Beşeri güç erimesi ekonomiye ihanettir

Miguel Henriques / Unplash

Kapitalist sistemin en önemli ayar mekanizmalarından biri fiyat mekanizmasıdır. Fiyat mekanizmasının piyasada oluştuğu düşünülür ya da sanılır. Bu düşünce kısmen doğrudur, fakat siyasetten bağımsız iktisatçılar piyasada oluşan fiyat mekanizmasının işleyişini ve sürecin arkasındaki mekanizmayı gördükçe dehşete kapılır. Halkın şikayetçi olduğu geçim sıkıntısı da özünde fiyat mekanizması yoluyla yoksullaştırılmalarının feryadından başka bir şey değildir. Bugün, bu konuda, hükümetin izlediği memur maaş politikası üzerinde konuşmayı yeğleyeceğim.

Fiyat mekanizmasının olumlu ve olumsuz etkileri hem faktör hem de ürün piyasalarında söz konusu olduğu halde, ürün piyasasını ileri bir döneme bırakarak, bugün faktör piyasasını ele alacağım. Faktör piyasası faktörlerinden de bugün sadece emek faktörünü odağa koyacağım. Emek dendiğinde, geçimini emek gücünü satarak sağlamayı amaçlayan, özel ve kamu kesiminde istihdam edilen üretim faktörü anlaşılır. Emek dendiğinde; özel kesimde müdür düzeyinden başlayarak, ustabaşı ve nitelikli/niteliksiz tüm emek gücü, kamu kesiminde ise, devlette ve devlete bağlı dairelerde çeşitli kadro ve kademelerde istihdam edilmiş memurlar anlaşılır. Kabaca genel çerçeveyi böylece çizdikten sonra burada üzerinde durmak istediğim konu, genellikle emekçiler, özellikle de ülkenin beyin kapasitesini yetiştirme görevi ile yükümlü öğretmenler ve akademisyenlerdir. Neden öğretmenler ve akademisyenler sorusunun yanıtı çok açıktır: Söz konusu emekçilerdir ki, cari açığın kapatılmasında teknoloji-yoğun üretim alanlarının geliştirilmesinde, toplumun ilerleme ve refaha kavuşmasında ana etmenlerdir. Söz konusu emekçilerin ürünü sayesinde toplumda yükselen refah düzeyinden tüm ülke halkı yarar sağlar. Yazının sonunda varılacak sonucu şimdiden söylemek gerekirse, maaş, kadro ya da yandaşlaştırma siyasi manevralarıyla öğretmenlere ve akademisyenlere önem vermeyen bir siyasi yapı, siyasi beka uğruna toplumsal beyni tüketiyor, siyasi çıkarına toplumu feda ediyor demektir.

Şimdi gelelim konumuzun can damarına. Bir öğretmenin/akademisyenin üretimi emek-yoğun üretimdir. Günümüzde bazı eğitim araç ve gereçleri devreye girmiş olmakla beraber, eğitim üretimi özünde emek-yoğundur. Bu durum, sanayide, makine başında üretim yapılan işletmeler dışında hemen hemen tüm memur ve emekçiler için geçerlidir. Makine başında üretim yapan emeğin verimliliği düz emeğinkinden, makineye bağlı olarak, daha yüksek olmakla beraber, tartışmayı kolaylaştırmak amacıyla genel ortalamayı düşünelim ve teorinin (Aşırı teknik kavramlardan kaçınarak), ücretin emek verimliliğine eşit olması gerektiği kapitalist modeli esas alalım. Bu ölçümün nasıl yapıldığını bir tarafa bırakıp, bizi şu anda ilgilendiren konuya yoğunlaşalım. Son politikalarla ülkemizde görülen ücret erimesinin sanayi emekçisindeki tepkisi protesto ya da grev şeklinde de olsa, söz konusu emekçiler makine başında çalıştığı için, protesto ya da iş bırakma süreleri dışında, üretimde ciddi kalite ya da kantite erimesi oluşmaz. Bunun dışındaki emekçilerde ise kalite ve kantite erimesi oluşur. Bundan dolayı, ne sebeple olursa olsun ücret baskılamaları, insan vücudunda kemik erimesine benzer şekilde, kısa dönemde ciddi olarak fark edilemeyecek şekilde uzun dönemde ciddi sonuçlara yol açar. Ücret eri(til)me sürecinde, emek verimliliğindeki erime hızının ücretteki erime hızından düşük olması halinde (Ki, bu durum kısa sürede yaşanabilir) sistem memur üzerindeki mutlak sömürüye ilaveten göreli sömürü yükü oluşturmuş demektir. Bu surette bütçede belki sermayeye ya da siyasi şatafata aktarılacak ek kaynak yaratılmış olabilir, fakat bu süreç özünde toplumsal beynin ve etik anlayışın eritilmesi, sonuç ise toplumsal çöküştür.

Tartışmamızın bu noktasında şöyle bir soru soralım: Çevrede gördüğümüz, tanıdığımız hangi başarılı gencin hayalini geçmişte olduğu gibi, toplumda saygın bir öğretmen ya da kendisini bilime adamış saygın bir akademisyen olma hayali süslüyor acaba? Sanırım bu sorunun yanıtı pek olumlu değildir. Yanıtın olumsuz olma derecesi, toplumsal beynin çürü(tül)me hızının göstergesidir. Tabii ki, bu denli hızlı nüfus artışı ve işsizlik karşısında tüm iş yerleri şöyle ya da böyle dolar ve işler yürüyor görüntüsü oluşur. Ancak, maaşıyla geçinemeyen bir öğretmen gerekli okumayı yapamayıp, sinema ya da tiyatroya gidemeyip, hiç bir sosyal aktiviteye katılmayıp ek iş yaparak geçimini sağlayabiliyor ise, bu durumda sınıflarda öğretmenler sadece bireysel varlıklar olarak görülebilirler, o kadar! Öğretmende yaşanan nitelik erimesi kısa sürede maaşın erime hızın altında olacağından, sistem öğretmen üzerindeki sömürüyü göreli artık değer sağlanacak şekilde yükseltmiş olur. Ancak bu durum ilanihaye böyle devam edemez ve öğretmende yaşanan nitelik erimesi maaş erimesi düzeyine ulaştığında sistem sömürüden net kazançlı değil, mutlak zararlı çıkar. Cahil bıraktırılan bir toplum cehaletinin de farkına varamayacağından gerekli önlemleri alamıyor ya da geç ve tedrici şekilde alıyor olabilir. Bir şekilde yönetim değişimi sonucu maaş sistemi değiştirilse ve öğretim kalitesinin yükseltilmesi için maaşlar yükseltilse de, öğretmen emeği niteliğindeki yükseliş maaşların artış hızında olmayacağından, bu kez de, emek lehine sistem üzerinde sömürü yaşanır, vakta ki öğretmen niteliği ücretin gerektirdiği yarara eşitlensin. Görülüyor ki, memur maaşları, özellikle de öğretmen ve akademisyen maaşları konusu, iktidarın ‘Nasıl olsa bunlar benim(!) memurlarımdır, siyasi yandaşlarımdır, hatta iş güvencesi de bu elemanlar için ek sigortadır, bu koşulda maaşlar konusunu daha gevşek düşünebilirim’ mantığı ile belirlenemez. Böylesi habis zihniyet siyasi iktidarı biraz rahatlatabilir, fakat bu süreçte uzun sürede memur hizmetleri aksar ya da toplumda işini bilen memur davranışı yaygınlaşarak, devlet otoritesi sarsılır ve bir kere bu davranış yaygınlaştığında, önünün alınması nesiller boyu sürer. Yozlaşma salt devlet dairelerinde değil, devlete bağlı adalet, emniyet, eğitim vs. gibi tüm dairelerde de sosyal hastalık olarak ortaya çıkar ve uzun dönemde topluma çok pahalıya mal olur. 

Öğretmen ve akademi mensuplarının maaşlarının eritilmesi de hizmette kalite erimesi, akademisyenin ticarileşmesi ve/veya iktidarın sözcüsü ya da sahibinin sesi olma şeklinde akademide karakter kaybına yol açar. Mesele, salt öğretmenin ya da akademik personelin niteliksel ve kişiliksel erimesi meselesi olmayıp, bunların ürünlerinin toplamı olarak toplumun beyninin de koflaşmaya yüz tutmasıdır. AKP iktidara gelirken pek ünlü bir ifade olarak ‘Göbeğini kaşıyan adam’ kavramı gündemde idi. Hiç yanlış olmaz ki, AKP’nin sonuna doğru, keşke beyni eritilip teslim alınmış toplum yerine, yine göbeğini kaşıyan adamlardan oluşan bir toplum olsaydı, zira hiç değilse, eri(til)memiş toplumsal beyin toplumsal yönde geliştirilebilir şeklinde düşünülebilir. Kim bilir, siyasi ajanların reformu dediği, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir toplum değil de, beyni alınmış, emre itaate hazır kurşun askerlerden oluşmuş toplum mudur, acaba!

Tüm emekçileri ve akademiyi böylesine nicel ve nitel eritici ekonomi politikasına mahkum eden bir siyasi yapının bu durumu düzeltmeye aday olması ve toplumsal destek sağlayabilmesi, durumun vahametinin toplumsal beyin tarafından algılanamamış olmasının göstergesi olsa gerek!  

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Palavra çöktü

Palavra çöktü

Merkez Bankası, 2025 yıl sonu enflasyon tahminini, daha yılın ilk sunumunda yüzde 21'den yüzde 24'e yükseltti. Enflasyonu düşürme bahanesiyle 20 aydır ücret ve maaşlara saldıran ekonomi yönetiminin hiçbir öngörüsü gerçekleşmedi. Enflasyonun temel sebebinin iç talep ve ‘ücret artışları’ olduğu palavrası tamamen çöktü.

2025’te asgari ücrete yüzde 30 zam

Memur ve emeklilere yüzde 11.54 zam

İşçi emeklilerine yüzde 15.75 zam

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et