Meğer tek eksiğimiz Atatürkçülükmüş! -2
Disney+ tarafından yayınlanan Atatürk dizisi fragmanından alınmıştır.
Yazının birinci bölümünde Fatih Yaşlı’nın “Atatürkçüler ile sosyalistlerin büyümelerinin koşullarından birinin siyaset sahnesinde birlikte var olmalarına” bağlaması eleştirilmiş, bu yaklaşımın bir burjuva hareketi olan Kemalizm’in/Atatürkçülüğün sınıflar üstü bir siyaset gibi ele alınmasından ve kendisine sahip olmadığı devrimci vasıfların yüklenmesinden kaynaklandığına işaret edilmişti. Yaşlı, bu yaklaşımın bir sonucu olarak Atatürkçüler ile sosyalistlerin “bağımsızlık, yurtseverlik, kamuculuk, halkçılık, laiklik gibi başlıklarda birbirleriyle ortaklaşabildiklerini” iddia ediyor ve sosyalist solun görevini ise “Sınıf mücadelesi ile laiklik mücadelesini bir araya getirmek” biçiminde tarif ediyordu.
Peki, gerçekten bağımsızlık, yurtseverlik, kamuculuk, halkçılık, laiklik gibi konularda Atatürkçüler ile sosyalistlerin ortaklaşabilmesi mümkün müdür?
Atatürkçülük ile sosyalizmi uzlaştırmaya çalışan YÖN’cüler, Türkiye’de kapitalizmin gelişmediği tespiti üzerinden “Kapitalist olmayan yoldan kalkınma” ile bağımsızlığın sağlanabileceği tezini savunuyordu. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluşu sürecinde Türk burjuvazisinin ucu emperyalistlerle uzlaşmaya açık cılız antiemperyalizmi dışında acaba Atatürkçülük sınıflar üstü “bağımsızlıkçı” vasıflara mı sahiptir?
Bugün artık YÖN’cüler gibi Türkiye’de kapitalizmin gelişmediğini iddia etmeyeceksek tekelci Türk burjuvazisinin bir eğilimini temsil eden Atatürkçüler ile sosyalistler (burjuvazi ile işçi sınıfı) nasıl bir bağımsızlık politikasında ortaklaşabileceklerdir?
Şu iki şey birbirine karıştırılmamalıdır: Bugün mesela Atatürkçü burjuva kesimlerin en azından bir bölümü NATO’dan çıkmayı savunabilir (Avrasyacılar gibi) ve evet bu, sosyalistlerin de talebidir. Ancak kimi sınırlı taleplerde farklı nedenlerle ortaya konan bu tutumlar üzerinden bağımsızlık politikasının ortaklaşması sonucu çıkmaz, çıkartılamaz.
Bağımsızlık sorununa yaklaşımın bir devamı olarak kendi yurtseverliğini Kürt ulusunu ezme ve ulusal varlığını yok sayma (Kürdistan pazarına egemen olma) üzerine kurmuş olan Atatürkçülük ile sosyalistlerin yurtseverliği ortaklaşabilir mi? Ulusların hak eşitliği üzerine kurulu olmayan bir yurtseverlik sosyalistlerin yurtseverliği olabilir mi?
Ancak Yaşlı ve onunla aynı görüşü savunan dostlarımız, Kürt sorununu bugünün sorunu olarak görmedikleri, daha doğrusu çözümünü sosyalizme havale ettikleri için olsa gerek yurtseverlik konusunda Atatürkçüler ile ortaklaşmanın mümkün olduğunu düşünüyorlar.
Kemalizm’in temel ilkelerinden halkçılık, “Türk halkı”nın ‘sınıfsız-zümresiz kaynaşmış bir kitle’ olduğu ve Kemalist iktidarın/devletin bütün halkın çıkarlarını gözettiği iddiasına dayanır. Eğer bugün artık sınıfların olmadığını iddia etmeyeceksek Atatürkçülükle hangi temelde bir halkçılık politikasında birleşebiliriz? Sosyalistler, sınıf çelişkisinin üstünü örtme amacını taşıyan bir ilkede Atatürkçülerle ortaklaşabilir mi?
Atatürkçüler için kamuculuk, ‘devletçilik’ ilkesinde ifadesini bulmaktadır. Eğer Atatürkçüler işçi sınıfı ideolojisini benimsemiyor ve sosyalizmi hedeflemiyorsa-ki, öyledir-onlarla hangi temelde bir ‘kamuculuk’ üzerinde ortaklaşmak mümkün olacaktır? Kapitalist mülkiyet değişmiyorsa “özel teşebbüs” ile “kolektif kapitalist” olan devlet işletmeciliği arasında tercih yapmak sosyalistlerin işi midir?
Burada da Yaşlı iki şeyi birbirine karıştırmış gibi görünüyor.
Neoliberal saldırganlığın bir biçimi olarak özelleştirme politikalarına karşı çıkmak ile devlet kapitalizmini savunmakla aynı anlama gelen “kamuculuk” farklı şeylerdir. Atatürkçüler ve bu arada Atatürkçülük ile sosyalizmi uzlaştırmaya çalışan YÖN’cüler, devleti sınıflar üstü bir güç olarak konumlandırdıkları için onlar devlet kapitalizmini savunmaktan başka bir anlama gelmeyen kamuculuğu halkçı bir politika olarak sahiplendiler.
Sosyalistler için özelleştirmeye karşı mücadele; işten atmalara, işçi sınıfının örgütsüzleştirilmesine ve eğitim, sağlık gibi daha özel biçimde ele alınası gereken hizmet alanlarının ticarileştirilmesine karşı işçi sınıfı ve halkın mücadele ve bilincini geliştirmeye dayanan bir politika olarak savunuldu ve savunuluyor. Ancak bundan sosyalistlerin devlet kapitalizmini/kamulaştırmayı “çözüm” olarak sunmaları/savunmaları sonucu çıkartılamaz. Böylesi bir yaklaşım, ancak devleti sınıflar üstü bir “yapı” olarak görenlerin sınıf mücadelesini bulanıklaştırmasına, işçi sınıfının mücadele ve hedeflerinin çarpıtılmasına hizmet eder.
Dile getirilen ortaklaşma alanları arasında laiklik en temel ortaklaşma noktası olarak öne çıkıyor ve dahası Yaşlı, laisizmi sosyalistler için sınıf mücadelesine koşut bir mücadele alanı olarak tanımlıyor.
Oysa bugün laiklikle ilgili sınırlı kazanımları korumak için Atatürkçüler ve diğer kesimlerle birlikte mücadele etmek ile onlarla laisizm konusunda ortaklaşmak farklı şeylerdir. Çünkü sosyalistlerle Atatürkçülerin laiklik sorununa yaklaşımı aynı değildir.
Kemalistler, Cumhuriyet’in kuruluşu sürecinde dini bir karakter taşıyan Osmanlı feodal devletinin üst yapıdaki kurumlarıyla (saray ve halifelikle) Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde mücadele ettiler. Ancak laikliğin toplumsal temellerini yaratmak üzere feodalizmin tasfiyesini sağlayacak bir toprak devrimine de yönelmediler. Laikliğin toplumsal temellerini yaratacak bir dönüşüm için gerekli adımların atılmaması, dinin kontrol altında tutulması için devlete bağlı Diyanet İşleri Başkanlığının kurulması gibi çarpık bir laiklik anlayışını ortaya çıkardı. Bu çarpıklığın bir sonucu olarak, İkinci Emperyalist Dünya Savaşı’ndan sonra dinci örgütlenmelere ilk tavizlerin yine İnönü ve M. Kemal’in mücadele arkadaşlarının başında yer aldığı CHP tarafından verilmesi de rastlantı değildi. Dünyada ortaya çıkan dengelere bağlı olarak “komünizme karşı din kartı” sahneye sürülmüş; “imam hatip kursları” açılarak seçmeli din dersi müfredata eklenmişti-ki son seçimlerde CHP Lideri Kılıçdaroğlu istismarcı bir anlayışla dinci kesimlerin oylarını alabilmek amacıyla sık sık ilk imam hatiplerin CHP tarafından açıldığı propagandasını yaptı.
Dini denetim altında tutmak amacıyla kurulan diyanet işleri başkanlığının bugün adeta bir şeyhülislamlık haline gelmesi, Atatürkçü laikliğin çarpıklığından ve onun yol açtığı sonuçlardan bağımsız ele alınamaz.
Son olarak Fatih Yaşlı arkadaşımızın laikliği sosyalistler için sınıf mücadelesine koşut bir mücadele alanı olarak öne sürmesinin Kemalistlerin toplumsal temellerini oluşturmak için gerekli adımları atmadan laikliği savunmalarına benzediğini vurgulamak gerekiyor.
Dinin devletten ayrılması, devlete bağlı bütün dini kurum ve örgütlenmelerin tasfiye edilmesi, devletin bütün din ve inançlar karşısında yansızlığı ve inanma-inanmama özgürlüğü temelinde bir laisizmin işçi sınıfı partisinin, sosyalist partilerin programının önemli başlıklarından biri olduğu kuşku götürmezdir. Ancak bugün laiklik için mücadeleyi sınıf mücadelesine koşut bir mücadele alanı olarak öne sürmek aslında dinin, tarikatların etkisi altındaki milyonlarca işçi-emekçinin daha en başından kaybedilmesi anlamına gelir. Çünkü dinin etkisi altındaki işçi-emekçiler kapitalizmle temel çelişkileri üzerinden sınıf mücadelesine kazanılmadan din ve hurafelerin etkisinden kurtulamazlar ve bu süreçte laikliği, sınıf mücadelesine koşut bir mücadele olarak dayatmak, onları kazanmayı zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Lenin, Engels’in soruna yaklaşımını açıklarken aynı zamanda Marksistlerin tutumunu da özetliyordu: “Engels Blanquistleri, sadece işçi kitlelerinin sınıf mücadelesinin, proletaryanın en geniş katmanlarını çok yönlü bir şekilde sınıf bilinçli ve devrimci bir toplumsal pratiğin içine çekerek, ezilen kitleleri gerçekten dinin boyunduruğundan kurtaracak durumda olduğunu, buna karşılık dine karşı savaşı işçi partisinin politik görevi ilan etmenin anarşist bir lafazanlık olduğunu anlayacak durumda olmamakla suçlar.” 1
Bugün sosyalist solun da bu ülkenin işçi-emekçilerinin ihtiyacı Atatürkçülük değil, sınıf mücadelesinin doğru bir zeminde ele alınıp büyütülmesi ve buna hizmet etmek üzere halkın acil sorunları etrafında öncelikle kendi aralarındaki mücadele birlikteliklerini sağlamalarıdır.
1- Lenin, Din Üzerine. İnter Yayınları, s14-15. Ayrıca bu konuda daha ayrıntılı bir tartışma için Teori ve Eylem Dergisinin 58. sayısındaki “Laiklik-Din-Siyaset” dosyasına bakılabilir.
- HTŞ yönetimi ve Suriye'nin etnik-dinsel fay hattı 27 Aralık 2024 05:25
- Suriye ve yeni Osmanlıcılık 24 Aralık 2024 05:00
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30
- Yeni Suriye kurtlar sofrasında! 17 Aralık 2024 05:00
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00