17 Eylül 2023 07:00

Bir hamster gibi…

Soru işaretlerinin yer aldığı bir görsel

Görsel: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Değişim konuşulan haftalardan geçiyoruz. Değişim lafı sürekli zikredilince bir sürü derdim birden depreşiyor. İçime attıklarım şişkinlik yapıyor. Affınıza mağruren biraz dert yanasım geliyor.

Sürekli güncel siyaset tartışılıyor. Gerçek bir değişimin ne olabileceğini, yerellerde ilerici bir örgütlenmenin yöntemlerini, ezber bozacak tepki şekillerini konuşmak ve tartışmaya açmak gerek diye düşünüyorum. Halkı seçmen diye görüp, seçmenin oyuna yönelik seçim odaklı siyasetin bizi dibe çektiğini, artık halkın yararına, halkı aydınlatacak, yobazlık batağından çıkaracak, gözünü, ufkunu, dimağını açacak, sürdürülebilir siyaset yapmayı konuşmak gerek diye düşünüyorum.

Oysa ekseriyetle takım elbiseli bazı beyefendiler böyle çıkışlara genelde “İyi, hoş da 40 yıldır sahadayım, siz bu seçmeni tanımazsınız, ben bilirim” diyor.

İyi de bu bir paradoks işte. 40 yıldır aynı yöntemle aynı alanda aynı söylem belli ki kazanmadı, bambaşka bir şey denemeye olan bu çekince niye?

Çünkü değişim efor ister, konfor alanından çıkmak ister. Bir değişim önce insanın kendisinden başlar, kendini değiştiremeyen başka bir denklemi, algıyı, izlenimi, işleyişi nasıl değiştirsin?

Aynı derede iki kere yıkanılmaz sözünü yerden yere vururcasına kırk kere aynı girip aynı çıktık o sulardan. Kaybedecek neyimiz kaldı değişmeyerek?

Bu değişimi şimdi CHP’nin genel başkanından bahsediyorum diye okuyacak olanlar çıkacak, işte bu da bir ezber yenilgisi. Biz o kadar aynılaştırıldık ve dar bir alana hapsedildik ki hiçbir titri değişim yetmez aydınlanmaya.

Bugün, değil muhalefet liderinin olası değişimi, Cumhurbaşkanı değişmiş olsa hâlâ yürünecek çok uzun bir yol vardı. 

Huxley’in altını çizdiğim cümlelerinden biriydi:

“Gözyaşları içeren bir şeye ihtiyacınız var sizin. Değişmek için.”

Lanet olsun daha kaç ton gözyaşı dökeceğiz diye düşünürüm aklıma geldikçe. Bak işte Madımak zaman aşımına uğradı daha yeni.

İranlı Filozof Shayegan;

“Bir yerlerde bir şeyler değişmek zorundaysa, bu değişim, kafaların içinde, temeller düzeyinde, hatta en derin ve en mutsuz bilinç düzeyinde olmalıdır. Altyapılarındaki biçim değişikliğiyle kafalar değiştirilmez, bizzat kafaların altüst edilmesi gerekir” diyor.

En mutsuz bilinç düzeyinde olduğumuz endekslerce, araştırmalarca da teyitlendiğine göre mutsuzlukta hemfikiriz. Tek sorun kafaları altüst edemiyoruz.

Bildik yöntem ve söylemlerden farklı sonuçlar bekliyoruz.

Ülkenin en büyük sorunu gençlerin hayalsizliği, geleceksizliği diye konuşuldu. TÜIK verilerine bakınca ülkenin neredeyse yarısı 30 yaş altı.

Yetki, karar, iktidar ise sadece yüzde 9’u oluşturan 65 yaş üzerinde. Gençlerin seçmen olarak oyuna oynadılar ama siyasete katmaya oynayamadılar maalesef.

Değişimi konuşmayı kırk yıldır fikri ve eylemi değişmemiş insanlarla yapıyoruz.

Sizi bilmem de kendimi tekerleğin içinde sürekli koşan nefes nefese kalmış bir hamster gibi gibi hissediyorum.

Değişim dediğimde ya sol romantizmle ya sahayı tanımamakla ya da seçmeni okuyamamakla eleştiriliyor, karşımda dev bir “O işler öyle değil” duvarı buluyorum.

O işler öyle olmasın da böyle mi kalsın?

Seçmeni çok güzel okumak adına Adıyaman’da menzilci aday çıkaran sosyal demokrat da mı görelim bu hayatta, daha ne kadar yerimizde sayalım?

Yıllardır iktidar bizi yerel, genel, referandum, erken seçim, tekrar seçim derken sadece seçim odaklı siyasete hapsetti. Burada kazanma konusunda ihtisasını tamamladı artık. 

Senelerdir “Allah’ını seven defansa gelsin” mücadelesi. Hiç atağa geçememiş bir kitleyiz. 

Ezber içinde de kaybetmeye mahkumuz.

Sloganlarımız hep aynı tempoda, bir araya geliyoruz, gaza, gözaltına, kolluk şiddetine direnerek bir basın açıklaması okunuyor. Vatan önünde, adliyelerde buluşuluyor.

Siyasi muhalefet miting yapıyor. Toplanma alanı, yürüyüş, pankartlarla alana giriş, iki saat süren konuşmalar, son kale birkaç müzisyen ile konser, olaylı ya da olaysız dağılma.

Tepki gösterme şeklimiz; etiketle tweet atmak, kampanyalara imza vermek, demokratik kitle örgütleri, odalar, sivil toplum bir masada toplanıp uzlaşılan bir metni okumak.

İşçiler, köylüler, çevreciler yaşam savunusunda, seslerini duyurabilecekleri mecra sayısı iki elin parmağı kadar. Buraya destek temsilciler nezdinde. Direniş alanında bir selamlama, yanınızdayız konuşması, aynı basına fotoğraf verilmesi. Birer ikişer vekil nezdinde durumun takibi. Kazanım, direnişin kendisi kadar bile haber olmuyor.

Günlük hayatta dilimize vuran yoksulluk ve yoksunluk eylemlikte karşılık bulmuyor. Boykotlarımız üç gün sürüyor. 

Ruh halimiz perişan. Heves eser miktarda, bizi hayatta tutmaya yetecek mi belli değil. Böyle durgun sularda gemi kaptanlığı kolay dümene geçene.

Seneler önce, daha YouTube bile yoktu, bir belgeselde izlemiştim. Çin’de ya da Kore’deydi; bir plastik fabrikası greve giriyor ve işçiler fabrikayı işgal ediyorlar. Polis etraflarını çeviriyor, kitleyi dağıtacak. Daha aralarında 10 metre varken fabrikadan dev bir plastik top beliriyor. Çapı metrelerce. İşgal gecesi fabrikada üretilmiş, devasa bir şey. Yıkıp geçiyor karşısındaki kalkanlardan oluşan duvarı.

İkinci gün; içeriden sekiz-on metrelik uzun, kalın çubuk şeklinde onlarca  plastik mamul çıkarıyorlar ve örgütlü şekilde sallamaya başlıyorlar. İşçilere yaklaşmak mümkün olmuyor bunlar sayesinde.

O zaman aklıma gelmeyen bir soruydu, gençmişim ve tecrübe ile köreltilmemişim belli ki.

-Bu önerileri yapan işçi, kitleye önerisini nasıl kabul ettirebildi?-

İkinci Dünya Savaşı yılları, Nazilerin işgali sırasında kendilerine Kızıl Fareler diyen bir ajit-prop tiyatro grubu, lağım kanallarından geçerek rögarlardan çıkıp iki dakikalık oyun sergileyip aynı rögardan kaçıyorlar.

Hiç yakalanmıyorlar, kim oldukları bilinmiyor. Ancak birçok insana yaşama tutunma adına umut oluyorlar. 

Şimdi kim kabul eder bir umut ışığı adına pisliğe batmayı diyeceğim ama boğazıma kadar o pisliğin içinde hissediyorum bir yandan da.

Yakın geçmiş, 2021 yılı; Wallstreet ile başlayıp neredeyse tüm borsaları etkileyen küçük yatırımcı hareketi Reddit üzerinden örgütlendi, hegde fonları batırmayı başardı. Kendileri kazanırken sermaye grupları büyük bir zarara girdi. Bir eylem şekli olarak borsada 50 dolarlık hisse almak... Eh günümüz koşulları için kolay bir hamle.

 Araştırmacı Gene Sharp’a göre belgelenmiş 198 sivil itaatsizlik ve şiddetsiz direniş yöntemi var. Sharp, belgelenen sayının eksik olduğunu kendisi de kabul eder. Michael A. Beer ise mevcut veritabanında 346’dan fazla yöntemin yer aldığına ve dijitalleşmeyle her geçen gün bu sayının artacağına dikkat çeker.

İnsan bedeni, sanat, sesler, dijital mecralar hatta oyunlar bile bir direnişe dönüşebilir.

İş birliği yapmama da bir direniştir. (Hiçbir şey yapamayınca iş birliği yapmış pozisyona düşüldüğü gerçeğiyle birlikte okunmalı aslında.) “Yapmama ve yaptırmama” taktiklerinden bahseder Beer, Sharp ve diğer araştırmacılar. Kurumlar arası iş birliği yapmama, yaptırmama da direnişin bir boyutuna dönüşebilir. 

