OVP
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/244404.jpg)
Fotoğraf: AA
‘Orta vadeli program’ anlayışı ve uygulaması, 2000 IMF-Derviş programından hatıra kalmış olumsuz bir yaklaşımdır. Bu anlayış beni o zamanda da çok rahatsız etmiş idi. Sebebi şu: Türkiye, 1950 Demokrat Parti döneminde plansız programsız ekonomiyi dışa açarak iflas aşamasına gelmesinden sonra, 1930’lar devletçilik anlayışından kalma düşüncelerle planlı döneme geçti ve ekonomiyi uzun vadeli planlarla yönetmeye yöneldi. Devletçilik döneminin mantığı, özel sektörü dışlamadan kamu girişimciliği ile ekonomik kalkınmanın sağlanması; planlamanın mantığı ise, kısa vadeli esnaf görüşü yerine, uzun vadeli toplumsal görüşün sağlanmasıdır. Bu anlayışla, 1961 Anayasası hükümleri çerçevesinde ünlü PPBS, yani planlama, programlama ve bütçeleme sistemi geliştirildi. Beş yıllık planlar ve onlardan türetilen yıllık programlar aynî esaslı olarak yapıldı. Yani, beş yıl içinde ülkenin ihtiyacı olarak, örneğin kaç km yol, kaç yataklı hastane ya da kaç bin sınıflı okul yapılacak gibi, düşünülen ihtiyaçlar maddi olarak saptanıyor, sonra bunlar her yıl bütçelenirken parasal değerlere dönüştürülmesi öngörülüyordu.
Bu sistemin siyasi ve ekonomik açıdan sayılabilecek birçok özellikleri yanında, ekonomik ve siyasi açıdan iki ana özelliği öne çıkmakta idi. Bunlardan biri, politika ve uygulamalar siyasi kadroların süreleri ile sınırlı olmayıp, adeta topluma uzun erimli bir yürüyüş planı sunmakta idi. İkinci önemli özelliği ise, plan ve programlarda saptanan hizmetler maddi olarak belirlendiğinden, yürüyüşte yıllık enflasyondan uzak kalınabiliniyordu.
Ulusal kadroları ve ulusal hedeflerle uygulanan bu planların akıbetini tahmin etmek zor olmasa gerek. Bir defa, daha planlar tasarlanır ve yapılırken iki ciddi zafiyet taşıyordu. Birincisi, planlar ve programlar kanun hükmünde olmadığından, uygulamada siyasileri zorlama kanadı aksıyordu. Fakat bütçeler kanun olduğuna göre, iddia edilebilirdi ki, plan ve programlardan süzülen bütçeler plan ve programların hükümlerini yerine getirebilirdi. Bu amaçla olsa gerek, bütçelerin yatırım kalemlerinin plan ve programlara uygun olması hükme bağlanmıştı. Ne var ki, Demirel’in ünlü “Halkım plan değil, pilav istiyor” ifadesi, kapitalist sistemde seçilmiş iktidarların tek erk kaynağının halkın iradesi olduğunun açık göstergesini oluşturuyordu. Sistemin ikinci temel zaafı da, plan ve programların özel kesim için emredici değil, yol gösterici olması idi. Diğer bir deyişle, özel kesim piyasa doğrultusunda serbest kararını verebilirdi, ancak kamudan bir şekilde destek alması gerektiğinde plana uymak zorunluluğu vardı. Kaldı ki, bu durum da özel kesimin feraseti ile zaman içinde aşıldı. Şöyle ki plana uygun yer secimi yapılarak yatırım yapma vaadi ile kamudan destek sağlayan özel sektör temsilcileri, temeli attıktan sonra bir bahane ile yatırımını batı bölgelerine taşıyarak amacına ulaşmaya çalışıyordu.
Geçmişe ait bütün bu anlatımların bugün bir hükmü var mı, diye sorguladığımızda, yanıtım, evet var olmaktadır, çünkü bu süreç Türkiye’nin nasıl bir emperyalist ağda tutsaklığa sürüklendiğinin göstergesidir. Emperyalizm, halkımızın yere-göğe koyamadığı 1950 Demokrat Parti yönetiminde ülkeyi soyup, soğana çevirerek 1958’de iflasa sürükledi ise, açıktır ki, aynı rejimde seyreden bir ülkeyi bu kez de sömürücü yine keyfine göre yönlendirecek, denetleyecek ve sömürecekti. Nitekim tam da bunlar gerçekleşti.
