21 Eylül 2023 04:00

Ne kadar az bilgi, o kadar çok klişe

Galatasaray Teknik Direktörü Okan Buruk, Fenerbahçe Teknik Direktörü İsmail Kartal ve Beşiktaş Teknik Direktörü Şenol Güneş'in fotoğrafları.

Fotoğraflar: AA

Paylaş

Futbolda birinci transfer dönemi sona erdi. Kulüpler, son transferlerini yaparak kadrolarını tamamladılar. Süper Lig kulüplerinin transfere toplamda 147,1 milyon avro (4.2 milyar TL) harcayarak tüm zamanların rekorunu kırdığını da ekleyelim...

Avrupa da dahil olmak üzere üç kulvarda mücadele edecek olan kulüpler, her sezon yaptıkları gibi yine en yüksek bonservis bedellerini ödeyerek alternatifi bol geniş kadrolar oluşturdular…

Buna rağmen bu kulüplerin teknik direktörleri zaman zaman -özellikle kötü oyun sergiledikleri ya da puan yitirdikleri maçların ardından- bahane olarak sakatlıklardan ve fikstür yoğunluğundan yakınabiliyor. Oysaki bunca para harcamış, bunca transfer yapmış ve kadronu mümkün olduğunca genişletmişsin. Bundan sonra sakatlık ya da fikstür yoğunluğuna bağlı yorgunluk gerekçesiyle eksik olmaktan söz etmenin anlamı var mı? Transferleri zaten yorgunluk, sakatlık, cezalı olma gibi durumlara karşı önlem alma düşüncesiyle yapmıyor musun? Harcanan paraya ve transfer edilen oyuncuların sayısına bakınca insan, “Eksik oyuncularımız vardı” demeye utanır. Ama bizdeki teknik direktörler transfere doymadıkları gibi bahane üretmeye de doymuyor… Zaten Türkiye’de teknik direktörlük neredeyse bir bahane üretme makamı şeklinde algılanıyor ve buna uygun pratiklerle icra ediliyor. Tabii yöneticiler de bahane üretme konusunda teknik direktörlerden geri kalmaz. Neler dillendirilmiyor ki bahane olarak… Kötü niyetli hakemlerin tetikçilik(!) yaptığı operasyonlar bahane sıralamasında her zaman en başta gelir.

Hakemlerin rol aldığı tezgahı, operasyonu kim organize edebilir? Tabii ki federasyon ya da MHK (Merkez Hakem Kurulu). Ama asla bu kurumların isimleri telaffuz edilmez. Zira bunun bedeli vardır. Ancak dolaylı ifadeler ve türlü göndermelerle kendilerince federasyona ve MHK’ye ayar vermeye çalışırlar. Bu ayar verme işi bazen açık tehdide ve şantaja kadar gitse de sonuçta ortaya dişe dokunur hiçbir şey çıkmaz. Öznesi belirsiz suçlamalar havada uçuşur durur… “Kulübü karıştırmaya çalışan dış güçler” derken kastedilen ise muhtemelen rakip kulüpler ve onların yönlendirdiği kişiler ile kurumlardır. Bu güçlerin de kim ya da kimler olduğu bilinmez. Çünkü açıklanmaz.

Soyut dış güçler söylemi, bahane olmanın ötesinde aynı zamanda taraftarların kışkırtılmasında ve yedeklenmesinde de rol oynadığı için oldukça kullanışlı bir argüman oluşturur…

Teknik direktörlerin işin teknik kısmıyla ilgili olarak yaptıkları açıklamalar ise kayda değer hiçbir anlam içermeyen klişe cümlelerden ibarettir. Klişelerle durumu idare etmek konusunda katettikleri mesafe gerçekten takdire şayandır. Kendilerinden değerlendirme ve analiz istendiğinde yaptıkları şey, oyunu arzu, istek gibi duygusal kavramlar üzerinden açıklamak dışında spiker gibi maçı anlatmaktır. Galip geldikleri maçtan sonra oyuncularına ve taraftarlara teşekkür etmeyi asla unutmazlar. Üç puanı da her zaman taraftara hediye ederler. Puan hediye etmek nasıl oluyorsa ve taraftara nasıl bir mutluluk veriyorsa artık... Buna karşılık puan kaybedilen ve sonuçla ilgili olarak bahane sunmanın zor olduğu maçlardan sonra ise tüm camiadan ve özellikle taraftarlardan özür dilenir. Teşekkür ya da özür faslının, maç değerlendirmelerindeki yeri sabittir, hiç şaşmaz. Bunların hepsi, klişeleşmiş maç sonu ritüelini oluşturur. Şurası bir gerçek ki; bir ortamda bilgi ne kadar azsa, klişeler o kadar çoktur… Klişeler; bilgiyi, sorgulamayı, araştırmayı, öz eleştiriyi dışlayan yapılarıyla aynı zamanda değişimin, gelişimin önündeki en büyük engellerden biridir. Teknik direktörler, oyuncular, yöneticiler arasında ve medyada klişelere saplanıp kalmanın ne gibi hazin sonuçlar doğurduğuna hemen her gün tanıklık ediyoruz… 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa