Sivas’tan Sputnik grevine Aziz Nesin
Fotoğraf: AA
Bazı olaylar Türkiye siyasi tarihi ve medya tarihinde utançla anılır. Geçen hafta 6-7 Eylül pogromunun hatırlanması gibi. Bunlar her fırsatta yazılır, anlatılır ki genç nesiller öğrensin, bir daha bu acılar yaşanmasın. Sivas Katliamı da bunlardan biri, bu sayfada 2 Temmuz haftasında ben de yeniden yazmış, özel televizyonların ilk yıllarında canlı yayınlanan bu katliamda medyanın rolünü hatırlatmaya çalışmıştım. Bu seneki yazılarda hemen herkesin dikkat çektiği önemli bir risk vardı, o da 30 yılının tamamlanmasına çok az vaktin kaldığı, davanın zaman aşımından düşebileceğiydi. Akit’in her sene-i devriyesinde yılını değiştirerek manşette “… yıldır bitmeyen zulüm” olarak adlandırdığı dava 14 Eylül 2023’te zaman aşımından düşürüldü. Kimse için sürpriz değildi, çünkü zaten bırakın zulmü, ortada adil bir yargılama dahi yoktu. Katliama katılan 124 kişinin yargılandığı davada ilk karar 1994’te çıkmış yargılananlara haksız tahrik indirimi uygulanmış 2 ila 15’er yıl ceza verilmişti. Yargıtay bu kararı bozdu. Yeniden yargılamada bu sefer “anayasal düzene karşı” işlenen suç kapsamında 38 sanığa idam cezası verildi. 2000 yılında idam cezasının kalkmasının ardından cezalar müebbet hapse çevrildi. Bu arada sanıkların bir kısmı firariydi, bir kısmı bu süreçte öldü. Çoğunun Almanya’da olduğu, hatta adreslerine kadar biliniyordu. Sanıklardan en bilineni (hatta o dönem kimi medyada Temel Karamollaoğlu ile karıştırılan) Refah Partisi Belediye Meclis Üyesi, Aziz Nesin yanan binadan kurtarılırken hedef gösteren, Cafer Erçakmak yıllarca firar ettiği yurt dışında “güya” arandı, sonunda 2011’de cenazesi Sivas’taki evinden çıktı. Yine asıl faillerden olan ve yakalanan tek sanık İhsan Çakmak’ın yakalanmadan önce evlendiği, askerlik yaptığı hatta İBB’de memur olarak çalıştığı ortaya çıktı. Dava sürecinde dosyalar ayrıldı. İlk zaman aşımı kararı sonrasında Erdoğan 2012’de “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyorlar... Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı. Bilemiyorum tabii onlar da var...” yorumunu yaptı.
Katliamda "Laik düzen yıkılacak", "Yaşasın şeriat" sloganları attığı polis ifadeleri ve kamera kayıtları ile tespit edilen Ahmet Turan Kılıç 2020’de Erdoğan tarafından affedildi, bir sene sonra öldü. Akit ölüm haberini “Sivas mazlumu Ahmet Dede Hakk’a yürüdü” sürmanşetiyle verdi. Erdoğan, geçen hafta da yine müebbetle yargılanan Hayrettin Gül’ü sürekli hastalık gerekçesiyle affetti. Bir hafta sonra ise geride sadece üç firari sanığın kaldığı dava zaman aşımından düştü. 30 yıldır davanın avukatlığını yapan Şanal Saruhan’ın 2014’te yaptığı AYM başvurusu sonuçlanmadı, Saruhan 2021’de bir başvuru daha yaptı o da sonuçlanmadı.
1993’te medyanın ve bugün çoğu muhalif olan köşe yazarlarının katliama karşı tutumlarını ve Aziz Nesin’i nasıl hedef gösterdiklerini iki ay önce yazmıştım, tekrar etmeye gerek yok. Bugün insanlığa karşı suç olarak görülmesi gerektiği halde görülmeyen, pişmanlıktan yararlanan sanık ifadelerinin dikkate alınmadığı bu davanın düşürülmesini nasıl gördü medya? Akit’i ve yandaşları saymıyorum. En sık kullanılan sözcük “utanç”tı sanırım. Davanın avukatlarıyla, Alevi örgütleriyle görüşüldü, son dakika gelişmesi olarak verildi. Akşam tartışma programlarında eleştirildi ama hemen sonra CHP’nin kongre tartışmalarına dönüldü. Zaten bildiğimiz, aynı sistem, günün gelişmeleri gündüz kuşağında yayına alınan konuklara tartışılıp bir de akşam konuklarına soruluyor. Aynı cümleler nerdeyse her saat tekrar ediyor. Sözcü TV’de Can Coşkun herhalde biraz daha dinamizm katsın diye konuşmacılara iki dakika tanıdığı yeni bir format deniyor. İsmail Saymaz ve Ersan Şen’in performansının oylandığı programa benziyor. Ama örneğin Sezgin Tanrıkulu’nun siyasal bir linç kampanyasına maruz kalması böyle bir formatta konukların iki dakikaya sığan, gözlerin kronometrede olduğu performanslarına kalıyor. İzleyici seçim döneminde yoruldu, izleyici bıktı. Onları motive etmek için yeni yollar deniyor kanallar. Oysa o gece örneğin ‘Sivas Katliamı nedir’, ‘dava sürecinde neler oldu’, ‘buralara nasıl gelindi’yi anlatan bir belgesel ya da iyi çalışılmış bir haber programını hak etmiyor mu bu izleyici? Üstelik bunu yapabilecek çok iyi ve yetenekli gazeteciler var. Bourdieu’nun Televizyon Üzerinde kitabında bahsettiği fast-food kültürüne ortak olmuyor mu katılımcılar? Görünür olma çabası, performans gerçek bilgi ve tartışmanın önüne geçmiyor mu ya da bu da gizli (yapısal) bir sansür değil mi? Muhatapları kızacak belki, biraz abartıyorum ama “Konumuz Sivas Katliamı, süreniz iki dakika”nın nasıl bir kamusal faydası var?
Sivas Katliamı davasının zaman aşımından düşürüldüğü gün, katliamın “sorumlusu” olarak gösterilen Aziz Nesin maalesef bir başka gazetecinin grev kırıcılığına alet edildi. Sputnik’te 32 gündür grev yapan, sendikalı oldukları için işten atılan gazetecilere rağmen gazeteci Ceyda Karan, programlarına devam edeceğini açıkladı. Muhtemelen eleştirileceğinin farkındaydı. Ancak eleştirilere Sendika’yı (TGS) suçlayarak, üstelik Aziz Nesin’in çok tartışılan Büyük Grev öyküsüne referans vererek karşılık vermesi büyük talihsizlikti. Büyük Grev bende hayal kırıklığı yaratan bir öykü ancak Nesin, kendisine gelen eleştirileri ve verdiği cevapları da ekleyerek tarihe önemli bir not düşmüştü. Öyküde sendikanın fabrikanın (o dönem bunun Arçelik grevi olduğu malumdur) stoklarını dikkate almadan işçileri greve yönlendirmesi hicvediliyor. Ceyda Karan TGS’yi AB’den fon almakla suçluyor. Ben öyküyle bağlantısını kuramadım. Haber stoklanabilen bir şey değil, eğer kastettiği Sendika’nın grevi işlevsiz kılacak önlemleri öngörememesiyse Karan burada işbirlikçi konuma düşüyor, yani Nesin’in eleştirdiği konuma… Sendika AB’den aldığı fonu nereye harcadığının hesabını veremiyorsa (ki gördüğüm kadarıyla verdi) ya da greve çıkan gazetecilere yeterince destek vermiyorsa (grevdeki gazeteciler aksini söylüyor) eleştirilebilir. Ama ‘benim program yapmam lazım, zaten Sendika da fon alıyor’la kalan bir açıklama grev kırıcılığı meşrulaştırmaya hizmet etmekten başka bir işe yaramıyor. Keşke Aziz Nesin’i alet etmeseydi.
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50