Örneğin Şikago valisi, polis bilgi tabanından göçmenliğe dair bilgileri sildirmişti, göçmen karşıtı eylemlerin şiddetini engellemek için. Güney Kore’de itfaiyeciler, polisin göstericilere su sıkmasını engellemek için sokaktaki itfaiye vanalarını kilitlemişti. Fransa’da bir rahip öldürülmüş, Müslüman katilin cenazesini kaldırmayı, Fransa’daki hiçbir Müslüman din adamı kabul etmemişti. Nijerya’da parlamentodan istenmeyen bir yasa geçmesin diye işleyişte kullanılan tören asası ortadan kaybedilmişti.

Teşhir bir diğer yöntem olarak kayda geçiyor; ABD’de 1980’lerde politikacıların tavrını değiştirmek üzere LGBTİ+ gruplar (O dönem sadece eşcinsel gruplar diye anılıyordu) birlikte oldukları siyasetçileri teşhir etmiş, aynı dönemde kürtaj yasağı konuşulduğunda bazı siyasetçilerin kürtaja zorladıkları eski sevgilileri ve eşleri bu çelişkilerini teşhir etmişti.

Şiddetsiz direnişin bir alt başlığı da Yaratıcı Müdahale: İcrai Eylemlerin Yapıcı Nitelikteki Taktikleri diye geçer.

Beer bu başlığı şöyle açıklıyor: “Bu taktikler, kurulu düzene veya karşıtlara meydan okuyan davranış kalıpları ve normlar veya siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kurumlar oluşturma çabalarını içerir. Bu eylemler doğrudan karşı çıkmak durumunda kalmadan, karşıtı ikna etmek ve/veya karşıtın toplum üzerindeki kontrolünü azaltmak amacıyla bazen ödüllendirmeyi ve yapıcı yaklaşımları kullanır. Bu müdahale biçimi, görünürdeki bir karşıtı (örn; rejimin liderini) hedeflemektense genellikle toplumun uzun vadede dönüşümünü amaçlar.”

Hindistan bayrağının ortasındaki sembolün bir çıkrık olduğunu biliyor muydunuz?

Gandhi, İngiliz sömürgeciliğine karşı, İngilizlerin tekstil atölyelerine bağımlılığı engellemek için halkı kendi imkanlarıyla, çıkrıkla ip eğirmeye yönlendirmesiyle başlayan ve bağımsızlığa uzanan mücadeleye bir selam olarak yani icrai eylem, yaratıcı müdahale.

Bir diğeri işsiz İtalyan erkeklerin tersine grevi. Hükümetin yetersiz kaldığı yol onarımlarını gerçekleştirip hükümete karşı durmuşlardı. Hangimiz daha güçlü resti.

Sosyal alanda yaratıcı müdahaleye ise 1970’lerde Avrupa ve Kuzey Amerika’da başlayan açık eşcinsel düğün merasimleri örnek veriliyor. Hiçbir yasal karşılığı olmasa da aynı yasal düğünler gibi kutlama yapan eşcinsel çiftler, bu hakkın yasal olarak kazanılmasına giden yolu açtı. Hatta dini nikah yapabilmek için Metropolitan Community Church (MCC) adıyla kendi kiliselerini kurdular ve inanmazsınız ama Suudi Arabistan’da bile bu kilisenin gizlice faaliyet gösterdiği biliniyor. 

Kitaplarca makale ve örnek var büyük değişimlerin yolunu açan şiddetsiz ve yaratıcı yöntemlere dair.

O sebeple bendenize, oturup bir değişim arifesi diye hangi adayı kaç delege destekliyor tartışması yapmak zul geliyor.

Yeni bir seçime giderken kimler hangi adayları çıkaracak, ittifak söz konusu olabilecek mi, en azından bir iki şehirde olamaz mı tartışmaları bileğime bile gelmeyecek sığlıkta hissettirse de beni boğuyor.

Kongre süreçleri ve çıkan kararlar markette bulaşık deterjanına gelen indirim kadar bile heyecanlandırmıyor.

Daha bir mevsim geçti bir önceki seçimin üzerinden, nasıl bu kadar birebir tekrarlanabilir aynı tartışmalar, seçmen analizleri, aday profilleri, katılım oranı tahminleri aklım almıyor. Hamster koşuyor, kafesteki teker boş dönüyor. 

Yeni, yepyeni, yepisyeni şeyler konuşmak ve tartışmak gerek.

Bilhassa “40 yıldır sahadayım, seçmeni tanıyorum.” diyenlerin tam karşısına geçerek.

Çok genç var, çok fikir, çok enerji. Sanki kimse “beyin fırtınası” nasıl yapılır bilmiyor. 

Fırtınasını yapmazsak söğüşünü masaya getirirler. Zaman boşa geçiyor.

Düşünceli, yapıcı, yaratıcı, uçarı pazarlar dilerim. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa