29 Ağustos 2023 04:55

BRICS’in genişlemesi ve çok kutupluluk!

BRICS Zirvesi

Fotoğraf: İran Cumhurbaşkanlığı

Paylaş

BRICS’in Güney Afrika zirvesinde genişleme kararı alarak 6 ülkenin başvurusunu kabul etmesi ve bunun yol açacağı sonuçlar üzerine tartışmalar devam ediyor. Yapılan değerlendirmelerde bu kararın “ABD hegemonyasına bir meydan okuma” ve “çok kutupluluk yönünde tarihi bir adım” olduğu görüşleri öne çıkıyor. Bir tarafta Çin ve Rusya’nın başını çektiği bu “meydan okuma”dan totaliter rejimlerin güç kazandığını söyleyip ‘kaygılananlar’ ve öte tarafta “çok kutupluluğun” dünya halkları lehine yeni bir dönemin habercisi olduğunu söyleyip bunu ‘selamlayanlar’ bulunuyor.

Peki, bu gelişmeleri emek cephesinden nasıl okumak gerekiyor?

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu BRICS, 1 Ocak 2024’ten itibaren S. Arabistan, İran, Mısır, Arjantin, BAE ve Etiyopya’yı üyeliğe kabul ederek şimdilik 11 üyeli bir birlik haline geldi. Böylece 11 üyeli BRICS, dünya nüfusunun yarıya yakınının yaşadığı, dünya üzerindeki enerji kaynaklarının yaklaşık yüzde 50’sine sahip ve dünya ekonomisindeki payı yüzde 30’ları bulan bir birlik konumuna yükseldi. Sırada birliğe resmi üyelik başvurusunda bulunan 22 ülke daha bulunuyor.

BRICS, hedefini üyeleri arasında jeopolitik ve ekonomik ilişkileri geliştirmek biçiminde açıklayıp bu amaçla 2014’te Yeni Kalkınma Bankasını oluşturmuş olsa da üyeleri arasında rekabet ve anlaşmazlıkların görünür olduğu (özellikle Çin ve Hindistan) görece ‘gevşek’ bir birlik olarak değerlendirilebilir. Ancak buna rağmen birliğin genişleme kararının Rusya ve Çin’in, ABD ve Batılı emperyalistlere karşı sürdürdüğü egemenlik mücadelesinin bir sonucu olduğu da tartışma götürmezdir. Dahası önümüzdeki dönemde birliğin yapısı ve üye ülkelerin pozisyonu da bu mücadeleden kaçınılmaz bir biçimde etkilenecektir.

Özellikle Rusya’nın Ukrayna saldırısının yarattığı tepkiyi de fırsata çevirmeye çalışan ABD ve AB içindeki Batılı emperyalistler, bu gelişmeleri “totaliter güçlerin yükselişi” olarak propaganda ediyor ve bu “tehdit” karşısında “demokrasiyi savunmak” adına emperyalist bir savaş örgütü olan NATO’nun genişlemesini, daha çok silahlanmayı ve kendi ülkelerinde de gerici yasa ve uygulamaları gündeme getiriyorlar. Ayrıca Tayvan gerilimi üzerinden Çin de çatışmaların içine çekilerek ‘erken’ bir hesaplaşmaya zorlanmaya çalışılıyor.

Açıktır ki daha çok silahlanan, gerilim tırmandıran ve kendi içlerinde gerici yasa ve uygulamalara daha çok sarılan Batılı emperyalistlerin derdi “demokrasiyi savunmak” değil, dünya üzerindeki hegemonyalarını korumak, rakip emperyalistlerin ilerleyişini durdurmaktır.

Öte yandan Çin ve Rusya’nın yükselişiyle “çok kutuplu adil bir dünya düzeni”nin kurulacağı yönündeki propagandanın da Batılı emperyalistlere tepki duyan dünya halkları ve işçi sınıfının umut ve beklentilerini istismar etmeye yönelik politika olduğunu peşinen belirtmek gerekiyor.

Her şeyden önce SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun yıkılmasından sonra yapılan ABD merkezli “tek kutuplu dünya düzeni” propagandasına rağmen dünya tek kutuplu değildi. Aksine bu kez SSCB’nin yıkılmasından sonra doğan boşluğu doldurmak (Doğu Avrupa, Kafkasya ve Hazar havzasındaki enerji kaynaklarını paylaşmak) için emperyalistler arasında bir rekabet başlamıştı.

