23 Eylül 2023

Faizin başına gelenler pişmiş tavuğa gelmemiştir

Fotoğraf: Aytaç Ünal/AA

Ekonomik sistemler, sistemin araçlarının karşılıklı etkileşim içinde çalıştığı bütünsel yapılardır. Örneğin mal kıtlığında fiyatlar yükselir, talep kısılır ve olanaklar çerçevesinde arz arttırılır ve piyasa dengeye gelir. Ters durumda da aksi yönde hareketlenme olur ve yeni durumda piyasa dengeye gelir.  Mal kıtlığı varken yükselen fiyatları baskılayıcı yönde müdahale sorunu çözmez, karaborsa oluşumuna neden olur ve fiyatlar daha da yüksek seviyede dengeye gelir.

Faiz kapitalist sistemin çok önemli bir aracıdır. Çok teknik bir tanım vermek gerekirse, faiz paranın zaman değeridir. Para değerlendiğinde belirli süre için faiz haddi de yükselir. Para değersizleştiğinde aynı süre için faiz haddi düşer. Bunun sebebi paranın da diğer mallar gibi bir tür mal olmasıdır.

Para dediğimizde salt ulusal parayı düşünmemeliyiz. Şu anda çoğu işlemlerimizi döviz/dolar ile yaptığımızdan dolar da iç piyasada tedavül eden bir para birimidir. Bir ülkede ulusal para ile ya da ondan da daha sık yabancı paranın kullanılmasına döviz ikamesi ya da para ikamesi adı verilir. Türkiye’de ağırlıklı olarak dolar kullanıldığından, genellikle kullanılan ifade dolar ikamesidir. Çoğu işlemlerde ulusal para yerine dolar kullanıldığından faiz düzeyini dolar bağlamında düşünmek durumundayız. Dolar hem yaygın kullanılan dünya parası olması hasebiyle, hem de Türkiye’de kıt para olduğundan değerli bir para birimidir. O zaman böylesi kıt ve değerli para birimine ihtiyacımız varken faiz haddini baskılamamız akılla değil, başka amaçlarla açıklanabilir. Anlaşılamaz bir inatla ve işin ucunu nas diye dinsel kurala dayayarak faizin baskılanması, doğal olarak doların lira değerini yükseltti. Kısacası, faizin baskılanması neticesinde doların bize verdiği mesaj şu oldu: Madem benim gıdam olan faizi vermiyorsunuz, ben de aynı miktar dolarla daha fazla mala hükmederim. Bunun anlamı da Türkiye’nin değersizleştirilmesidir. Bu durum kurun yükselişi demektir. Hatırlarsak, faiz baskılandığında fiyatlar derhal oldukça astronomik düzeylere yükseldi.

Kurun, yani doların TL değerinin yükselmesi ihracatçıların işine gelir. İhracatçı her bir dolarlık ihracatı karşılığında yüksek TL gelir sağlar. Fakat burada şöyle bir sorun var. İhracatımız farklı ürünlerde farklı boyutlarda olmak üzere oldukça yoğun ithal girdisine dayanmaktadır. Diğer bir deyişle, ihracat esnasında yüksek gelir elde edilirken, aynı zamanda ithal girdi için de yüksek maliyet ödenmektedir. Ne var ki, mesele bu kadar basit değildir. Kur yükselişleriyle tüm ürünlerin fiyatı yükselirken, aynı zamanda emek ve sair girdi maliyetleri de yükselir. Ürünlerin girdi ile çıktılarının dolar olarak değerlerinde fazla bir değişim olmasa da, genel fiyat artışının yol açtığı emek ve diğer maliyet artışları ihracat ürünlerinde önemli fiyat artışına neden olur. Genel fiyat artışının maliyetleri olumsuz etkilemesi sonucunda ihracatçının kur yükselişinden sağladığı kazanç erir, hatta ülkenin potansiyel ihracat kapasitesi daralır. Görülüyor ki, ne kadar haşin ve asabi de olsa hiçbir siyasetçi ekonominin işleyiş kurallarına müdahale edemez, etmeye çalışırsa da, günümüz Türkiye’sinde görüldüğü üzere hem ülke zarar görür, hem de politikacı komik duruma düşer.

Diğer yandan paranın değeri olarak faizin bir maliyet unsuru olduğu ve faiz yüksek olduğunda, arz ve talep koşuluna bağlı olarak, faiz yükselişi maliyet ve fiyat artışına neden olabilir. Ondan dolayıdır ki, yatırımcılar doğal olarak faizin düşük olmasını isterler. Fakat Türkiye’de yaşanmış olan trajikomik olayın koşulları bu durumdan çok farklıdır. Birincisi ihracat önemli ölçüde ithalata bağımlıdır, ikincisi de döviz fiyatı olarak faiz baskılanınca kurların yükselişi ve enflasyonu tetiklemesi üretime önemli maliyet taşımaktadır. Ondan dolayıdır ki, kimilerinin Çin’e benzettiği akılsızca kurgulanmış model kısa sürede çöktü ve halkımıza önemli maliyet yıktı.

