Koalisyon, ittifak, kaynak paylaşımı
Fotoğraf: DHA
Muhalefetin büyük çoğunluğunun yerel seçimlere ittifak oluşturmaksızın girme eğilimi, siyasal gündemde önemli bir yer tutuyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında tutarlı bir öz eleştiriden kaçınanların, yeni bir sözü olmayanların bu meseleyi köpürttüğünü düşünmek mümkün. Diğer yandan, kadük ‘Millet İttifakı’ bileşenlerinin siyasi rüştlerini ispat etmek, parti olarak ayakta kalabilmek için bu yola sapmaya mecbur olduğunu düşünenler de var.
Bu konudaki tuhaflıklar yalnızca siyasetçilerin demeçleriyle sınırlı değil. Geride kalan seçimler öncesinde kurulan ittifak formüllerini gözü kapalı bir biçimde destekleyen ancak hiçbir öngörüsü doğru çıkmayan kalem erbabı da kısa süren suskunluğunu bozmuş görünüyor. ‘İttifak meselesi’, hikmeti kendinden menkul “sosyolojik” tahliller üzerinden ayakları yere basmayan bir biçimde tartışılıyor. Yanlış tespit yapmaktan yorulmayan yorumcular, siyasal mücadelenin zirve yapıyor olması gereken bir dönemde, yaklaşan yerel seçimler için oluşturulacak muhalif ittifakın, sivil toplumun öncülük ettiği inisiyatiflerce kurulmasını öneriyor; ‘duygusal ittifaklar’dan bahsediyor.
Aslında içinden geçtiğimiz kesit, ‘ittifak’ ve ‘koalisyon’ kavramlarının siyasal gidişata ayar vermek için kullanıldığı ilk dönem değil. Bu kavramların burjuva partilerinin güncel ihtiyaçlarına göre tanımlanmasının uzun bir geçmişi ve ilginç ayrıntıları var. Unutulmaması gereken ilk nokta, ittifaklar miladını kendileriyle başlatan Erdoğan rejimi sözcülerinin iddiası aksine, siyasal ittifakların bu ülkede daha önce yaşanmış olduğu gerçeği. Örneğin, 1991 yılında Refah Partisinin, Milliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisiyle, SHP’nin HEP ile tek çatı altında seçime girmiş olması unutuldu zannediliyor. Öte yandan iktidar aklı koalisyon kavramını ‘öteki mahalle’nin tarihsel bir zaafı gibi göstermeye özen gösteriyor. Ancak, Erdoğan rejiminin üzerinde yükseldiği Milli Görüş geleneğinden gelen partilerin Milliyetçi Cephe hükümetlerinde yer almış, CHP ve Doğru Yol partileriyle koalisyon kurmuş olduğu akıldan çıkarılmamalı. Bilindiği üzere, çok daha yakınlarda, 2018 bahar ayları ‘ittifak’ kavramının ne olmadığı üzerine yapılan yoğun tartışmalarla geçmişti. O dönemde ‘Cumhur İttifakının aslında gizlenmeye çalışılan bir koalisyon tipi olduğu fikri üzerinden eleştiri hattı geliştiren CHP’nin tezlerine karşı iktidar partisi bir rapor yayımlamıştı. 200’ü aşkın siyasal ittifak örneği içeren bu raporda “koalisyon’, yapısı gereği taraflar arasında çıkar çatışmaları doğurmuştur; ‘İttifak’ ise güç birliğidir” şeklinde özetlenebilecek bir görüş savunulmuştu.
* * *
‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ uygulanmaya başlandığından bu yana Türkiye siyasetinde partilerden çok ittifaklar konuşulmaya başlandı. Seçim sistemi değişiklikleri ve seçim bölgesi düzenlemeleriyle oluşturulan yeni işleyiş, partiler arası iş birliğini zorunlu kılıyor. İktidarın diliyle söylersek ‘Parti temelli siyasetten, partiler arası iş birliğini teşvik eden bir siyaset yapma biçimi’ne geçilen bu dönemde, birbirinden çok farklı çizgideki partileri aynı ittifak içinde görmek mümkün hale geldi. ‘Yeni yönetim sisteminin partileri ittifaka mecbur bırakması’ gerekçesine dayandırılan parti kurulu kararlarıyla, ittifak deneyiminin en kapsamlı örnekleri geride kalan seçimlerde uygulamaya konuldu.
Peki, hal böyleyken ve siyasal partileri güç birliğine mecbur eden sistem halen geçerliğini sürdürmekteyken ‘ittifak siyaseti’ne karşı yükseltilen ısrarlı itirazlar ne anlama geliyor? Sadece yaklaşan yerel seçimlerin ötesine geçen “Biz artık hiçbir ittifakta yer almayacağız” açıklamaları nasıl yorumlanmalı?
Aslında ortaya çıktığı ülkenin siyasal kültürü içinde şekillenen, kategorik olarak iyi ya da kötü olarak nitelenmesi mümkün olmayan koalisyon ve ittifak uygulamaları, ancak gerçekleştiği ülke koşulları ve egemen güçlerin ihtiyaçları üzerinden anlaşılabilir. Bu bağlamda ne ‘koalisyon’lara ne de ‘ittifak’lara peşinen olumlu ya da olumsuz özellikler yüklemek yerinde olmaz.
Türkiye’de iktidarın siyaset anlayışı kayırmacılığa, rakibin toplumsal tabanını dışlamaya ve yandaşa yönelik çok ciddi bir sermaye ve kaynak aktarımına dayanıyor. Hesap sorma/verme ve denetim mekanizmaları felç edileli çok oldu. Bu türden bir siyasal ortamda, ittifakların siyasal kapasitesi, başarısı ve geleceği üzerine yürütülen tartışmaların ‘uzlaşma’, ‘Kutuplaşma sorununun çözümü’, ‘Takım yönetimini önemseme’, ‘Farklı bir liderlik anlayışı oluşturma’ gibi kavram setlerine dayandırılması anlamlı görünmüyor.
Erdoğan rejiminin tekçi gölgesinin ittifak tartışmalarını belirlediği içinden geçtiğimiz kesitte, sadece ittifaklara ve yakın geleceğe ilişkin veriliyormuş gibi sunulan kararların ‘uzlaşma’ yerine ‘paylaşma/bölüşme’ çerçevesi içinde tartışılmasında fayda var.
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10
- ‘Kolektif Şiddet Siyaseti’ 25 Ağustos 2024 05:07
- Filistin kimin ‘dava’sı? Filistin kimin ‘dava’sı olmalı? 18 Ağustos 2024 04:50