Putin’in Şanghay İşbirliği Örgütünün (ŞİÖ) 2007’deki Bişkek zirvesinde yaptığı “Tek kutuplu dünya kabul edilemez” açıklaması, çoğu zaman yanlış şekilde “tek kutuplu dünyaya itiraz” olarak değerlendirilir. Oysa bu açıklama 2000’li yılların başında yeniden toparlanmaya başlayan Rusya ve ekonomik olarak ABD ile boy ölçüşmeye başlayan Çin’de ifadesini bulan bir meydan okumaydı. Yani Putin’in açıklaması aslında tek kutupluluğa bir itiraz değil, emperyalist güçler arasında ABD’nin lehine olan dengenin değişmeye başladığının, rakip emperyalistlerin en büyük emperyalist güç olan ABD’ye meydan okuyacak bir pozisyona geçtiğinin ve dolayısıyla emperyalistler arasındaki rekabetin giderek daha kızışacağının habercisiydi-ki bugünkü gelişmeler de bunu doğruluyor.

Ancak buna rağmen kendilerini emekten yana tanımlayan ve emperyalizme karşı halkların çıkarlarını savunma adına politika yapan siyasi çevrelerin bir kısmında Rusya ve Çin konusunda bir kafa karışıklığı bulunuyor. Rusya ve Çin’in inşa ettikleri “çok kutuplu düzen” ile “Dünyanın ezilen halklar ve emekçiler için daha adil hale geleceği” yönlü analizler yapılıyor. Mesela Cumhuriyet Yazarı Mehmet Ali Güller, 7 Ağustos tarihli yazısında Rus paramiliter savaş örgütü Wagner tarafından desteklenen Nijer darbesini “yeni sömürgeciliğe karşı bir darbe” olarak selamlıyor, yine bir başka yazısında (12 Haziran) “Çok kutupluluğun ABD’yi dizginleyip Ortadoğu’yu olumlu yönde dönüştürdüğü”nü savunuyordu.

Bilindiği gibi, Çin 2013’te başlattığı ‘Kuşak ve Yol Projesi’ ile Asya, Latin Amerika, Doğu ve Güney Avrupa ve Afrika’da onlarca ülkede 1 trilyon doları bulan yatırım yapmayı planlıyor. “Çok kutupluluk” savunusu yapan çevreler, Çin’in yapacağı yatırım ve vereceği krediler karşılığında ucuz maden ve enerji kaynakları elde etme politikasını, başka bir deyişle emperyalist-kapitalist pazarda kendi güç ve egemenliğini arttırmaya yönelik hamlelerini “ezilen/sömürülen halkları kurtarmaya yönelik bir hizmet” gibi göstermeye çalışıyorlar. Bazıları ise daha ileri giderek Çin’in emperyalist kapitalist sistem içindeki rekabetini aslında sosyalizmi inşa etmek için sürdürdüğüne inanmamızı istiyorlar!

Zaten Putin de emperyalist emelleri için değil, yeni sömürgeciliğe karşı daha adil bir dünya için savaşıyordu!

Oysa yapılan propagandanın aksine emperyalistler arasındaki mücadelenin giderek sertleşmesi, halklar ve emekçiler lehine bir tablo yaratmıyor. Çünkü işçi sınıfı ve ezilen halklar ancak örgütlü oldukları koşullarda emperyalistler arasındaki çelişkileri kendi lehlerine kullanabilirler. Dolayısıyla bugün büyük oranda örgütsüz olan bu kitleler için emperyalistler arasındaki gerilim ve çatışmalar onların üzerindeki baskı ve yoksulluğu büyütmekten başka bir işe yaramıyor. Bu tabloda Rusya ve Çin’in pozisyonu ise halkların ve emekçilerin ABD ve Batılı emperyalistlere karşı biriken tepkilerini kendi emelleri için istismar etmekten öteye gitmiyor.

Önümüzdeki dönem ABD, Batılı emperyalistler ve NATO’nun baskı ve sömürüsünden bıkmış halkların ve emekçilerin, mücadele ve örgütlülüklerini doğru hatta ilerletebilmeleri bakımından Rusya ve Çin’in kendileri için kurtarıcı olmadığını/olamayacağını görmeleri büyük önem taşıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa