16 Eylül 2023

Anayasayı bir parti değil, millet yapar!

Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/TCCB

2023 ilginç bir yıldır; Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılı, AKP iktidarının ise yirminci yılıdır. Dillere kolay, AKP yönetimi bir asırlık dönemin yüzde yirmisine başat olmuş bir kadro hareketidir. İşin daha doğrusu, 1950’den itibaren rejimin koyulaştığını düşünürsek, farklı tonlarda sağ iktidarların cumhuriyet yüzyılının nerede ise dörtte üçüne başat olduklarını görürüz. AKP bu dörtte üçlük dönemin yaklaşık üçte birine başat olmuştur. Bu durum ilk bakışta sosyal ve siyasal istikrar görüntüsü sergilemekle beraber, durum pek öyle değildir. Arada yaşanan farklı yönlerdeki patlamalar, aslında istikrarlı görüntü altında, cumhuriyetin kuruluş ilkeleri etkisiyle ciddi iç patlamaların olduğunu gösterir. Kısmen Ecevit dönemi ve 1961 Anayasası’nın sağladığı göreli sosyal politika anlayışı siyasi yaşamımızda parlayıp-sönen şimşek misalidir, ancak bu hareketin maalesef devamlılığı olmamıştır ve sosyal ve siyasal yaşamı derinden etkileyememiştir. Dolayısıyla İkinci Paylaşım Savaşı sonrası sosyal ve siyasi yaşantımızın giderek koyulaşan sağ politikalar içinde geçtiği açıktır. AKP iktidarı, bu sürecin olgunlaştırdığı yapıdan üretilmiş bir siyasi kalkış hareketidir. Bu yönü ile AKP cumhuriyet anayasası çerçevesinde devlet-hükümet ayırımına sadık kalan olağan bir parti olmayıp, tam tersi, hükümet üzerinden devlet aygıtını ele geçirmeye yeltenen ve bunu sadık hukukçuları vasıtasıyla oldukça başarmış olan bir siyasi kalkış sembolüdür. Bundan dolayıdır ki, AKP devamlı anayasa konusu üzerinde durmuş, var olan anayasaları çoğu yerde tanımamış ve devamlı ve ısrarlı yeni anayasa söylemini dilinden düşürmemiştir. Nitekim biyolojik ve siyasal açılardan birçok noktada sonlara yaklaşılırken güçlü bir anayasa söylemi, maalesef tekrar gündeme taşınmış bulunmaktadır.       

Anayasa sözcüğü, genel anlamı ile bir yasa değildir. Anayasa, tüm toplumun üzerinde ittifak ettiği asgari müştereklerden oluşan bir toplumsal uzlaşma metnidir. Kavram olarak anayasa, o denli uzlaşma ortamıdır ki, örneğin bir anayasa devleti olan İngiltere’nin yazılı bir anayasası yoktur, çünkü herkesin üzerinde ittifak ettiği genel hükümler ya da kuralların mutlaka bir metne yazılı olmasına gerek yoktur. Bunun tersi de doğrudur; sık anayasa değişikliği ihtiyacı toplumların içsel uyumlarının tam olarak sağlanmamış olduğunun göstergesi olarak görülebilir. Bu anlayışın doğal sonucu olarak sık anayasa değişikliği yaşamış ülkelerde her an yeni bir anayasa yapma ihtiyacı ortaya çıkabilir ve bu ihtiyacın karşılanması da doğal görülmelidir. Evet, şu anda Türkiye’nin, kendisine deli gömleği gibi giydirilmiş ucube başkanlık sisteminin arızalarını izale etmek için çağdaş bir anayasaya gereksinimi vardır. Bu saptama doğrudur, ancak mesele yeni anayasanın nasıl bir toplumsal uzlaşma ile ve kimler tarafından yapılacağında düğümlenmektedir.

Bu konuya ışık tutacağını düşündüğüm bir meseleyi araya alalım ve siyasette karar mekanizmasının nasıl işlediğine bir bakalım. Devlet Başkanı sıfatı ile Erdoğan son liderler toplantısında İsveç’in NATO’ya kabulü meselesine olumlu baktığını, fakat ülkede bir parlamentonun olduğu ve kararı onun vereceğini söyledi. Sizce bu ifadenin geçerlilik derecesi nedir, lütfen bir düşünelim! Sistem öyle kurulmuş ki, başkan, anayasa değişikliği hariç,  istediği kararı parlamentodan geçirebilir, istemediği kararda kendisi tarafsız kalmış görüntüsü vererek, parlamentoda reddettirebilir. İfade edildiği üzere, anayasa meselesinde bu süreç bu kadar güdülenemiyor olmakla beraber, halkoyuna sunma ya da muhalefetten birkaç aktarımla anayasa meselesi de hal yoluna koyulabilir.

Meseleye böyle baktığımızda, bazı pürüzleri atlayarak şu hükme varabiliriz ki, AKP başatlığında zorlanmış bir anayasa, anayasa olmayıp baskılama yasası olmaya adaydır. Daha da önemlisi, siyasette kendilerine daime üstün makam ve mevkiler bulabilmiş/yaratabilmiş kişiler yeni yapılanmada da yeni makamlar oluşturarak siyasetten, daha doğrusu devlet korumasından uzaklaşmama yollarını yaratabilirler. Cumhuriyetin yüzüncü yılında adeta monarşi ya da ismi ne olursa olsun, sultanlığa benzer bir yapılanma kesinlikle kabul edilemez.

Yeni bir anayasa yapmaya soyunmuş AKP’nin yönetim karnesi fevkalade olumsuzdur. AKP iktidarının yirmi yıllık hikayesinde, cumhuriyetin ilk dönemlerinde, özellikle de devletçilik döneminde ve kısmen sonraları milletin kanı-canı pahasına gerçekleştirilmiş kuruluşlarının satılarak bol keseden yenmesi, iktisatçılık oyunu ile ülkenin iç ve dış sömürücülerce talanına yol açılmış olması, ülkenin mafya ve tarikatların mekanı haline getirilmiş olması, belki oy tabanını tahkim amacıyla, belki utanmadan Batı’dan kaynak alabilmek için ülkenin yolgeçen hanı konumuna getirilmiş olması ve daha benzeri birçok olumsuzluklar yer almaktadır. Ülkenin akademik yaşamını çökerten, adalet yapısını nesiller boyu düzeltilemeyecek şekilde bozmada beis görmeyen bir siyasi yapı, ülkenin yeni bir anayasaya gereksinimi olduğu iddiasıyla ortaya çıkıyorsa, bu çıkışın gerekçesini samimi bir hukuksal ya da toplumsal uzlaşma zemini arama gayretinden başka bir yerde aramak daha doğru olur. Gerek iktidarın, gerek koalisyon yandaşlarının Anayasa Mahkemesi ile ilgili sözlerinin kulağımızdan henüz silinmediği bir dönemde yeni anayasa söyleminin adeta dayatılarak ortaya saçılmasının gerekçesi net bir şekilde anlaşılmalıdır.

O nedenledir ki; AKP gibi bir iktidar partisine, hem de devlet aygıtının hemen hemen tüm denetim mekanizmalarını kendi emrine almış ya da değersizleştirmiş olan bir siyasi lidere ya da örgüte önerebileceğimiz ancak Kierkegard’ın ya da Kant’ın ahlak felsefesi olabilir. İslam anlayışına göre Yaratıcı’ya teslim olmuş bir insanın yaratıcının kulları üzerinde zulüm uygulaması söz konusu olamayacağından, Batılı filozofları öne çıkardım. Düşünmemeyi şiar edinmiş bir kurşun asker toplumu üretmeyi amaçlayan bir siyasi yapının anayasa maddelerinin nelerden oluşabileceği açık ve nettir.

Hal böyle olunca, AKP’nin bu projesine karşı halkımıza ve özellikle de muhalefete çok önemli direnme görevi düştüğü kanısındayım. Çünkü AKP, soldan gelerek dünyalığını, hatta ahretliğini dahi yapmış olan parlak hukuk zevatının olağanüstü zeka parıltılarıyla yeni oluşuma öyle maddeler koydurabilir ki, emperyalist yörüngedeki ülkemiz bir daha Batı medeniyetine uzaktan dahi bakamaz hale gelir. Umarım, “yetmez, ama evet” zevatının da ülkenin geldiği nokta ve yeni anayasa projesi hakkında parlak fikirleri vardır!

16. yüzyılda yaşamış olan ünlü İtalyan Filozof ve Şair Giordano Bruno’nun, ölüme götürülürken ağzından düşen şu sözler, umarım bize de bir nebze de olsa, katkı yapar.

“Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır;

Yeryüzündeki kötü insanlar ise, kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı kullanır.” 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Palavra çöktü

Palavra çöktü

Merkez Bankası, 2025 yıl sonu enflasyon tahminini, daha yılın ilk sunumunda yüzde 21'den yüzde 24'e yükseltti. Enflasyonu düşürme bahanesiyle 20 aydır ücret ve maaşlara saldıran ekonomi yönetiminin hiçbir öngörüsü gerçekleşmedi. Enflasyonun temel sebebinin iç talep ve ‘ücret artışları’ olduğu palavrası tamamen çöktü.

2025’te asgari ücrete yüzde 30 zam

Memur ve emeklilere yüzde 11.54 zam

İşçi emeklilerine yüzde 15.75 zam

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et