir. Çalışma ve yaşam koşullarının kötüleşmesi, destekçi kesimlerin bir bölümünde de çelişkiye düşmeye yol açmakta; henüz zayıf bir eğilim olmakla birlikte etki altında ve aldatılmış olanların saflarında da tereddütler yaşanmaktadır.
Bu durum ileri işçi ve emekçilerin konumundan kitlelerin geniş kesimlerine yönelik uyarıcı-uyandırıcı-örgütleyici ve mücadele saflarında birleştirici çalışmanın daha etkin tarzda sürdürülmesini gerektirmektedir. Bu çalışma güç kazandıkça -ki çelişkiler yumuşamamaktadır- umutsuzluğu ve bıkkınlığa; kaçış eğilimine yol açan durum, en azından düşünüş-davranış bazında değişim gösterecektir. Bu da burjuva tekelci iktidarın halk kitlelerinin örgütsüz durumu ve umut kırıklığından yararlanarak sürdürdüğü yıkıma karşı direncin yeni bir yükselişine hizmet eder. Zamların durdurulması, ücret ve maaşların yoksulluk sınırına çıkarılması, temel tüketim maddelerinde uygulanan dolaylı vergilerin kaldırılması, sermaye ve servet sahibi zenginlerden daha çok vergi alınması, iş güvencesi, kayıt dışı çalışmanın yasaklanması, herkes için parasız sağlık ve eğitim, sendikal ve politik örgütlenme önündeki engellerin tümüyle kaldırılması, emekçi basınına, devrimci siyasal örgütlere ve Kürtlere yönelik baskıların son bulması, demokratik siyasal özgürlüklerin elde edilmesi, savaşçı politikalara son verilmesi ve savaş organizasyonlarından çıkılması gibi aktüel ekonomik-sosyal ve politik talepler hareket noktasını oluşturuyor.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40