1999 yılına rahatsız ve yönetime gücü yetmeyen bir başbakanla gelmiş/getirilmiş olan Türkiye’ye emperyalist bekçinin konması gerekiyordu: IMF ve onun mütemmim cüzü Derviş! İşbaşındaki emperyalist, plan uygulamasını fiilen kaldırmadan, uygulamadan uzak tutarak (Zaten uygulanmıyordu!) orta vadeli program adı ile yeni tür ileriyi görme ya da yönetme kuralı ve aracı geliştirdi. İşte durum budur.
Şimdi, bu koşullarda şu soruları sormam gerekmez mi?
-Maddi anlamda hiçbir veri geliştirilmeden, tüm ekonominin işleyişinin sonuç göstergelerinin, biraz da siyasi boyaya boyanmış olarak halka sunulmasının ne anlamı olabilir ki?
-Geçmiş deneyimlerimiz yıllık programların dahi tutturulamadığını açıkça ortaya koyarken, üç yıllık öngörüleri ya da hedefleri hükümet raporları şeklinde yayımlamamanın ne anlamı var ki?
Sorular mantıklı gibi gözüküyorsa da, aslında hiç de mantıklı değil, Çünkü programın yapılış zamanı ve yapan ekip dikkate alınmadan bu sorulara yanıt oluşturulamaz.
Programın yapılış zamanı, ekonominin anormal sıkıştığı, dış sömürüye harika ortamın hazır olduğu dönemdir. Yapan ekip ise, 2000 IMF-Derviş kadrosunun benzeridir. Bu durumda, iktidarda da AKP olduğuna/getirildiğine göre, 2000 başına geri sarmış oluyoruz. Peki, 2000’li yılların ilk yarısı bizi mutlu etmedi mi, neden 20 yıldır bu iktidarı sırtımızda taşıyoruz ki? Evet, etti; birçok alt-yapı ve inşaat işleri yapıldı. Ne var ki, bu süreçte bazı seçilmiş iç ve dış sermaye grupları dünyalıklarını yaptı, çocuklarımıza dek sarkan borçlulukla bizi karşı karşıya bıraktı, zira bir yandan aşırı sömürü diğer yandan siyasi israf gidişatı zorlaştırdı. Bu durumda, emperyalist açısından sömürünün anlaşılamadan suhuletle devamının sağlanması gerekiyordu. Her şeyden önce, muhalefetin tüm akıl almaz olumsuzluklarına rağmen AKP’nin iktidarı kazanamadan alması, partinin iktidar erkini ve emperyalizme hizmet kapasitesini eritebilirdi. İşte, yeni kadro ve yeni OVP bu duruma telafi ve tedavi niyetinde bir girişimdir. İleriye ait kur, fiyat vs. göstergelerin ilanı bir anlamda iç ve dış yatırımcıya gösterge ve rehberdir. Yatırımlardan ülke yarar sağlayacaksa bu duruma olumlu bakmak gerekmez mi? Güzel de, Türkiye’ye akıtılan kaynaklar ülkenin gerçek ihtiyaçları için ve makul maliyetlerde mi, yoksa gereksiz alanlarda ve anormal maliyetlerde mi kullanılacaktır? Örneğin, doğu ve güneydoğu bölgelerinde çocuklar karda kışta birkaç km yol yürüyerek okula giderken, Boğazlarımız üzerinde bu kadar maliyetle bu köprüler yapılırken, kaynakların etkin ve adil dağıtıldığı iddia edilebilir mi? Bir de bunların üzerine maliyet ve ödeme vaadini koyduğumuzda Türkiye’nin emperyaliste nasıl ağız köpürttüğünü bir düşünelim.
Şimdi bir de bunlara bakalım:
-Dünya Bankası 15 milyar dolar olan kredimizi, 18 milyar dolar ilavesiyle, 35 milyar dolara çıkardı. Acaba neden, hayırlara vesile olsun!
-Ülkeye yeni ekip montajı ve aynen 2000 IMF-Derviş programı benzeri OVP yaklaşımı acaba neden, hayırlara vesile olsun!
Şimdi lütfen bir düşünelim: Yeni oyun nedir, ya da yeni durum neyin devamıdır?
Sizleri fazla yormadan hemen söyleyeyim: Oyun yeni falan değildir, geçmişten beri süre gelen emperyalizmin, özellikle de 2000 IMF-Derviş senaryosunun devamı olarak, önce iktidarın görüntüsü cilalanarak, pembe balonlar halka gösterilecek, ama halkımız yeni ve torunlara sarkacak borçluluğa sürüklenecektir.
Gelebilecek kaynakların kullanım şekli ve ülkeye maliyetini gelecek yazıda tartışalım.
Evrensel'i Takip Et