Peki, acaba kurun baskılanması gerçekten ve samimi olarak nas olarak bir dini kurala mı, yoksa faiz sebep enflasyon sonuç görüşüne mi dayandırılmıştır? Zira birinci durumda, bugün faiz yükseltildiğine göre din kuralı mı çiğnenmektedir, yoksa ikinci duruma göre, ekonomi teorisi mi değiştirilmiştir!  Bir kere İslam anlayışı ve hukukuna göre hareket edilecek idi ise, kapitalizmin sömürücü işleyiş ve araçları içinde faiz en sonuncusudur. Emek sömürüsü, oligopol piyasalarda kurulan fiyat hakimiyeti, vergi yükünün görece güçsüz kesimlere kaydırılmasında sermayenin kamuya baskısı olması gibi daha nice örnekler sayılabilir. Görülüyor ki, faizin baskılanmasında her iki görüş de birer bahane olarak ileriye sürülmüştür. Kutsal inancın felsefesine inmeden şekilsel boyutu ile iktifa eden halkımız da bu hikayeyi yutunca, tüm olumsuz sonuçlarına rağmen, siyasilerin amaçları doğrultusunda önemli bir yol açılmış oldu. Faiz- fiyat ilişkisi görüşü, yukarıda da kısaca değindiğim gibi, ancak birinci sınıf iktisat öğrencisi için geçerlidir, ileri sınıflara doğru çıkıldığında tezin aleyhinde ve lehinde daha farklı görüşler gündeme gelir.

O halde, faiz dayatmasının sebebi ne olabilir? Birincisi, politikanın amacının bazı yandaşlara servet aktarımı yapmak, hatta biraz daha iyi niyetli bakarsak, ilk sermaye birikimi oluşumuna hizmet olarak da yorumlanabilir. Diğer bir yorumda ise, AKP zihniyetine göre genel seçimde başarısız olunması durumunda, yerel idareleri mutlaka almak ve bir- iki yıl içinde yeni genel seçim dayatmasına gitmek amaçlanıyordu olabilir ki, bu projeye külliyetli miktarda para gerekirdi. Hal böyle olunca seçime doğru cephaneliği doldurmada fayda vardır.

Seçim bitti, millet tercihini ortaya koydu, üstelik muhalefetin durumu da ortada olarak iktidar partisi rahatlamış vaziyettedir. Üstelik ekonomi bitme noktasında olduğundan, bu kez bu denli olumsuzluk yerel idarelerin alınmasını güçleştirebilir. Şu halde, kadroyu yenileme adı altında sözden dönmek gerekirdi, nitekim bu yapıldı. Yabancı ülkelerden para talep edilirken vitrine de biraz eli yüzü düzgün bir ekonomi koymanın gerekliliği de ortadadır. İşte şimdi de tedrici faiz yükselişleri gerçekleştirilirken dövizin ateşi biraz hafifletilmektedir. Merkez Bankası kasasının boşalmış olması, cari açığın yüksek seyretmesi ve borç stokunun da oldukça yüklü olması Türkiye’yi müzmin döviz talepçisi konumuna sokmaktadır. Kısacası faiz yükseltmeleri olumludur, devam da edecektir, fakat ona rağmen kurda gerileme görmek hayaldir, ancak artış hızı sakinleşir, belirli aşamalarda aynı düzeyde uzun süre kalabilir, bu durum da ileriyi görme açısından yatırımcılar açısından önemlidir. Kısa ve orta sürede faiz de fiyatlar da mutlak olarak gerilemez, çünkü Türkiye verimsiz sanayi yapısı, tasarruf açığı, enerji açığı, hatta teknoloji açığı nedeniyle dövize şimdi de muhtaçtır, uzun sürede de muhtaç kalacaktır.

Bir noktayı da belirtmeden geçmemem gerekir, o da ani faiz yükselişlerinin banka iflaslarına neden olabileceğidir. Bunun sebebi, bankaların yüklü miktarda düşük faizli hazine bonosu bulundurmalarıdır. Faizler yükselince söz konusu bonoların piyasa değeri hızla düşer ve bankaları güç duruma sokabilir. Bu nedenle de faiz artışları tedrici olarak yapılmak durumundadır.

Ey ekonomi nelere kadirsin ki, ulusun yapamadığını sen yaparak en inatçı siyasileri dahi dize getirebiliyorsun!     

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Palavra çöktü

Palavra çöktü

Merkez Bankası, 2025 yıl sonu enflasyon tahminini, daha yılın ilk sunumunda yüzde 21'den yüzde 24'e yükseltti. Enflasyonu düşürme bahanesiyle 20 aydır ücret ve maaşlara saldıran ekonomi yönetiminin hiçbir öngörüsü gerçekleşmedi. Enflasyonun temel sebebinin iç talep ve ‘ücret artışları’ olduğu palavrası tamamen çöktü.

2025’te asgari ücrete yüzde 30 zam

Memur ve emeklilere yüzde 11.54 zam

İşçi emeklilerine yüzde 15.75 zam

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et